Pazartesi

 

Fransa’da, Müslüman olup çarşafa giren, bu yüzden okullarından atılan Lila ve Alma adlı kızların babaları Yahudi Laurent Lévy’i tebrik etmek gerekiyor. Adam hem Yahudi, hem ateist olduğu halde kızlarının haklarını, hürriyetlerini olanca gücüyle, hayranlık verici bir azimle savunuyor. İnternetten Lévy’nin bu konudaki basın bildirilerini okudum, kendisine bir tebrik mektubu göndereceğim.

Atılmalarından önce kızları okula çağırmışlar, “Başınızı örtebilirsiniz ama, örtüyü kulaklarınızı, gerdanınızı ve ensenizi açık bırakacak şekilde örtünüz” demişler. Kızlar Şeriat hükümlerine aykırı olduğu için bu teklifi kabul etmemişler, tâviz vermemişler. Baba Lévy basın bildirisinde, üzerine basarak bu konuda da kızlarını savunuyor, yeni girdikleri dinin gerekleri ve hükümleri neyse elbette ona uyacaklardır diyor.

Fransalı Yahudi (dinine inansa da inanmasa da, Yahudi kimliği devam eder…) Lévy’nin medenî tutumunu bizdeki Gizli Yahudilere örnek ve ibret olarak göstermek gerekiyor. Türkiye Müslüman bir ülkedir, bu topraklarda İslâm kadınları ve kızları bin yılı aşan bir zamandan beri tesettüre riayet ediyorlar. Başlarını, saçlarını, gerdanlarını kapatıyorlar; ancak bizdeki birtakım Yahudiler buna karşı çıkıyorlar…

Fransa’da türban konusunda büyük çalkantı, dehşetli fırtına var. Oradaki bütün Yahudiler Laurent Lévy gibi toleranslı ve medenî değil. Katolik ve Fransız Protestan Kilisesi, Müslümanları destekliyor. Fransa’nın insan haklarına saygılı medenî aydınları başörtüsünü yasaklayan kanun çıkartılması teşebbüsünün aleyhinde bulunuyorlar. Bizim medyamız kamuoyunu bunlardan haberdar etmiyor.

Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nin rektörü, İslâm dünyasından çok ağır tepkiler aldı ve yalnız kaldı. Hiçbir İslâm âlimi ve müftüsü, başörtüsü yasağını haklı ve meşru gösterecek bir fetva veremez. Çünkü böyle bir fetva mevrid-i nass’a aykırı olur. Kaldı ki, İslâm Fransa’nın ikinci dini olmuştur, orada resmî rakamlarla beş milyon Müslüman yaşamaktadır. Gerçek sayı bunun çok üzerindedir.

Böyle bir kanun çıkarsa, Fransa’nın deniz aşırı bölgelerinde de geçerli olacakmış. Ancak yasak, başta Katolik okulları olmak üzere özel okulları kapsamıyor. Yasaktan sonra dindar Müslümanlar bu okullara yöneleceklerdir.

Japonya’dan bir kadın bakan İran’a gitmiş, orada bulunduğu müddet zarfında başını örtmüş. Bizdeki malum gazetelerden biri bunu garipsiyor. Yahu senin ülkende Müslüman kadınlar başları örtülü olduğu için mahkeme salonundan atılıyor, Müslüman kızlar okullara ve üniversitelere örtüleriyle giremiyor, Başbakanın, bakanların, milletvekillerinin başı örtülü hanımları resmî resepsiyonlara çağrılmıyor, ülkemize ilmî bir toplantı için davet edilmiş olan Ummanlı doktor Semire Musa başı örtülü olduğu için üniversite kapısından kovuluyor; bütün bunlar bir ayıp ve garabet teşkil etmiyor da, Japon hanım bakanın İran’da başını örtmesi acayip karşılanıyor. Fesubhanallah!

Hükümetimiz nüfus kimlik kartlarında din belirtilmesini mecburî kılan hükmü kaldırmak istiyor. Yunanistan böyle bir şey yapmak isteyince, Ortodoks kilisesinin teşvikiyle Selanik’te bir milyon kişilik bir protesto yürüyüşü yapılmıştı. Bizde, nüfusumuz çok fazla olduğu için en az beş milyon Müslümanın, yasal sınırlar ve ölçüler dahilinde yürümesi gerekir. Maalesef beş kişi bile toplanıp protesto etmez, hattâ teşebbüsü alkışlayan bile çıkabilir.

Bazı şeylerin olması için birtakım ön şartlar gerekiyor. Türkiye’de temel insan haklarına riayet edilmesini istiyorsak, medenî bir toplum olmaya çalışmalıyız. Bedevilik ile demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü bir arada yürümez. Kendimizi boşuna aldatıp durmayalım.

Müslümanların medenî, vasıflı, üstün, güçlü olmasını istemeyenler sadece din karşıtları değildir. Din baronları ve din sömürücüleri de, böyle bir şeyi istemezler. Çünkü medenî, vasıflı, olgun, yararına ve zararına olan şeyleri iyi bilen Müslümanlar kendilerini kaz gibi yoldurtmazlar, inek gibi sağdırtmazlar, körü körüne hiçbir kimsenin peşine düşmezler. Hele hiçbir şahsa ve teşkilâta hesapsız kitapsız, icraatsız, güvencesiz para vermezler, maddî destek sağlamazlar.

Medya gücünden faydalanabilmek için Müslümanların medenî olmaları gerekiyor. Medeniyet lüks meskenlerde oturmakla, lüks ve pahalı arabalara binmekle, lüks lokantalarda tıkınmakla, doksan milyar liralık kol saati takmakla, trilyonlarca liralık serveti olmakla elde edilen bir şey değildir. Medeniyet ilim, irfan, kültür, sanat, ahlâk, fazilet, estetik demektir.

İslâm dünyasında, Katoliklerin miladî onbeşinci asırda yaşadıkları kirliliğe, rezaletlere, pisliklere benzer bir durum görülüyor. Üstad Necip Fazıl merhumun dediği gibi oluklar çift, birinden nûr akıyor, birinden kir. İhlâslı, temiz, namuslu, şerefli, haysiyetli, istikametli, haram yemez, efendi, mürüvvetli Müslümanlar var ama bir de, bunların tam zıddı din sömürücüsü, ahlâksız, rant yiyici, götürücü, hortumlayıcı, rezil, sahtekârlar da var İslâm dünyasında. Dinimizin iyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek farizası uyarınca bu pisliklerle mücadele etmediğimiz ve bu muzahrafatı islâmî hizmetler ve faaliyetler dairesinden süpürüp dışarıya atmadığımız müddetçe iki yakamız bir araya gelmeyecek, beklediğimiz kurtuluş ve selamet gerçekleşmeyecektir.

Bazı çok önemli, çok hayatî, çok lüzumlu, çok zarurî hizmetler var. Bunların yapılması için de, büyük miktarda para ve maddî imkân gerekmiyor. Her biri birkaç bin dolara gerçekleştirilebilir. Ancak ne gariptir, ne acıdır ki, milyarlarca doların toplandığı islâmî kesimde nice zarurî hizmet yapılmıyor. Camiye hela veya kalorifer yaptırılacak denilince, bunun parası bulunuyor. Ama misyonerlere cevap mahiyetinde bir broşür hazırlanıp basılacak denilince, birkaç bin dolar bulunamıyor. Müslüman kesim medenî olsaydı böyle mi olurdu? Medenî Müslümanlar bulunsaydı, misyonerler her yıl on milyon broşür mü dağıtıyor, onlar yirmi milyon dağıtırlardı.

1929’da İstanbul’da altı tane günlük Fransızca gazete çıkıyormuş (eski yazılarımdan birinde bunların isimlerini vermiştim.) Acaba günümüzün onbeş milyon nüfuslu İstanbul’undan, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac cenâplarına, başörtüsü konusundaki anti-demokratik tutumunu protesto eden onbeş Fransızca mektup gönderilmiş midir? Hiç zannetmem.

Çadırlarda yaşayan, develerle ve atlarla bir yerden bir yere göçen bedevilerin bile kendilerine mahsus ahlâkî kuralları vardır. Müzeyyen kâşânelerde oturan, limuzinler veya ciplerle gezen, pahalı ve lüks markalı kılık kıyafete bürünen, milyarlarca liralık kol saatleri takan, dini imanı para ve rant olan, evlerinin en mutena köşesinde kütüphanesi bulunmayan modern bedevilerin ahlâka ihtiyacı yok… 13 Ocak 2004