Cumartesi

 

Sanat tarihi, restorasyon, mimarî fotoğraf gibi konularda uzman olan Profesör Reha Günay. “Türk Ev Geleneği ve Safranbolu Evleri” adlı gerçekten değerli büyük boy kitabında (Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, 1998 İst. 366 S.) Safranbolu’da eski yaşayış hakkında şu bilgileri veriyor:

Gelenek, görenek ve din:

Gelenek, görenek ve din, azla yetinen bir yaşama felsefesi getirmiştir. Tutumludur. Lükse düşkünlük görülmez. Herşeyde yalınlık vardır.Yere oturur, yerde çalışır, yer yatağında yatar, yerde yemek yer. Evde fazla eşya yoktur. Süsleme bile malzemenin kendi yapısı içinde kalır. Malzemenin doğal görünüşü bozulmaz. Bu yüzden zengin ve fakir evleri kolay ayırt edilemez. Bu yalınlığa rağmen bir bolluk vardır. Yiyeceği boldur, çeşitlidir; odası çoktur, büyüktür; evi bile iki tanedir. Hiç sıkıntısı olmayan sağlıklı bir toplumdur. (s. 105)

Abdest

Dinin gereği olarak ibadet etmeden önce abdest almak zorunludur. Evde bu işler için ayrılmış abdestlik ve gusülhaneler bulunur. Yaşama birimi olan odanın boy abdesti almak için de düzenlenmiş olması aile içi yaşayışın gizliliği bakımından doğru çözümlenmiş bir sonuçtur. Yine abdest bozma ve abdest alma yakın ilişkisi helâ-abdestlik düzeni ile çözümlenmiştir.

Geleneklerin sonucu olarak bulaşık suları, helâ suyu ile karıştırılmaz. Bulaşık yıkamak için bir tasarım yapılırsa, kullanılan su ayrı bir yolla başka bir çukurda toplanır. Evde ibadet için özel bir yer ayrılmamıştır. İnançlara göre temiz olan her yerde, her odada namaz kılınabilir. (106)

Günlük hayat

Yetişkinler gün doğmadan sabah namazına kalkar. Önce kadın uyanır ocağı yakar, çorba hazırlar. Erkek sabah çorbasını içer ve namaza gider ya da cami uzaksa evde namazını kılar (…) Güneş battıktan sonra namaz kılınır. Erkekler bazen kahveye çıkarlar. Yatsı namazından sonra meyve, yemiş yenir ya da şurup içilir. Bir süre sonra da yatılır. (s. 108-109)

Adını yukarıda vermiş olduğum kitap, geleneksel Türk evlerinin sanat ve mimarlık bakımından ne kadar değerli ve vasıflı olduklarını anlamak için yeterlidir. Okuyucularımın bir kısmına bu gibi kitapları alıp okumalarını, böyle kitaplardan meydana gelen şahsî kütüphaneler kurmalarını tavsiye ederim.

Safranbolu’nun eski evleri koruma altına alındı ama, ülkemizdeki eski evler, eski mimarlık ve şehircilik yapısı yüzde doksan beş tahrip edildi.

Türkiyeliler bu ülkede bin yıllık bir tarihe ve maziye sahiptir. İstanbul’u alalı altı yüz yıl bile olmamıştır. Bizim varlığımızın, varoluşumuzun sebebi, eski tâbirle hikmet-i vücudu İslâm dinidir, Müslüman oluşumuzdur. İslâm’ı kaldırın, Müslümanları kaldırın Türkiye de biter. Şayet bu vatan üzerinde, bu topraklarda pâyidar olmak istiyorsak dinimizden kopmamalıyız.

Yakın tarihimizde zorlayıcı, baskıcı bir sekülarizm, sekülerleştirme cereyanı vardır. Halkımız İslâm dininden, onun hayat ile ilgili hükümlerinden kopartılmak isteniyor. Yani din ile yaşayışı birbirinden koparmak için açık veya sinsi bir plan program tatbik ediliyor. Böyle bir şey bizim varlığımızın sonu olur.

Yakın tarihlere kadar atalarımız insan boyutlarına, fıtrata uygun bir hayat tarzına sahipti. Bu yaşayış felsefesinin kaynağı dindi. Bunun belli başlı özelliklerini sayıyorum:

1. Hayata kanaat ilkesi hakimdi. İslâm dini kanaati, mütevâzı bir hayat sürmeyi emreder; israftan (savurganlık), aşırı tüketimden, gösterişten uzak durulmasını öğütler. Müslüman, zengin de olsa kanaatten ayrılmamalıdır. Atalarımızın meskenleri insan boyutlarına uygundur. İnsan; topraktan yaratılmıştır ve topraktan, yerden kopmamalıdır. Yerde oturmalıdır, yer yatağında yatmalıdır, yer sofrasında yemek yemelidir. Lüks dekorasyon, lüks salon, yemek odası, yatak odası eşyası ve takımları Müslümana yakışmaz. Geleneksel kültürümüzde hâkim sıfat tevâzudur. Bir zamanlar üç kıt’ada şanla şerefle bayrak dalgalandıran, bir ucu Viyana’ya, öbür ucu Afrika ortalarına ve Hint Okyanusu’na dayanan Osmanlı Devleti’nin anlı şanlı sultanlarının ikâmetgahı olan Topkapı Saray-ı Hümâyunu tek katlı bir çadırlı ordugâh gibidir. Eski Türkler kanaatkâr, tutumlu, alçakgönüllü oldukları için izzet bulmuşlardı. Lükse, aşırı tüketim ve konfora, saçıp savurmaya, gösterişe ve nümâyişe yönelen toplumlar ve ülkeler dejenere olmaya ve batıp bitmeye mahkumdur.

Atalarımız güçlerini, huzur ve saâdetlerini, haysiyet ve şereflerini İslâm dinine mensup olmaktan ve bu dinin hüküm, kural ve ilkelerini hayata tatbik etmekten alıyorlardı. İslâm’dan uzaklaşma, kopma, dine hıyanet başlayınca izzet gitmiş, zillet gelmiştir.

Japonlar da bizim gibi bir Asya ve doğu milletidir. Biz yakın ve ortadoğudayız, onlar uzakdoğuda. Japonlar ilim, fen, hikmet, teknik, âlet ve vasıta olarak Batı’da ne varsa aldılar ama kendi kimliklerini, kendi kültür ve kişiliklerini korudular. Yazılarını değiştirmediler. Japon evlerinde; yerde yatarak, yerde yemek yiyerek, Japon eşyası içinde yaşadılar. Batının pantolonunu, ceketini, gömlek ve kravatını aldılar ama kendi kimonolarını bırakmadılar. En önemlisi ruhları, gönülleri, beyinleri Japon kaldı. İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiden sonra ağır baskılara mâruz kaldılar, büyük kayıplar verdiler, bir miktar dejenere oldular, lakin yine de samuraylık (bizdeki eski fütüvvete benzeyen bir şey) ruhunu muhafaza ettiler.

Bizdeki Jön Türkler, Batıcılar ise Batı medeniyetini ve dünyasını bir bütün olarak kabul ettiler ve kendi kimliğimizi, kişiliğimizi, kültürümüzü bırakıp batılı olmamız için çalışıp çabaladılar. Ne acıdır ki, Batı’dan bize yarayacak ilmi, fenni, tekniği, hikmeti, faydalı şeyleri alamadılar; o medeniyetin ne kadar kötü, yararsız, helâk edici bozuklukları varsa onları taklit ve iktibas ettiler. İçki, fuhuş, açık saçıklık, bin türlü sosyal hastalık…

Biyolojik ve fizyolojik açıdan insan fertlerinin kanlarının gruplarını değiştirmek nasıl mümkün değilse, milletlerin ve toplumların sosyal ve kültürel kimliklerini değiştirmek de mümkün değildir. Böyle bir teşebbüsün acı sonucu karşımızdadır.

İslâm dini:

– İlim ve hikmet Çin’de bile olsa ona talip olunuz arayınız,

– İlim ve hikmet mü’minin yitik malıdır, neredeyse onu arar, bulur, alır,

– İlim ve hikmet öğrenmek her mü’min erkeğe ve kadına farzdır buyuruyor. İlk Müslümanlar eski Greklerin ilmini, felsefesini, hikmetini öğrenmişlerdi. Bugün de sadece Batı medeniyetinde değil, hangi medeniyette ilim, hikmet ve faydalı şeyler varsa onları almalıyız; lakin kendi kimliğimizi, kendi kültürümüzü, kendi kişiliğimizi kıskançlıkla ve hassasiyetle korumalıyız.

Yabancılaşan toplumlar yok olmaya, dejenere olmaya mahkumdur. 21 Temmuz 2002