Tarihini tam olarak hatırlamıyorum, bundan yirmi küsur yıl önce bir gün Sahhaflar Çarşısı’nda, Cerrahî şeyhi merhum Muzaffer Ozak hocanın dükkanına gitmiştim. Hoca sohbet esnasında, “Dün gece Elmalı Tefsiri’ni mütalaa ediyordum. En’am sûresinin 42’nci ve devamındaki âyetlerin açıklaması beni dehşete düşürdü, çok düşündürdü” demişti. Bilahere o âyetlerle ilgili kısmı ben de okumuş ve o zaman yayınlamakta bulunduğum Büyük Gazete’de bir de makale yazmıştım.

Önce âyetin meâlini vereyim:

“(Ey Resûlüm) senden önce de birtakım ümmetlere resûller gönderdik. Dinlemediler. Hakk’a dönsünler, suçlarının affı için niyaz etsinler diye onları şiddetli yoksulluk, hastalık ve sıkıntılarla imtihan ettik. Bari kendilerine şiddetimiz geldiği vakit yalvarsaydılar, tevbe etseydiler. Fakat ne gezer. Heyhat ki, onların kalpleri kaskatı olmuş; Şeytan da yapmakta oldukları mâsiyet ve günahları kendilerine süslemiş, cazip göstermişti. Kendilerine verilen öğütleri terkedip unutunca üzerlerine her şeyin, her zevk ve nimetin kapılarını açıverdik. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak yakaladık ve bir anda bütün ümitlerini kaybettiler.”
Elmalı tefsirinde bu âyetlerle ilgili şu açıklamalar yapılmaktadır:

“Şiddet ve darlıktan sonra onlara geniş bir hürriyet ve refah verdik. Her taraftan üzerlerine nimetler gönderdik. Her türlü, rahatlar sıhhatler, zaferler, başarılar, zevkler, safalar önlerinde âmâde idi. Ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek bir hale geldiler. Tuttukları yolun iyi olduğunu, bütün bunları hakettiklerini, her türlü sorumluluktan âzade olduklarını sandılar. Hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymuyorlardı. Her şey kendilerininmiş; Allah ve âhiret yokmuş gibi zevk u safaya daldılar, keyifler sürdüler. İşte tam böyle ferahlandıkları, gel keyfim gel dedikleri sırada kendilerini birdenbire bastırıp yakalayıverdik.”

(Özetlenerek ve lisanı sadeleştirilerek alınmıştır.)

Bu âyetlerde, Allah’ın Peygamberlerini, habercilerini, uyarıcılarını dinlemeyen inançsız, gafil, azgın, inatçı toplumların halinden bahsediliyor. Allah’a dönsünler diye onlara sıkıntılar, şiddetler, hastalıklar verilmişti, lakin onlar yine de Allah’a dönmemişler, O’na yakarmamışlardı. Sıkıntı içinde de küfrlerine, azgınlıklarına devam ediyorlardı. Bunun üzerine Allah, onlara bolluk kapılarını açmış, çok genişlik ve ferahlık vermişti. Bu bolluk içinde keyf sürer, gel keyfim gel, kekâh bir şekilde yaşarken Allah’ın azabı ansızın bu inkârcı kavimlerin tepesine inivermişti.

Bolluk, bolluk, bolluk. Zenginlik, refah, ferahlık, lüks, konfor. Rahatlık, genişlik. Zevk, safa, eğlence. Allah’ı hiç düşünmüyorlardı. Peygamber’in yapmış olduğu uyarıları eski zaman efsaneleri sanıyorlardı. Ölümden sonra hesap yok, Cennet Cehennem yok diyorlardı. Azgınlıktan kudurmuş gibiydiler. Fakirler çöplüklerde gözyaşları içinde kuru ekmek parçaları toplarken onlar Nemrud’lar, Firavun’lar, Neron’lar gibi debdebe, ihtişam, bolluk içinde yaşıyorlardı. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını, Peygamber’in öğütlerini ve uyarılarını kaale almıyorlardı. Tek ölçüleri ve değerleri para, zenginlik, zevk ve hazdı. Nefislerini put edinmişler, onlara tapıyorlardı. İnananları tahkir ediyor, onlara zulm ve haksızlık yapıyorlardı. Helal haram tanımıyor, meşru ve gayri meşru arasında fark gözetmiyorlardı. Yeryüzünü günah, isyan, tuğyan ile doldurmuşlardı. Arşa hırlıyor, kutsal sınırları ihlal ediyorlardı.

İşte böyle bir bolluk, genişlik, refah, zenginlik içindeyken Allah’ın azabı ansızın tepelerine iniverdi. Neye uğradıklarını bilemediler.

Zalimlere, inkârcılara, isyancılara mühlet verilir, istidrac verilir, lakin sonunda cezalarını bulurlar.

Bu dünya Allahu Teâlâ’nın mülküdür. O, mülkünde zulm edilmesini istemez. Yeryüzünü zulümle, azgınlıkla, haksızlıkla, fenalıkla, çirkinlikle dolduran kâfirler, zâlimler, fâsıklar iyi bilmelidir ki, gittikleri yolun sonu iyi değildir.

Soyacaklar, talan edecekler, haram yiyecekler, saçı bitmedik yetimlerin, gözü yaşlı dulların, güçsüz ihtiyarların, fakir fukaranın hakkını yiyecekler ve sonunda cezasız kalacaklar; yaptıkları, yedikleri yanlarına kâr kalacak. Olur mu böyle şey?

Nasıl da keyfe, eğlenceye, azgınlığa düşmüşlerdi. Zevk ve safa konusunda kudurmuş, çıldırmış gibiydiler. İçki, fışkı, fuhuş, zina, ensest, uyuşturucu onlardaydı. Küçük hırsızlar zindanlarda yatarken büyük hırsızlar keyif içinde, güvenlik içinde yaşıyorlardı.

Azap gelince neye uğradıklarını anlayamadılar.

Müslümanlar!.. Müslümanlar!.. O azgınlara imrenmeyiniz. Sakın onları taklide kalkışmayınız. Bu dünya zevk u safa yeri değildir, bir imtihan yeridir, âhiretin tarlasıdır. Azgınlara, inkârcılara verilen genişlikler, servetler, refahlar, bolluklar hep birer istidractır.

İşte şimdi Allah’ın kader oklarını gergin yaylarda tutan müekkel melekler bekliyor. Günü, saati, dakikası gelince emr-i ilahî ile oklar yaylardan fırlayacak, muallak kaderler mübrem kazalar haline gelecektir. Müslümanlar! İbadet ederek, namaz kılarak, oruç tutarak, zekat vererek, sadaka dağıtarak, tevbe istiğfar ederek, nefsinizle büyük cihad yaparak, emr-i mâruf ve nehy-i münker farizasını gücünüzün yettiği, elinizden geldiği kadar eda ederek kendinizi felaketten kurtarmaya çalışınız.

İstanbul, bildiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız mekândan ibaret değildir. Bu şehirde içiçe âlemler vardır. O âlemlerin birinde bu şehrin topraklarına gömülmüş sahabelerin, evliyaullahın, âmil ulemanın, kâmil mürşidlerin, sâlih zatların, ricalullahın bulunduğunu unutmayınız. Onlar bizim için dua ediyorlar. Allah 17 Ağustos zelzelesinde şehrimizi korumuştur. Allah’ın gazabından, O’nun rahmetine kaçalım. Gafletten uyanıklığa, isyandan itaate, hayır işlerinde ve malî ibadetlerde cimrilikten cömertliğe, günahtan taate, bid’atten sünnete hicret edelim.

Hiçbir Müslüman azgın ve saldırgan dinsizleri desteklemesin, onlara yardım etmesin. Allah yeryüzünü fesada veren zalimlerin desteklenmesinden razı olmaz.

Ya Rabbi, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk etme. Yer deprenip göçerse, gök tepemize çökerse kim kendini kurtarabilir? Bizi Allah’tan başka kimse kurtaramaz. O halde O’na sığınalım, O’nun emirlerine uyalım.