Perşembe yazısı çıkmamıştır..

 

Tarih ve Düşünce dergisinin 5’inci sayısında

tarihçi Cemal Kutay

ile yapılmış olan mülakattan bazı cümleler ve paragraflar alıyorum:

“… Türk’ün dini İslam’dır diye bir kayıt yok. Biz Arabın yolunu takip edecek değiliz. Ben İslam’a ve yüce Peygamberine karşı değilim. Ancak Araplara karşıyım. Ben Şamanım, Atatürk de Şamandı…”

“Hâlâ Arabın tarihine Asr-ı Saadet deniliyor. Hangi Asr-ı Saadet? Arabın dinini atalım.”

“Ben yarından tezi yok, Türkçe ibadete geçilmesini istiyorum. Türkiye’nin kurtuluşunun Türkçe ibadetten geçtiğine inanıyorum. Arap sultasından ancak Türkçe ibadet sayesinde kurtulabiliriz… Bugün tarikatlar tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Ben Marksistlerden korkmuyorum, ancak yobazlardan çok korkuyorum. Onlar oluk oluk kan akıtabilirler. Dikkatli olmalıyız. Ben dine karşı değilim, dinin Arapça olmasına, ibadetin Arapça yapılmasına karşıyım. İmam-Hatip okulları başımızın belâsı olmuştur. Bunların faydadan çok zararı vardır. İhtiyaç fazlası İmam-Hatipler kapatılmalıdır.”

“Atatürk sağlığında Mevlevî ve Bektaşî şeyhleri ile kol kola Meclis localarında geziyordu.”

Aynı derginin başka bir yerinde Hürriyet gazetesinden iktibas edilmiş bir yazıda Cemal Kutay diyor ki:

“Ben Şamanım, İslamiyetten evvelki Şamanım…”

(Türk-İslam sentezi konusunda:) “Bu Arap kültür emperyalizminin oyunudur. Hac ticareti oyunu.”

“Kuleli’de bir metin okuttum. Atatürk’ün Şamanlığına dair. Kuleli Askerî Lisesi kurulalı bu kadar alkışlanan olmamış. Bana bunu kumandan söyledi.”

Kutay’ın Atatürk’ü Şamanist olarak göstermesine Kemalistler ne derler acaba? Kemalistin de bin çeşidi var. Sağcısı Kemalist, solcusu Kemalist; eski Marksistlerin hemen hepsi Kemalist kesildi. Adamlar hem Nazım Hikmetçi, hem Atatürkçü. Nasıl oluyor bu iş?

Ankara’da Atatürk’ün parasıyla ayakta duran bir Tarih Kurumu var. Bu müessesenin Kutay’ın iddiaları konusunda bir açıklama yapması gerekmez mi?

Amerika’da Yahudilerin yayınladığı bir gazetede

1994 yılında İsrail Cumhurbaşkanının Türkiye’yi ziyareti esnasında, Atatürkle ilgili akıllara durgunluk verecek bir yazı yayınlandı.

Atatürkçüler bu gibi neşriyatı takip etmiyorlar mı? Niçin cevap vermiyorlar?

Atatürk öldüğünde, kızkardeşi

Makbule

hanımın ısrarı ile Dolmabahçe sarayında cenaze namazı kılınmıştır. Namazı Diyanet İşleri Başkanı Şerefeddin Yalkaya, tekbirleri

“Tanrı uludur”

diye getirerek, selamı da

“Allah’ın selamı üzerinize olsun”

diye vererek Türkçe kıldırmıştır.

Yıllar boyunca Atatürk’ün hizmetinde bulunmuş olan uşağının hatıralarında okumuştum. Meâlen şöyle diyordu:

“Bunca zaman Köşk’te, Saray’da hizmet ettim, bir kere namaz kılındığını, oruç tutulduğunu görmedim. Sadece yılda bir kere Kadir gecesinde içki sofrası kurdutmazdı.”

Atatürk’ün bir hafızı ve mevlidhanı vardı. Şu anda ismi hatırımda değil. Bu zatın küçük bir hatıra kitabı yayınlanmıştır. Yıllarca önce orada şöyle bir paragraf okumuştum: Atatürk hâfızını çağırtmış, Çanakkale savaşı yıldönümü münasebetiyle

“Yanına başka hafızlar, mevlithanlar alacaksın, emrinize tahsis ettirdiğim vapurla Çanakkale’ye gidip şehidlerin ruhuna Kur’an ve Mevlid okuyucaksınız”

emrini vermiş.

Hakkında binlerce kitap ve ilmî makale yayınlanmış olmasına rağmen Atatürk hâlâ bir meçhuldür. Atatürk ve Millî mücadele hakkında dünyanın çeşitli ülkelerinde yayınlanmış binlerce kitabın, makalenin, araştırmanın Türkiye’ye sokulması yasaktır. Bunların listesi, devlet tarafından yayınlanmış olan

“Türkiye’ye sokulması yasak kitaplar ve yayınlar”

kataloğunda mevcuttur

. (Büyük bir cilt olarak İzmir’de Devlet Demiryolları Matbaasında basılmış olduğunu duymuştum. Tabiî, “Hizmet’e Özel”.)

Cemal Kutay, Atatürk’ün Şamanlığını iddia ettiği zaman

Kuleli Askerî Lisesi

talebesinin kendisini ayakta alkışladığını söylüyor. Bu gerçek midir, yoksa mübalağa mıdır?

Türkiye’nin çok ciddî, çok objektif, çağdaş tarih araştırmaları seviyesinde bir

“Millî Mücadele ve Mustafa Kemal Araştırmaları Enstitüsü”

ne ihtiyacı var. Şimdiki araştırmalar resmî tarih tezine uygun, hâkim ideolojinin gösterdiği yönde yapılmış ve pek ciddî olmayan tedkiklerdir.

İngiliz arşivleri yakın tarihimizle ilgili binlerce belge ile doludur. Ben görmedim, bir dostum bahsetti,

İngilizler Hilafet ile ilgili belgeleri yayınlamışlar,

bunların bazı ciltlerinin Türkiye’ye sokulması Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmış.

Biz kendi tarihimizle ilgili gerçekler üzerine ambargo koymuş bir ülkede yaşıyoruz. Bu ayıptan ne zaman kurtulacağız?

Atatürk tarihe mal olmuş bir şahsiyettir. Onu anlamanın ve anlatmanın yolu da tarihî araştırmalardan geçer. Ciddî ve objektif olunacak, değer hükmü verilmeyecek, sadece sağlam bilgiler ve belgeler konuşturulacak.

Atatürk hakkında çok çeşitli şeyler söylenmişti, sadece Şaman olduğu iddia edilmemişti.

Türkçe ibadet meselesine gelince. İslam Arap dini değil, bütün insanlığın dinidir. Son otuz yıl içinde onbinlerce, yüz binlerce Batılı Müslüman olmuştur ve ibadetlerini Arapça yapmaktadır. Müslümanların birliği için bu zaruridir. Tercümeleri Kur’an’ın yerini tutamaz. Çünkü Arapça Kur’an Allah’ın Kelam-ı Kadimidir. Tercümeler ise, lafız itibariye kul sözüdür. Tercümelerde yanlış yorumlar olabilir, aslında ise noksanlık yoktur.

Demokrasi, hukuk, insan hakları olduğu müddetçe Müslümanların ibadet diline karışamazlar. Hem Avrupa Birliği’ne girmek için çırpınacaklar, hem de namazı ve Ezanı Türkçe kıldırıp okutacaklar. Bu iki şey bir arada olur mu?

Hiçbir medenî, ileri, kalkınmış, vatandaşlarına hürriyet ve güven sağlamış ülkede idareciler ve devlet adamları halkın ezici çoğunluğunun bağlı bulunduğu din ile zıtlaşmazlar, dinî münakaşalar yapmazlar. Biz ise böyle verimsiz tartışmalarla vakit ve enerji kaybediyoruz.

Osmanlı’da

“Din ü devlet”

tabiri vardır. Din ve devlet uyum içinde oldukları zaman Türkiye yücelmiş, güçlenmiş, üstün olmuş; din devlet çekişmesi olduğu zaman da gerilemiş, zayıflamış ve perişan olmuştur.

(Cemal Kutay kırk küsur yıl önce haftalık dinî bir dergi çıkartmıştı. O zaman da Şamanist miydi acaba?)

24 Mart 2000