Cumartesi

Şu veya bu tarikata veya dinî cemaate mensup olmak, İmam-Hatip mektebinde okumuş olmak, filan veya falan şeyhe intisablı olmak bir Müslümanın vasıflı, güçlü ve üstün olması için asla yeterli değildir. Müslümanın vasıflılığının, gücünün, üstünlüğünün üç vechesi veya boyutu vardır:

Birincisi bilgi, kültür, ilim boyutu. Bunun vasıtası edebî ve yazılı lisandır. Üç yüz kelimelik sokak ve pazar Türkçesiyle konuşup yazan, edebî ve zengin Türkçeyi bilmeyen kimse asla ve asla aydın sayılamaz. Teknokrat olmak, teknik konuda bir uzmanlığa sahip bulunmak edebî kültürünün yetersizliğini affettirecek ve mâzur gösterecek bir bahane sayılamaz. Doktor da olsa, mühendis de olsa, jeolog da olsa mutlaka edebî Türkçeyi, Fuzulî’nin Türkçesini bilmeye mecburdur.

Edebiyat bilmekle de iş bitmiyor. Tarih, sanat tarihi ve kültürü, felsefenin liselerde okutulan dallarını (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik), sosyoloji, beşerî ve iktisadî coğrafya gibi disiplinlerde de yeterli kültürü olacaktır.

“Ben doktorum, ben mühendisim, ben teknik konuda ihtisas sahibiyim, bunları bilmeye niçin mecbur olacakmışım?” diyenlere verilecek cevap basittir. Devlet, siyaset, hukuk, sosyal ve siyasal hadiseler hakkında konuşup duruyorsun, işkembe-i kübradan hükümler veriyorsun… O halde konuşma, bilmediğin, kültürüne sahip olmadığın mevzuları mıncıklama!

Genel kültür, üniversitelerde değil, liselerde öğrenilir. Veya öğrenilmez, bizde olduğu gibi. Bizdeki liseler ve kolejler lise değil, lise müsveddesidir, çağın çok gerisindedir. Dünyanın ileri ve medenî ülkelerindeki seviye neyse bizde de öyle olmadıkça çağ seviyesinde aydın yetiştirmemiz mümkün ve kabil değildir.

Namussuz, şerefsiz, alçak, şarlatan, demagog, popülist, ehliyetsiz, liyakatsiz, emanet hâini politikacılar ve idareciler bizde eğitimi çökertmiştir. İster laik kolej olsun, isterse İmam-Hatip mektebi olsun bu kalitedeki okullardan kesinlikle çağ seviyesinde vasıflı, güçlü, üstün aydın yetişmez.

Türkiyeli bir aydında iki şey aranır:

Biri, millî kültürü, kişiliği, kimliği hakkıyla bilmesi.

İkincisi, çağ seviyesinde genel kültür edinmiş olması.

Bu ikisi yoksa o kişi aydın değil, aydın karikatürüdür. Böyle karikatür ve müsvedde adamlarla ülke kalkınmaz, devlet ve millet yücelmez. Nitekim manzara ortadadır.

Bazı akılsız Müslümanlar, “Biz sahib-i zaman, hazretü’l-hazerat, çağımızın kutbu veya gavsi, hattâ bazen mehdisi olan mâneviyat sultanı falan veya filan şeyhe, barona, üstada intisab etmiş ve böylelikle Mevlâ’mızı bulmuş vaziyetteyiz…” şeklinde hezeyanlar sarfetmektedir. Böyle ucuz kurtuluş, bedava münevverlik olmaz. Kişinin derecesinin yükselmesi için ilim, irfan, kültür, sanat, ahlâk, fazilet, hayır ve hasenat, nefsine hakimiyet gibi şeyler lazımdır. Allah’ın Müslümanlara örnek ve model olarak gösterdiği ve gönderdiği Peygamber aleyhissalatü vesselam bile ne sıkıntılar çekmiş, ne zahmetlere katlanmış; savaşlara katılmış, yaralanmıştır. O yüce Peygamber, halkını Hakk’a dâvet için gittiği Taif şehrinde bazı sefiller tarafından taşlanmış, mübarek vücudundan akan kanlar ayakkabılarını doldurmuştur. Peygamber ağlamış, terlemiş, kanını dökmüş, yaralanmış, bazen aç kalmış, binbir çile ve sıkıntı çekerek ümmetine örnek olmuştur. Böyle bir Peygamber’in yolundan gidenlere ucuzculuk, bedavacılık, lüpçülük, bir din baronuna intisab edivermekle kurtulduğunu sanmak yakışır mı?

Müslümanları ucuz ve bedava kurtuluş reçeteleriyle oyalayanlar hâin kişilerdir. İyi bilinmelidir ki, ilimsiz, irfansız, kültürsüz, sanatsız, faziletsiz, hikmetsiz, çilesiz, zahmetsiz kurtuluş ve zafer yoktur.

Müslümanları aldatan, afyonlayan, yanlış yollarda yürüten, kaz gibi yolan, inek gibi sağan şarlatanların ve arivistlerin; vasıf, güç, kültür, üstünlük, sanat gibi şeyler umurlarında bile değildir. O beyinsiz sefiller için geçerli değerler para, servet, menfaat, riyaset, şöhret, makam, mevki, ranttır.Tezgahları çalışsın, başka bir şey istemezler.

Tarikatçi olmak kolaydır ama tarikatli olmak çok zordur. Bugünkü bazı tarikatlar yoldan çıkmış, ticarî şirket, siyasî hizip, holding gibi olmuştur. Futbol kulübü tutar gibi tarikat tutulmaz. Bir yere intisap o kadar kolay değildir. Bugünküler müntesib değil muhibtir. Hattâ muhib bile değildirler. Kimse kendisini “Ben falan şeyhe, filan tarikata intisablıyım” diye kandırmasın. Dervişlik ateşten gömlektir. Nasib meselesidir. Çilesiz, zahmetsiz, bedavadan olmaz.

Yaşı geçmiş olanlar hapı yutmuştur. Gençler kendilerini inşaallah kurtarabilirler. İlme, irfana, kültüre, ahlâka, fazilete, sanata, hikmete sarılsınlar, bunları elde etmek için var güçlerini sarfetsinler. Elde edemezlerse hadlerini bilsinler, münevverlik, okumuşluk taslamasınlar.

Üzülmek, Ağlamak

Katı kalpliliği, vurdumduymazlığı, vicdansızlığı bırakalım da şu memleketin, şu milletin, şu devletin ne hallere düştüğüne üzülelim, ağlayalım. Evet sadece üzülmekle iş bitmez, ağlamak da gerekir. Son zelzele gerçekten büyük bir felaketti, çok üzüldük, yürekten sarsıldık. Lakin o bir kere gelen bir âfettir. Felaketin büyüğü bu memleketin içinde bulunduğu ve devamlı olan kötülüklerdir. Hâinler, namussuzlar, şerefsizler, alçaklar, reziller vatanımızı ve devletimizi batırmak, milletimizi perişan etmek için sanki seferber olmuştur. Hırsızlık, talan, vurgun, soygun, bütçe hortumlaması, rüşvet, uyuşturucu ticareti, kara para, partizanlık, emanete hıyanet, halka zulüm, binlerce köyü yıkıp düzlemek, milyonlarca vatandaşı evinden barkından edip süründürmek, eroini ve kokaini helikopterle taşımak, milleti birbirine düşman kamplara ayırmak; Alevî Sünnî, sağcı solcu, şucu bucu kamplaşması meydana getirerek varlığımızın temellerini dinamitlemek; emeği, üretimi, helal ticareti baltalamak, onların yerine faizi, ribayı, rantı, repoyu, avantayı koymak velhasıl ne kadar kötülük, ne kadar zararlı şey varsa onları desteklemek, teşvik etmek… İşte onların icraatı budur.

Müslümanlar katı kalpli olmayın. Vicdanlı olun ve üzülün, ağlayın şu memleketin, şu milletin, şu devletin başına gelenlere.

Keyfine bakma, gel keyfim gel yaşama, bana dokunmayan yılan bin yasasın deme, biz sadece kendi özel hizmet ve faaliyetlerimize bakarız, onların dışında, dünya yıkılsa umurumuzda değildir zihniyetine saplanma zamanı değildir. Memleket batıyor, devlet her geçen gün öldürücü bir rahne daha alıyor, millet sefil ü perişan oluyor. 19 Eylül 1999