Ayasofya Ne Zaman ve Nasıl Tekrar Cami Olur?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Perşembe
1. Müslümanlar İstanbul’da dünyanın en büyük ve en güçlü “Bizans Araştırmaları Enstitüsü”nü kurdukları; yüzlerce Müslüman gencin bu sahada birinci sınıf uzman olarak yetiştiği, Bizans konusunda yüzlerce değerli tarih, sanat kitabı yayınlandığı zaman.
2. Ayasofya’nın mihrabına geçecek, minberine çıkacak, kürsüsüne oturacak imamların, hatiplerin, vaizlerin Fatih Sultan Mehmed gibi beş-altı lisanı iyi bildikleri, bu lisanlarla konuşabildikleri, yazabildikleri, düşünebildikleri zaman. Tabii ki, bu lisanlardan birinin mutlaka Grekçe olması gerekir.
3. Ayasofya’nın minarelerine çıkıp ezan okuyacak müezzinlerin Pavarotti’yi solda sıfır bırakacak derecede sese, musikî bilgisine, edaya, üslûba sahip oldukları; bunları dinleyen sanat kültürüne sahip yabancıların okunan nağmelere hayran kaldığı zaman,
4. Yüksek tabaka, temsilci, Müslüman kadınların tesettür kıyafetlerinin dünyanın en sanatlı, en zarif, en estetik kıyafeti olduğu zaman,
5. Başta İstanbul Müslümanları olmak üzere, Türkiye Müslümanlarının dünyanın en fazla kitap okuyan, sanata ve kültüre önem veren topluluğu haline geldiği zaman.
6. Mimarlıkta, dekorasyonda, güzel sanatlarda İstanbul Müslümanlarının bütün dünyaya, bütün insanlığa ışık saçtığı, yol gösterdiği, örnek ve model olduğu zaman.
7. Müslümanların İstanbul’da açtıkları kolejlere ve üniversitelere, yabancı ülkelerdeki gayr-i müslimlerin bile çocuklarını öğrenci olarak yazdırmak için sıraya girdikleri zaman.
8. İnsanlıkta, kibarlıkta, nezakette, görgüde, mürüvvette, ahlâk ve fazilette İstanbul Müslümanlarının dünyanın birinci taifesi olduğu zaman.
9. İstanbul Müslümanları, dizayn/tasarım konusunda İtalyanları da geçerek dünya birincisi oldukları zaman.
10. Müslümanların, insan ve dünya boyutlarına uygun en dengeli, en tabiî, fıtrata en uygun medeniyet nizamını kurup uyguladıkları zaman.
Bugünkü halimizle, sittîn (altmış) sene “Ayasofya açılsın, Ayasofya açılsın…” diye bağırsak, hiçbir faidesi olmaz. Ayasofya lâfla açılmaz, Ayasofya kendi kendine açılmaz, Ayasofya durup dururken açılmaz… Ayasofya, hürriyet gibidir. Hürriyet verilmez, alınır…
Ayasofya’yı 21 yaşında cami yapan Fatih Sultan Mehmed Han zamanının en bilgili, en medenî, en olgun, en faziletli hükümdarıydı. Bir milyon Müslümana binerlik tesbihler verilse, bunların her biri yetmiş bin kere “Ayasofya açılsın… Ayasofya açılsın… Ayasofya açılsın…” diye çekseler, yekûn olarak 70 milyar eder; Ayasofya’nın kapıları biz Müslümanlara bir milimetre bile aralanmaz.
Elli seneden beri, “Ayasofya açılsın…” diye bağırıyoruz. Arpa boyu yol gidebildik mi? Bendeniz 1960’lı yıllarda sadece bir nüsha yayınlanan “Ayasofya” adında bir de gazete çıkartmıştım.
Ayasofya bir semboldür. Bizim hürriyetimizin, haysiyetimizin sembolü. Biz, bugünkü durumumuzla ne hür olabiliriz, ne de haysiyetli Müslümanlar olabiliriz.
Bizi bu hale kimler getirdi? Sakın kendimizi aldatmayalım. Bizi bu hale dinsizler, masonlar, Pembeler, şunlar bunlar getirmedi. Sorumluları, suçluları, kabahatlileri görmek mi istiyoruz? O halde hemen aynaların önüne koşalım…
İslâmiyet’in bizi hür kılacak, yüceltecek, üstün hale getirecek, güçlendirecek ne kadar hükmü, temel prensibi varsa bunların hiçbirini hayata uygulamıyoruz.
Dinimizin eyleme ait en büyük emri, beş vakit namaz kılmaktır. Bugünkü Müslümanların kaçta kaçı bu farîzayı hakkıyla eda ediyor. Bence yüzde onu geçmez. Şeriatımız ve fıkhımız, hür ve mukîm erkeklerin farz namazları cemaatle kılmaları gerektiğini söylüyor. Namaz kılan yüzde onun, ne kadarı cemaatle kılıyor? Maalesef çok azı.
Dinimiz bize ilim öğrenmeyi emrediyor. İlme, irfana, kültüre, hikmete değer veriyor muyuz? Kaçta kaçımızın evinde özel kütüphanesi var? Kaçta kaçımız faydalı ve değerli kitapları okuyor? Kaçta kaçımız ehliyetli ve icazetli hocalardan ders alıyor?
Dinimiz bize birliği emrediyor. Peygamberimiz “Cemaat rahmettir, tefrika azaptır” buyuruyor. Yüce Kur’an, “Allah’ın ipine hep birlikte, toptan yapışınız. Sakın ayrılıp parçalanmayınız, birbirinize düşmeyiniz. Sonra gücünüz, kuvvetiniz, devlet ve şevketiniz elinizden gider” diye haber veriyor. Biz ne yapıyoruz? Bin türlü hizbe, fırkaya, parçaya, zümreye, cemaate ayrılmışız; birbirimizden kopmuşuz, hattâ nicemiz din kardeşiyle çekişip tepişiyor.
Dinimiz bize “Sizden olmayanları taklit etmeyiniz, onlara benzemeye çalışmayınız. Kim bir kavme benzemek için çalışırsa, ondan olur…” uyarısında bulunuyor. Biz ise, dinsizler, inkârcılar, sapıklar kertenkele deliğine girseler, peşlerinden gidiyoruz.
Dinimiz bize kanaatli yaşamayı; israftan, gösterişten, aşırı tüketimden, lüksten kaçınmayı emrediyor. Kur’ân-ı Kerim’de, müsrifler yani savurganlar “Şeytanın kardeşleri” olarak kötüleniyor. Biz ise, elimize fırsat geçti mi, lüks, israf, gösteriş konusunda sanki kuduruyoruz. Lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks otomobiller, lüks giysiler, lüks yemekler, lüks mobilyalar… Bu konuda Peygamberimizin, Ashab-ı kiramın, selef-i sâlihînin, evliyaullahın, olgun ve sâlih Müslümanların tersine bir yol tutturmuşuz.
Peygamberimiz, ”Yaşadığı zamandaki İmam-ı Kebire biat etmeden ölen kimse, sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olur” diyerek bizi biatsizlik konusunda uyarıyor ve korkutuyor… Bizim ise, bu tarakta bezimiz yok. İmammış, Emîrmiş, bizim gündemimizde böyle maddeler mevcut değil.
Dinimiz bize bilgi, aksiyon, estetik konusunda karşıtlarımızdan daha üstün, daha güçlü, daha vasıflı olmayı emrediyor. Biz ise, faydasız dünya meşgaleleri, dedikoduları, faaliyetleriyle vakit öldürüyoruz.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), insanlığa en yüksek ahlâkın örneği ve modeli olarak gönderilmiştir. Gerçek bir İslâm toplumunda diz boyu ahlâksızlık olmaz. İslâm toplumunda mal, can, ırz, inanç güvenliği vardır. İslâm toplumunda, zengin bir azınlık haddinden fazla yiyip içer, zevk u sefa sürerken, fakir çoğunluk açlık, zaruret, sıkıntı, sefalet içinde sürünmez. Bizim toplumumuz böyle mi? Dinimizin en temel farzlarından biri de, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaktır, yani iyiliği emretmek, kötülüğü de yasaklamak ve engellemektir. Bu farîzayı toptan terk eden bir İslâm toplumunun başına azap ve felaket geleceği kesin olarak bildirilmiştir.
Ayasofya, biz Müslümanlara kutsal bir emanet olarak verilmişti. Biz bu emanete riayet etmedik, elimizden alındı. Bugünkü kafada gidersek, korkarım, İstanbul da elimizden gider.
Cenaplar, hanımlar!.. Faydasız ve boş edebiyatı, kuru gürültüyü bırakalım da, dinimiz bize ne emrediyorsa onları yapmaya çalışalım. Başka kurtuluş yolu yok.
Allah’ın yardımını mı istiyoruz? O halde, önce biz, iktidarımız nisbetinde kendimize yardım edelim. Namazla, ihlâsla, ahlâkla, faziletle, ilimle, irfanla, hikmetle, hayır ve hasenatla, küçük ve büyük cihadla, birlik ve beraberlikle, biatla kendimize yardım edelim. Böyle yaparsak Allah’ın yardımı, nusreti, avni tecelli edecektir. 03 Haziran 2005