Pazar

Avrupa Birliği’ne aday olduk diye yeri göğü inlettiler, zil takıp oynadılar, halka pembe tablolar çizdiler. Ben şahsen Müslüman bir vatandaş olarak Avrupa Birliği’ne girilmesine taraftarım. Niçin? Öncelikle, bugünkünden çok daha fazla din ve vicdan hürriyeti olacaktır. Kokuşma ve kötülükler azalacaktır. Resmî ideoloji kalkacaktır.

Bugünkü halimizle bizi Avrupa Birliği’ne alırlar mı? Bunu ümit etmek ahmaklık, geri zekalılık olur. Çünkü:

1. Vizeler kaldırıldığı, sınırlar açıldığı zaman en az on milyon Türkiyeli iş ve ekmek için Avrupa ülkelerine göç edecek, bu ise büyük bir kargaşaya yol açacaktır.

2. Türkiye’de müzmin ve yüksek bir enflasyon uzun yıllardan beri sürmekte ve bütün siyasî, sosyal, iktisadî yapıyı tahrip etmiş bulunmaktadır. Yalnız dış borçların yekunu 150 milyar dolara yaklaşıyor. İç borç da gırtlağa kadar. Avrupa böylesine borçlu bir memleketi birliği içine dahil etmek ister mi?

3. Avrupa Birliği’ne dahil bütün ülkelerde din ile devlet barışıktır, uzlaşma içindedir. Bizde ise siyasî rejimle, resmî ideoloji ile din arasında kavga vardır.

4. Hiçbir Avrupa ülkesinde

resmî ideoloji hakimiyeti ve hegemonyası

yoktur. Bizde vardır.

5. Bizdeki sistem gerçek bir demokrasi değildir. Bizdeki laiklik gerçek laiklik değildir, devlet dini sistemidir. Bizde temel ve evrensel insan hakları ihlal edilmektedir. Fikir, görüş ve inançlarından ötürü hapishanelerde aydınlar, gazeteciler, eski bakanlar, eski milletvekilleri bulunmaktadır.

6. Bizde kokuşma korkunç ve dehşet verici boyutlara ulaşmıştır.

7. Bizde fahişelik, fuhuş, kadın ticareti resmî

“Vesikalarla”

yasallaştırılmış bulunmakta, bu suretle kadın hakları ve haysiyeti ayaklar altına alınmış olmaktadır. Böyle bir uygulaması olan bir ülke Avrupa Birliği’ne alınmaz.

8. Türkiye’nin en az üçte ikisinde

asayiş ve güvenlik

yoktur.

Avrupalılar deli değiller ki, bu durumda olan bir ülkeyi birlikleri içine alsınlar.

Peki bazı kişiler ve çevreler niçin bu konuda yalan propagandalar yapıyor; borazanlar, yem boruları çalıp duruyorlar.

Niçin Sorulmuyor?

Halkın, on milyonlarca vatandaşın zihinleri teşviş edilmiş, akılları karıştırılmış, beyinleri yıkanmıştır. Büyük basının ve televizyonun bir kısmı milletin ve toplumun üzerine bardaktan boşanırcasına yalan yağmurları yağdırmakta, martaval fırtınaları estirmektedir.

Eski Roma’da başkent halkına buğday ve şarap bedava dağıtılır, senede 115 gün bayram, festival, eğlence tertip edilirmiş. Ta ki, yesinler, içsinler, eğlensinler, sarhoş olsunlar ve başka işlere vakit bulamasınlar diye.

Büyük medyanın, egemen azınlıkların yalanlar ve mitoslar üzerine bina edilmiş sun’î (yapay) gündemleri vardır. Halkın bazı gerçekleri öğrenmesini, ülkenin feci durumu üzerinde derin derin düşünmesini, hesap sormasını, sorgulamasını istemiyorlar.

Şu anda Türk Lirası, dünyanın en değersiz parası haline getirilmiştir. Bir Amerikan doları alabilmek için 600 bin lira ödemek gerekiyor. Niçin böyle oldu? Bu düşüşün suçluları kimlerdir?

İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer Türkiye şehirlerinde onbinlerce Güney Kore otomobili dolaşıyor, bu uzakdoğu ülkesi bizde fabrika kurdu. Bizim ürettiğimiz otomobiller niçin Güney Kore’de satılamıyor? Bizim onlardan ne eksiğimiz var?

Ekmeklilik buğdayımız, etimiz, pirincimiz, nohut ve fasulyemiz dışarıdan getirtiliyor. Niçin?

Türkiye bir sömürgeye dönüştürüldü. Bu hıyaneti kimler yaptı?

İsrail’de eski başbakan Netanyahu, yolsuzluktan dolayı mahkemeye veriliyor. Bizdeki kodaman, kocaman, pabucu büyük, kibar, yüksek hırsızlar, haydutlar, talancılar hakkında niçin tahkikat yapılamıyor, onlara niçin ceza verilemiyor?

Başta Türkiye olmak üzere hiçbir Türk ülkesi, yüz yıl içinde bir tek Nobel armağanı kazanamadı. Niçin?

Daha bunlar gibi onlarca, yüzlerce önemli soru var ki, aydınların ve halkın bunları sorması, birilerinden hesap istemesi gerekir. Lakin bizim gündemimizde bu sorular yok. Tarkan’ın askerlik maceralarını manşete atan gazetelerimiz bu gibi konularla uğraşmaz.

Bu memlekete gazete lazım, televizyon lazımdır.

İslâm Bizi Yüceltti

Türkler son bin yıl içindeki bütün izzetlerini, üstünlüklerini, güçlerini, zaferlerini, fütuhatlarını İslâm’a borçludur. Oğuz Türkleri, büyük tarihçi

Arnold Toynbee

‘nin,

“Eflatun’un ideal Cumhuriyetine realitede en fazla yaklaşabilmiş sistem Osmanlı devletidir”

cümlesiyle övdüğü

devlet-i ebed-müddeti İslâm’a bağlılıkları, İslâm’ı hayata uyguladıkları için kurabilmişlerdir.

Anadolu’nun fethi, Türk ordularının Viyana önlerine kadar gitmesi, Barbaros’un ve büyük denizcilerimizin Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirmeleri, İstanbul’un alınması ve daha nice muzafferiyat ve fütuhat hep İslâm ile kabil olmuştur.

Peki İslâm bize bunca izzet, şeref, yücelik, fazilet sağlamışken birtakım kişiler, gruplar, güçler niçin bu din ile, bu dine bağlı olan milletle bu kadar uğraşıyor? Onların gayesi Türkiye’yi, Türkiyelileri, Türkleri yüceltmek midir, yoksa alçaltıp zelil etmek midir? İslâm’a cephe alındıktan sonra neler oldu? Devlet, ülke, maarif, kültür, sanat, hukuk, mimarlık ilerledi mi? Bu sorunun cevabını Türkiye’nin manzarasına bakarak verebilirsiniz?

Eskiden Haçlı Batılılar, İslâm ile Türk kelimesini özdeş ve eş manalı görürlermiş.

İslâm Türk, Türk İslâm demekmiş.

Türkler İslâm’a sarıldıkça yücelmişler, izzet ve şeref bulmuşlar; İslâm’dan uzaklaştıkça da alçalmışlar, zillet içine düşmüşlerdir.

Şimdi İslâm’ın yerini tutacak ideoloji, sistem arayışları içindeler.

İslâm öncesi pagan mitolojilerinden medet umuyorlar.

Bütün bunlar boştur.

Bu millet Müslümandır, Müslüman kalacaktır.

Halkımızın paganizme döneceğini ümit etmek akıl kârı değildir. 03 Nisan 2000