Cuma

 

Ünlü İspanyol düşünürü-filozofu Ortega Y. Gasset’nin “Yığınların İsyanı” adını taşıyan klasikleşmiş bir kitabı var. Dünyada demokrasinin genelleşmesi ve seçkinciliğin-aristokrasinin hakimiyetini kaybetmesi sonucunda büyük bir değişiklik oldu; birçok ülkede, bilhassa üçüncü dünya ülkelerinde işler, idare, güç yığınların eline geçti.

Türkiye’mizde topyekûn bir kalitesizlik-vasıfsızlık görülüyor. Sanat, kültür, edebiyat, şiir, musikî, mimarlık, şehircilik, âdab-ı muaşeret (görgü), politika, medya, ticaret, sanayi… Her sahada vasıfsızlık kendini gösteriyor.

* Türkiye, Güney Kore gibi güçlü, ihracata yönelik bir otomobil sanayii kuramaz mıydı? Pekala kurabilirdi. Bizim imkânlarımız, potansiyelimiz, durumumuz Güney Kore’den daha müsait idi. Lakin yapamadık. Niçin? Çünkü idarecilerimiz ve sanayicilerimiz bu iş için gerekli yüksek vasıflara sahip değildi. Otomotiv sanayii konusunda ucuz, kolay, neticede ülkeyi ve toplumu batıran bir yolu tuttuk. Batının geri, demode, ihraç etmeye müsait olmayan çirkin ve vasıfsız otomobil türlerini uzun yıllar boyunca montaj usulü ile ürettik; iç piyasayı tokatladık.

* Türkiye’nin idarecileri, aydınları, seçkin üst tabakası, yüksek bürokratları vasıflı olsaydılar demiryollarımız böyle geri mi olurdu? Dünyanın en medenî, en ileri, en kalkınmış, en akıllı ülkeleri demiryollarını geliştirdiler, tekniğin en son imkan ve buluşlarını kullandılar, uçaklarla rekabet eden hızlı-trenlerle saatte 250 kilometre yol aldılar. Biz ise, son elli yılda otobüs taşımacılığına yüz milyarlarca dolar yatırdık veya batırdık.

* Doğu ve Güneydoğu sınırlarımızın dışında her tarafımız denizlerle çevrili. Biz deniz taşımacılığından da istifade edemiyoruz.

* Batı Avrupa ülkelerinin hepsinden geniş bir arazimiz var. Doğru dürüst tarım ve hayvancılık yapamıyoruz.

* Her tarafı okulla doldurduk ama millî eğitim sistemimiz iflas etmiş vaziyette. Nice lise mezunumuz edebî zengin Türkçeyi bilmiyor, anlamıyor.

* Üniversitelerimizin hali malum. Bir kısım Pembe karacüppelilerin en büyük meselesi ve misyonu başörtüsü ile savaştır. Bunca üniversite Türkiye’ye hâlâ bir Nobel veya benzeri uluslararası ödül kazandıramadı.

* Büyük medyamızın vasıflı olduğu söylenebilir mi? Bizde niçin? 38,5 milyonluk Polonya’daki gibi haftada 780 bin adet basan bir haber-yorum dergisi çıkmıyor. Bizim en fazla satan haftalık dergimizin tirajı 20 bin civarındadır.

* Nüfusu üç-beş milyonluk nice medenî ülkede kitap tirajları beş bindir de, bizde niçin bir, bilemediniz iki bindir?

* Eskiden ülkeleri yabancılar, düşmanlar, barbarlar talan eder, soyarmış. Türkiye’yi şimdi, kendi içinden çıkan haşarat ve eşkiya soyup, talan ediyor.

* Kanunlar var, mahkemeler var, hukuk var ama soyguncu haşarat ile başa çıkılamıyor.

* Vasıfsızlık beyinlere de sirayet etti. Türkiye sorgulayamıyor. Türkiye çare ve çözüm üretemiyor. Türkiye, büyük meselelerini müzakere edemiyor, tartışamıyor.

* Bazıları laiklik elden gidiyor diye yeri göğü inleten feryatlar kopartıyorlar ama Türkiye’de laiklik diye bir şeyin olmadığını anlamıyorlar.

• Dünyanın hiçbir medenî, ileri, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş, evrensel insan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerinde resmi ideoloji diye bir heyulâ yok. Bizde var.

* Dünyanın hangi medenî ve ileri ülkesinde, o ülkenin bin yıllık kültürünün, tarihinin, edebiyatının kayıtlı olduğu yazı yasaktır? Fransa’da lise mezunu bir gencin, Racine’nin 1928’den önce basılmış bir kitabını okuyamaması düşünülebilir mi? Bizde, binde bir Türkiyeli dışında halk ve aydınlar 1928’den önce yazılmış, basılmış kitapları okuyamaz. Bu konuyu fazla kurcalarsanız başınız belaya girer, çarpılırsınız.

* Dünyanın bütün medenî ülkelerinde gıda maddelerine koruyucular, aromalar, kimyevî boyalar, çeşit çeşit zehirli maddeler konulmuyor. Bizde ise tam tersine.

* Medenî ve ileri ülkeler, halkın sağlığını korumak için sigara tüketimini azaltırken, bizde her geçen gün bu tüketim artıyor.

* Çeşit çeşit gruplar “Türkiye’yi çok seviyoruz…” şarkıları söyleye söyleye bu vatanı, bu halkı, bu devleti batırmak için her kötülüğü yapıyor.

Siz büyük rüşvetler, büyük alavere-dalavereler bitti mi sanıyorsunuz? Devam ediyor. Daha usturuplu çalışıyorlar.

Birtakım İslâmcıların son otuzbeş yıldaki maceralarına bakınız. Nice mücâhid müteahhit oldu. Bundan birkaç ay önce Gerçek Hayat dergisinde bu konu ile ilgili çıkan yazıyı köpeğe yedirselerdi kudururdu. Bizde bir inilti bile çıkmadı.

Yeşil haşarat ve eşkiya İslamî hareketi kirletti, dejenere etti.

Hepsini suçlamam ama ülkücü, Türkçü, milliyetçi geçinen bazılarının yaptıklarını gördük.

Laikçilerin, çağdaşların, uygar geçinenlerin ne haltlar yediklerini bilmeyen kalmadı.

Pembelerin bir kısmı için Türkiye bir sömürgedir; babalarından, atalarından miras kalan bir çiftlik veya mandıradır.

Yirmibeş yıl içinde nasıl oldu da 200 milyon doları aşan bir kara, haram, pis, necis para birikimi oldu?

Aileden serveti olmayan, maaşından başka geliri bulunmayan bazıları nasıl oldu doların milyonu ile zenginleşti?

Sadece PKK savaşından birkaç yüz milyar dolar vurdukları söyleniyor. Bu memlekette vicdan olsaydı, bu toplum tepkili bir toplum olsaydı sadece gazeteci Avni Özgürel’in bu konuda yazdıkları bile ortalığı allak bullak etmeye yeterdi.

Akıllı ülkeler ve milletler sanayi, tarım, hayvancılık, balıkçılık ticaret, ihracat, çalışıp çabalama yollarıyla kalkınıp yükseliyorlar. Bizde ise yerli Moğol sürüleri ülkeyi, halkı, devleti talan ederek semiriyor. Bu gidiş daha ne kadar sürer?

Bu memlekette aydın yok mudur ki, bir sorgulama devri başlatılamıyor. Beyinlerimiz, vicdanlarımız dumura mı uğradı?

Ah, vasıfsızlık bizi mahv etti! 23 Ekim 2004