PerşembeEskiden münevver deniliyordu, şimdi aydın. Her okumuşun, tahsillinin, kültürlünün aydın olduğu sanılıyor, yanlıştır. İyi bir üniversitede okumuştur, kültürlü bir insandır, parlak bir diploması vardır ama yine de aydın değildir. Hele uzmanlıkla aydınlığı birbirine hiç karıştırmamak gerekir. Büyük mühendistir, büyük doktordur, büyük işletmecidir, lakin aydın değildir. Niçin? Çünkü aydın olabilmek için birtakım şartlar, vasıflar gereklidir, onlar da onda yoktur.

Efendim, Amerika’nın parlak bir üniversitesinde okumuş, sonra bir prens olarak Türkiye’ye gelmiş, çok parlak bir aydınımızmış… Amerika’da iyi bir tahsil yapmış olmak kişiye hemen aydın unvan ve rütbesini kazandırmaz. Biz nice parlak Amerikan diplomalı prensin yolsuzluk yaptığını da görmüşüz. Yolsuzdan, hırsızdan, hortumcudan, soyguncudan, talancıdan, saçı bitmedik yetim hakkı yiyenden, devlet ve belediye bütçelerini soyandan aydın olmaz.

Aydın olabilmek için birtakım şartlara, boyutlara, vasıflara sahip olması gerekir kişinin.

Birincisi:Fikir namusudur. Târifi ve izahı güç yuvarlak bir lâf… Sağcı veya solcu, dinci veya laik, şucu veya bucu, her ne renkten olursa olsun aydın fikir namusuna sahip olacaktır. 1960’lı yıllardan 90’lara kadar solcu, Marksist geçinenler, sonra Sovyetler Birliği yıkılınca eski doktrinlerini ve inançlarını bırakıp demokrat, laik, çağdaş kesilenler aydın mıdır?Asla. Gerçek aydın olsaydılar, ya ideolojilerinden kolay dönmezlerdi, yahut da erkekçe, mutantan bir şekilde hatâlarını kabul ederlerdi. Bukalemun tabiatlılar aydın değil, bukalemundur. Ayda binlerce dolar maaş ve avanta alacaklar, şahsî menfaat ve prestijleri için her haltı yiyecekler, elbise değiştirir gibi fikir, doktrin değiştirecekler, sonra da kolayca ucuzca aydın olacaklar. Aydınlıkta ısrar mı ediyorlar? O halde işporta aydınıdırlar!

Merhum Necip Fazıl gerçek bir aydındı. Şair tabiatlıydı, bazen deli dolu işler yapardı ama fikirlerinden, inançlarından, ideallerinden en ufak bir tâviz vermezdi. Zindanda geçirdiği günleri toplasak kimbilir kaç yıl çıkar.

Eski solculardan, marksistlerden de gerçek aydın olanları vardı. Fikirlerini, inançlarını beğenmem ama haklarını da teslim ederim.

Merhum Prof. Dr. Ali Fuat Başgil gerçek bir aydındı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra cesaretli yazılar yayınlamış, bir ara ilerlemiş yaşına rağmen sıkıyönetim zindanlarına atılmış, çok sıkıntılar çekmişti. Engel olunmasa, ölümle tehdit edilmeseydi cumhuriyetin dördüncü cumhurbaşkanı olacaktı. İsviçre’ye sürülmüş, orada şerefiyle yaşamıştır.

Nurettin Topçu da aydındı. Sorbonne’da felsefe doktoru olmuş, doçentlik pâyesi almış, öğretmenlik yapmış, gençliğe faydalı olmuş, menfaati için asla şaklabanlık ve hokkabazlık yapmamış, kendi kıt imkanlarıyla namuslu bir hayat sürmüş, yüzü ak, alnı açık bir şekilde şerefiyle, haysiyetiyle ömür sürmüştür.

İkincisi: Şerefli, haysiyetli olmaktır. Leş kargası, çakal, sırtlan gibi çöplenecek ganimet arayan tıynetsizlerin bilgisi, kültürü, zekası olsa da onlar aydın olamaz. Şerefsizden, haysiyetsizden aydın olmaz. Haram yiyen adam aydın değildir. Kendi meşru geliri ve serveti varsa rahat bir hayat sürer, yoksa yağıyla kavrulur, kimseye el açmaz, menfaat peşinde koşmaz aydın dediğin. Aydın, yanılınca çekinmeden yanlışını itiraf eder ve ondan döner. Kişi noksanını ve hatâsını bilmek en büyük irfandır. Bu irfana sahip olmayan inatçı, dediğim dedik adamlar nerede, aydın olmak nerede. Aydın, bir menfaat kapmak için politikacıların devlet ve idare adamlarının huzurlarına gitmez, onlara yaltaklık yapmaz.

Üçüncüsü: Aydın; yapıcı, faydalı, gerekli muhafeleti yapan kişidir. Muvafıktan aydın olmaz, yağcı olur. Aydın bir fikir savcısıdır, fahrî bir müfettiştir; idareyi, sistemi denetler ve kötülüklerle hikmetli bir şekilde mücadele eder. Onun bu hasleti kendisine pahalıya mal olur, başına bir sürü dert ve sıkıntı getirir ama o bundan vazgeçmez. Türkiye’nin bugünkü haline bakınız. Pislik tufan gibi, kokuşma korkunç boyutlara varmış, şu coğrafya üzerindeki bin yıllık varlığımız tehlikeye girmiş. Hıyanetin, kötülüğün, zulmün bini bir paraya. Böyle bir ülkede, böyle bir ortamda aydın kişi muhalefet yapmaz da ne yapar? Muhalefet deyince siyasî muhalefet anlaşılmasın. En geniş mânasıyla topyekûn bir muhalefeti kasdediyorum. Siyasî muhalefet bir aldatmacadır. Düzen partileri iktidar olamayınca muhalefet yaparlar, iktidara geçince de tenkit ettikleri, kötüledikleri şeyleri utanmadan işlerler. Böylelerinin yaptığına muhalefet denilebilir mi? Aydın olabilmek için, karşıt fikirliye yapılan haksızlık ve zulmü de kınamak gerekir. Bir solcu fikirlerinden dolayı tutuklanınca kıyamet kopartıyor, “Fiir suçu olmaz, düşünce suçu olmaz, bu bir zulümdür!..” diye yaygara kopartıyor ama bir Müslüman fikir ve inançlarından dolayı tutuklanınca “Aşırı dinci biri tutuklandı” diye bayram yapıyor, def çalıp oynuyor. Böylesinin aydınlığı başında paralansın. Hangi fikirden, hangi inançtan, hangi ideolojiden olursa olsun (terörist olmamak şartıyla) mazlumu, haksızlığa uğrayanı müdafaa edeceksin, ondan yana çıkacaksın. Aydın olmanın yüz şartından biri işte budur. Bizde bu şarta uyan kaç aydın çıkar yetmiş milyonluk kütle içinden? Zalimlere, hırsızlara, kokuşmuşlara, makyavelistlere, Türkiye’nin kanını iliğini emip sömürenlere karşı muhalefet yapmayan kişi ağzıyla kuş tutsa aydın olamaz.

Dördüncüsü: Türkiye’de aydın olabilmek için edebî-yazılı zengin Türkçeyi bilmek gerekir. Üç yüz kelimelik günlük konuşma ve iletişim Türkçesiyle aydın olunmaz, vatandaş olunur. Şimdi sıkı durun: Bu milletin, bu ülkenin, bu devletin, bu toplumun bin yıldan fazla kullanmış olduğu ve 1928’de yasaklanan yazıyı okuyamayan, o yazıyla yazılmış, basılmış kitaplardaki güzel ve yüksek Türkçeyi anlayamayan kişilere aydın diyebilir miyiz? Sizin vicdanınız elveriyorsa deyin, ben diyemiyorum. Bir İngiliz 1928’den önce İngiltere’de basılmış bir Hamlet kitabını okuyamıyor, okusa bile anlayamıyor, o adam İngiliz aydını olabilir mi?Molière’in, Corneille’in, Racine’nin 1928’ten önce basılmış kitaplarını okuyamayan, Balzac’ın veya Zola’nın Fransızcasını anlayamayan bir Fransız aydın olabilir mi? Olamaz. O halde Fuzulî’yi, Nedim’i, Şeyh Galib’i; onlardan geçtim. Ahmed Midhat efendiyi, Hüseyin Rahmi’yi, Halid Ziya’yı okuyup anlayamayan Türkler de maalesef aydın değildir. Buna çok mu üzüldünüz? Hiç vakit geçirmeden bir elifbe kitabı alıp, bir hoca bulup “Türkçe okuyup yazma öğrenmeye başlayınız…” Yazılı ve edebî anadilini bilmeden kişi aydın değil, okur-yazar bile olamaz. Yetmiş seksen sene önce yazılmış romanlar bile şimdiye kadar kaç kere bugünkü Türkçeye çevrildi, sadeleştirildi, ırzlarına geçildi. Böyle bir ülkede, böyle bir maarifle aydın değil, aydın karikatürü ve müsveddesi yetişir. Bu konuya devam edeceğim. 15 Kasım 2002