Aydın Kimdir? -2-
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Cuma
Beşincisi: Türkiye’de aydın olmanın temel şartlarından biri de Türkiyeli yerli olmaktır. Öyle nüfus kağıdıyla değil, kimliğiyle Türkiyeli ve yerli olmak. Birtakım adamlar yırtınıyorlar, biz doğulu değil, Batılıyız. Biz Asyalı değiliz diye. Bu adamlar yabancılaşmış şaşkınlardır. Türkiye bir Asya ve doğu ülkesidir. Elbette ki, bir ayağı da batıdadır; lâkin doğulu, Ortadoğulu, Asyalı olduğunu inkâr ederek bir yere varılamaz.Millî kimliğini, tarihini, ecdadını, millî kültürünü, kişiliğini inkâr ederek aydın olunmaz. Batı kültürünü, Batı medeniyetini inkâr etmiyorum, yok farz etmiyorum ama önce benim kültürüm, benim medeniyetim, benim kimlik ve kişiliğim gereklidir. Türkiyeli bir aydın Türk lisan ve edebiyatını bilecek ve sevecek, Türk tarihini bilecek ve ona sahip çıkacak, Türk sanat ve mimarîsini benimseyecek ve hayatından bunlardan renkler, çizgiler, üsluplar olacaktır. Nasıl ki, Japonya’da, ikebana, bonsai, kimono, Japon yazısı ve kaligrafisi, Japon çay serenomisi, Japon okçuluk sanatı varsa bizde de alaturkalık olmalıdır yeteri ve gereği kadar. Japonlar çok zor, çok çetrefil, öğrenilmesi çok meşakkatli, çok girift, eğitimi çok zahmetli millî yazılarını terk etmiş olsaydılar, bugünkü gibi ileri ve kalkınmış olabilirler miydi? Bir Japon çocuğu o zor ve zahmetli yazıyı bin türlü gayret ve çile ile öğrenerek azim, sabır, gayret imtihanını kazanıyor ve hayatın ilerideki güçlük ve zorluklarını yenecek hale geliyor. Kolay bir yazı ilerletmez, geriletir. Bizde aydın geçinen zat-ı muhteremin evinin salonuna giriyorsunuz; üslupsuz, şahsiyetsiz, kimliksiz bir hava ile karşılaşıyorsunuz. Adam Türkçe konuşmasa, onun Türkiyeli olduğunu anlayamazsınız. Kabak gibi bir dekorasyon, parası var ama yere fabrikada makine ile dokunmuş berbat halılar sermiş, duvarlarda bir tek hüsn-i hat, tezhib, ebru, millî ve geleneksel sanat eseri yok. Köşede yirmi türlü içki ihtiva eden bir bar. En pahalısından bir televizyon, bin kadar video ve CD filim koleksiyonu, vitrin ve büfelerde Bohemya kristalleri (veya taklitleri), porselenler…Yahu be adam, bari bir tane de Avanos çömleği bulup da vitrinine veya sehpanın üzerine koysaydın ya. Bizim aydın taslağı ile konuşuyorsunuz. Sartre, Heidegger, Kierkegard, Elliot, Aron, Camus, Dante…Yahu bir tane de Türkiyeli, doğulu, Asyalı yazardan, düşünürden, filozoftan, bilge kişiden bahs etsene. Dayımız bunları bilmez ve tanımaz. Bilmediği ve tanımadığı değerler, onun katında yoktur. Böyle Türk aydını, böyle Türkiye aydını olur mu? Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın/ Âdem görünen harları âdem mi sanırsın… Bizim batıcı aydın karikatürümüz sözlerinin arasına zaman zaman “To be or not to be” gibi cümleler sıkıştırır. Fuzulî’den bir beyit oku deseniz bakar gibi bakakalır. Ziya Paşa’yı bilmez, Bakî’yi bilmez. Vasıf-ı Enderunî’yi bilmez. Böyle aydın karikatürleriyle muasır medeniyet zirvelerine değil, muasır gayya kuyularına düşeriz. Nitekim düştük.
Altıncısı: Aydın nasıl yetişir, nerede yetişir? İngiltere’deki Eton, Fransa’daki Dördüncü Henri liseleri gibi liseler, Paris’teki Ecole Normale Supérieure gibi yüksek okullar açarsın, oralardan binlerce, onbinlerce kültürlü genç yetiştirirsin; bunlardan yirmi beşi, ellisi gerçek aydın olur, ülkesini aydınlatır. Böyle okulların yoksa, aydın yetişmesinden ümidi keseceksin.Öyle bitirme imtihansız, bakaloryasız, ön kapıdan girip arka kapıdan elinde paçavra gibi bir diploma ile çıkılan, edebî ve sosyal kültür verilmeyen çağ dışı liselerden aydın yetişmez. Bazen milyonda bir otodidakt yetişir, her otodidakt da aydın değildir. İsviçre’nin nüfusu kırk binden az, Friburg şehrinde bir buçuk milyon kitaplı bir kütüphane var. ABD’nin Hakkarîsi Salt Lake City’deki Utah Üniversitesi’nde iki milyon kitap var, Chicago Üniversitesi’nde on üç milyon, Harvard Üniversitesi’nde on beş milyon kitap var. Mısırlılar İskenderiye’de yeni bir kütüphane yaptılar, dolunca beş milyon kitap olacak. Bizim İstanbulumuz’da en büyük kütüphanede sadece 450 bin kitap bulunuyor. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin durumu içler acısıdır. Tahsisat yok, kadro yok, imkan yok. Memleket son yıllarda lüks otellerle, lüks restoranlarla, lüks batakhanelerle, lüks fuhuşhanelerle, lüks kumarhanelerle, lüks plajlarla, lüks köşkler ve sitelerle doldu ama İstanbul’a beş on milyon kitaplık muhteşem ve güzel bir kütüphane kuramadık. Böyle kafa ile idare edilen bir ülkede elbette aydın yetişmez. Okur-yazar mı yetiştiriyoruz? 1928’den önce basılmış Türkçe bir kitap vereyim eline, okuyabilirse okur-yazardır, okuyamıyorsa kör câhildir o adam!
Yedincisi: Tarihî ârızalar ve kazalar, aydın yetişmesini engeller ve köstekler. Hitler zamanında Almanya âlim, fenci, mühendis, tabip, profesör, kâşif, mucit yetiştirmiştir ama Nazi sisteminin ve rejiminin aydını olmamıştır. Aydın hür fikirli, geniş ufuklu, toleranslı olur. Fikret ve Nâzım’ı göklere çıkartıyor ama Âkif’i, Yahya Kemâl’i,Necip Fazıl’ı diline almıyor, onlara değer vermiyor. Böyle mutaassıp adamlar aydın değil karanlıktır. Aydın, fikirlerini beğenmediği, inançlarını paylaşmadığı değerli kişileri de takdir etmelidir. Bir ülkede aydın, tarihî devamlılık olduğu vakit yetişir. İstisnaları yok mudur? Elbette vardır ama istisnalar kuralı değiştirmez. Türkiye tarihî ârıza ve kazaları bırakıp da tarihî devamlılık çizgisine oturmadıkça gerçek ve büyük aydın yetiştiremeyecektir.
Sekizincisi: Netameli bir soru… Dönmeden aydın olur mu? Türkiye aydını olmaz, Dönme aydını olur… Ne zaman Dönmeliğini açıkça itiraf eder, İslâm’a ve Müslümanlara militanca saldırmaz, Türkiye’nin millî kimliğine saygı gösterirse, şartlarına sahipse o zaman aydın olabilir. Profesör Avram Galanti Musevî idi, lakin Müslümanlığa saygı besliyordu, Müslümanları müdafaa ediyordu. “1492’de atalarımız İspanya’dan kovuldukları zaman Müslüman Türkler bize ülkelerinin kapılarını açtılar, varlığımızı ve kimliğimizi bu ülkede, Müslüman Türklerin himayesinde muhafaza ettik, onlara minnet borcumuz vardır” diyordu. İşte Galanti bu yüzden aydındı. Türk tarihine, Türklere, Müslümanlara, millî kimliğe düşmanlık edeceksin, onları yok etmek için çalışacaksın ve sonra o ülkenin aydını olacaksın. Yağma yok!
Dokuzuncusu: Aydının bilgi, aksiyon ve estetik boyutları son derece gelişmiş ve güçlü olmalıdır. Hele estetik ve sanat boyutu çok önemlidir. Rant için, maddî çıkar için, zenginleşmek için İstanbul’u mahvedenlerden ve onların tahribatına ses çıkartmayanlardan aydın olmaz. İstanbul’daki, Boğaziçi’ndeki çirkin, iğrenç, rezil yapılaşmaya kültürlü yabancılar bile isyan ediyor. İngiliz Veliahdı Prens Charles İstanbul’a geldiğinde, bu canım şehrin haince betonlaşmasına karşı ne ağır tenkitler yapmıştı. Kâfir ağlar bizim ahval-i perişanımıza… Türkiyeli isen sen de ağlayacaksın. Mimarlık ve şehircilik hem bir ihtisas işidir, hem de genel kültürün bir parçasıdır. Çirkin binalar, çirkin yapılaşma, taşlaşma, betonlaşma bir nevi terör hareketidir. Aydın olan bu teröre, bu çirkinliğe muhalefet edecek, elinden geldiği, gücünün yettiği kadar protesto edecektir. 16 Kasım 2002