Avrupa’nın İslâmlaşması
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 25 Aralık 2018
Çarşamba
Büyük Alman düşünürü Oswald Spengler (1880-1936), Avrupa’nın, Avrupa medeniyetinin geleceğinin karanlık olduğunu “Batı’nın Gerileyişi” (Der Untergang des Abendlandes) kitabında çok önceden haber vermişti. Bu kitap 1918 ile 1922 tarihlerinde yayınlanmıştı. Avrupa o tarihlerde çok güçlü görünüyordu. İslâm dünyasının büyük kısmı Batı’nın sömürgesiydi, Hindistan İngiltere’nin elindeydi, Endonezya Hollanda’nındı, Afrika’nın yüzde 95’i koloniydi. Spengler doğrusu çok uzak ve keskin görüşlü bir düşünürmüş.
Avrupa’nın geleceği niçin karanlıktır?
Birinci sebep: Nüfusu artmamakta, yenilenmemektedir. Yirmi beş seneye kalmaz genç Müslüman nüfus Avrupa’da büyük ağırlık kazanır.
İkinci sebep: Avrupa kültürü ve medeniyeti Yahudilik ve Hıristiyanlık temelleri üzerine kuruludur.İkisi de gerilemektedir, kan ve can kaybetmektedir.
Üçüncü sebep: Avrupa bir madalyona benzer, bir yüzünde maslahatı, öbür yüzünde mefsedeti…Her geçen gün mefsedet tarafı ağır basmaktadır. Bugünkü Avrupa modern bir Sodom Gomore’dir. Hattâ ahlâksızlık ve iffetsizlikte onu geride bırakmıştır. Bundan dört yüz yıl önce yaşayan Hıristiyanlara (Katolik olsun, Protestan olsun), 21’inci yüzyılda eşcinsellerin kiliselerde (İsveç) dinî, nikâhlarının kıyılacağı söylenmiş olsaydı, kesinlikle inanmazlar, hattâ söyleyeni ateşte yakarlardı.
Dördüncü sebep: Avrupa, kendisini ayakta tutan erdemlerin yüzde doksanını kaybetmiş, bencil, hedonist, maddeci olmuştur.
Beşinci sebep: Dinsizliktir. Hiçbir toplum, hiçbir devlet, hiçbir kültür dinsiz yaşamaz. Sovyetler Birliği dinsiz bir ideoloji ve rejim üzerine kuruluydu ve çöktü. Avrupa’nın nice ülkesinde kiliseler cemaatsizlikten kapanmış, hattâ bazıları Müslümanlara satılmış, câmiye çevrilmiştir.
Altıncısı: Avrupa madalyonunun bir tarafında hukuk ve adalet varsa; öbür tarafında zulüm, sömürü, adaletsizlik, insafsızlık, acımasızlık vardır.
Batı’nın çökmesi için teröre hiç lüzum yoktur. Batı zaten kendi kendine çöküyor, kendini çökertiyor.
Yirmi beş seneye kalmaz, nice Avrupa ülkesi Müslüman olacaktır.
Avrupa’nın güçlü bir medeniyeti ve kültürü, yine çok güçlü fenleri, teknikleri, nizamları vardır. Müslümanlar, bu medeniyet ve kültürün iyi taraflarını devam ettirebilecekler mi?
İleride Avrupa’ya bedevî zihniyetli ve bid’at fırkalarına mensup Müslümanlar hâkim olursa vahim bir dekalaj meydana gelecektir.
Benim görüşüme göre Avrupa’ya tasavvuf ve tarikat taraftarı ve mensubu Müslümanlar hakim olmalıdır. Kopukluk, seviye farkı, değişim sancıları ancak böyle önlenebilir.
Nasıl bir tarikat ve tasavvuf?.. İslâm’ın zahirine, Şeriata yüzde yüz bağlı (Bid’at-i seyyiesiz) bir tasavvuf.
Osmanlı devleti, barışı, sistemi böyleydi. İki kanatla uçup yükseliyordu; Şeriat ve Tarikat…
Tasavvufu ve tarikatları inkâr eden, bunlara küfür ve şirk damgasını vuran, sûfî Müslümanları müşriklik ve kâfirlikle suçlayan, tarikat evliyasına evliyauşşeytan diyen, topluca zikrullah yapılmasını yasaklayan ve önleyen bedevî zihniyet Avrupa’nın İslâm’a geçişini güçleştirir, kopukluklara sebep olur, şiddetli sancılara ve acılara yol açar.
Avrupa İmamı Gazalî, Abdülkadir Geylanî, Hasan eş-Şazelî, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşbendî, Mevlânâ Celalüddin Rûmî, İmamı Rabbanî, Muhyiddin Arabî, Emîr Abdülkadir Cezairî ve benzerleri gibi mâneviyat fatihleri tarafından feth edilmelidir.
Şu anda Avrupa’da Ehl-i Sünnet Müslümanlığı ile Vehhabîlik/Selefîlik arasında büyük bir rekabet ve çekişme vardır. İnşaallah yarışı Sünnîler, mutasavvıflar, turuk-i aliye-i Muhammediyye mensupları kazanır. Neo-Haricîlerin, aktivistlerin, teroristlerin, kazanması hiç iyi olmaz.
Bugünkü (dünkünde değil) Avrupa medeniyet ve kültüründe toleransın, çoğulculuğun büyük yeri vardır. Sünnî Müslümanlıkta, İslâm tasavvufunda da bu değerler vardır. İbnTeymiye’nin, Muhammed ibn Abdilvehhab’ın, Selefîlerin meşrebinde bu değerler yoktur.
Osmanlı imparatorluğu, hakimiyeti altındaki bütün milletlere (dinî cemaatlere) din ve inanç hürriyeti tanımış, onların kimliklerini, lisanlarını, kültürlerini korumalarına izin ve imkân vermişti. Çünkü Osmanlı’da sûfîlik vardı, sûfî kültürü vardı.
Müslümanların, yeterli sayıda vasıflı çocuklarını seçip ayırarak Batı’nın en parlak mektep ve üniversitelerinin sosyal ilim branşlarında (İslâm’dan hiçbir tâviz vermeden) okutup vasıflı elemanlar yetiştirmesi, vasıflı kadrolar kurması gerekir. Böyle yapılmazsa, önümüzdeki büyük ve kökten kültür değişikliğinde talihsiz olaylar yaşanması kaçınılmazdır.
Dünya bir Titanic’tir, sen de onun üzerinde ya bir yolcusun, ya da mürettebat (gemi personeli) takımındansın. Titanic batıyor, herkes canını kurtarsın.
Titanic batar mı hiç?.. Hem de ilk seferinde… Ne demişti biri onun için: “Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz!..”
Öyle bir battı ki… Gemi o kadar büyüktü ki, buz dağına çarpınca küçük bir sarsıntı oldu, yolcular işin vahametinin farkında olmadı. Lakin yetmiş metre uzunluğunda bir yarık açılmış ve sular içeriye dolmaya başlamıştı. Çaresiz batacaktı.
Gemi değil bir alâmet. Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete… Gemi kat kat… Üst katlar lüks mü lüks… Panik çıkmasın diye geminin batacağını yolculara haber vermediler. Orkestralar çalıyor, çiftler dans ediyor. Yemek salonlarında nefis ve leziz yemekler yeniyor, şampanyalar, şaraplar içiliyor.
Oyun salonunda yeşil çuhalı yuvarlak masasının önünde krupiye “Mesdames Messieurs… Les jeux sont faits!..” diye bağırıyor…
İşte Titanic böyle battı. Kazadan sonra orkestralar çeşitli parçalar çaldı ama en son çalınan “Tanrım bizi koru!..” idi.
Titanic şampanyalar, şaraplar, danslar, lüksler, sefahatler ile battı.
Okyanus, dev transatlantiği yuttu.
Şu, “Tanrı bile bu gemiyi batıramaz”dedikleri alâmet ilk seferinde battı. Bir battı pîr battı.
Ey yolcu sen de bir Titanic’tesin ve Titanic battı, batacak, batıyor.
Titanic binalarla, zinalarla, bin türlü skandal ve rezaletle, kepazeliğin her türlüsü ile çalgı ve çengileriyle, işveli karı kızlarıyla, büyük kumar partileriyle batıyor.
Bu batıştan haberin var mı senin?
Yolcu sarhoş, hancı sarhoş, han sarhoş…
Titanic’in lüks süitlerinde kalan şu mağrurlara bak. Onlar sırılsıklam, dut gibi, küp gibi sarhoş. Dünya sarhoşları…
Şu bir tabağı küçük bir servet eden trüfli yemeği iştah ile midesine indiren pis boğaz biraz sonra boğulacağından habersiz.
Fettan madam takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, bin naz ve cilve ile dolaşıyor. O da biraz sonra boğulacak.
Dünyaya tepeden bakan Lord Clarendon, Sir Hamilton, Major Thomson, Lady Witybed, Prenses Aznavur ve Marki Protokop gaflet içinde sohbet ve gıybet ediyorlar. Onlar da batacak.
Sayın Titanic yolcusu… Seni uyarsam, gemi batıyor, kendini kurtar, başının çaresine bak desem bana kızar mısın?
Kurtulmak mümkün mü? Elbette mümkün. Nasıl kurtulabilirim sorusunun doğru cevabını bulabilirsen… 19 Kasım 2009