Çarşamba

 

Müslümanların belini büken, onları sersemleten afyonlardan biri de Âlem-i İslâm’ın başına gelen felaket ve zilletlerin tek sorumlusu olarak din düşmanlarını görmeleri, kendi hatâ ve eksikliklerine bakmamalarıdır.

“Bizi bu hale Masonlar getirdi… Siyonistler getirdi… Dönmeler getirdi… Kâfirler ve münafıklar getirdi…” edebiyatı Müslümanların kendi hatâ, günah, isyan, tuğyan ve kusurlarını görmelerine, onları düzeltmek için çalışmalarına engel ve perde olmaktadır.

– Onlar bizi bozdular…

– Sen de bozulmasaydın…

Öyle ya, bozmak suç ve günahsa bozulmak değil midir?

Bu ülkede günde beş kez yetmiş bin camiden Ezan-ı Muhammedî’ler okunuyor. Dinsizler senin ayağına bukağı mı taktılar ki, sen abdestini alıp camiye gidip namaz kılmıyorsun?

Dinsizler çocukları, gençleri, yeni nesilleri bozmak için açıkça ve sinsice harıl harıl çalışıyormuş… Peki sen ne yapıyorsun? Onlar gençliği bozarken sen armut mu topluyorsun? Çalışsana!

Allah Kur’ân-ı Kerim’de, mü’min kullarına yardım edeceğini vaad ediyor. Bu ilahî yardıma nâil olmak için elden geldiği kadar çalışmak çabalamak gerekiyor. Sen yan gelip yatacaksın, hiçbir gayret göstermeyeceksin, hiçbir fedakârlıkta bulunmayacaksın, sonra ilahî yardım bedavadan sana geliverecek. Olur mu böyle şey?

Bize “En güzel örnek ve model olarak” gönderilmiş bulunan Hazret-i Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) ne sıkıntılar çekti, bilmiyor musun? Uhud savaşında kâfirler üzerine saldırdılar, yüzüne bir kılıç darbesi yedi, zırhının telleri yanağına geçti, dişi kırıldı, mübarek kanları aktı. Bu hadisede bizim için ne büyük ibretler vardır.

Müslümanlık çileli bir iştir. Bir elin yağda, bir elin balda olacak hiç çile sıkıntı çekmeyeceksin, yan gelip yatacaksın, kimse sana bir şey yapamayacak… Bu dünya hayatını böyle mi sanıyorsun?

HayatMüslümana tuzaklarla doludur. Bu dünya imtihan dünyasıdır. Çilelerle sıkıntılarla imtihan ediliyorsun.

Atalarımız, eski Müslümanlar, Sâlih Selefler bizim gibi korkak, cesaretsiz, âciz, çilesiz olsalardı dünyada Müslüman kalmazdı.

İnsan hakları devrinde yaşıyoruz da, en temel ve tabiî haklarımızı bile yasaların sınırları içinde savunamıyoruz.

Höt denildi mi kaçacak sıçan deliği arıyoruz.

Dünyanın çeşitli yerlerinde zulme uğrayan, öldürülen, evleri başlarına yıkılan, karılarının ve kızlarının ırzına geçilen Müslüman kardeşlerimiz için ne yapıyoruz? Ağlamıyoruz bile, yazıklar olsun!

Çeçenistan’ın toplam nüfusu bir milyon, yüz binini öldürdüler, kırdılar. Biz burnumuzun dibindeki o faciaları ne çabuk unuttuk.

İslâmcı geçinen bir takım sapıklar yüce dinimizi şahsî menfaatlerine ve ikballerine âlet ediyor. Onlar İslâmî hareketi bir rant hareketine dönüştürdüler. Onların iki büyük putu vardır: Para ve nefs-i emmâre. Masonlara, siyonistlere, dinsizlere sövüp sayacağımıza biraz da, dışı yeşil, içi kıpkızıl sahte islâmcılara kızıp köpürmemiz gerekmez mi?

Mübarek ve feyizli Ramazan ayı geliyor. Ne hazırlığımız var? Misyonerler ülkemizde bir yılda sekiz milyon İncil ve broşür dağıtmışlar. Biz İslâm dinini anlatan kaç çeşit broşürü, kaç milyon adet bastırdık?

Her sene olduğu gibi İstanbul’da Sultanahmet Camii’nde dinî kitaplar fuarı açılacak, kitap ticareti yapılacak. Sultanahmet Parkı’nın kenarında Ramazan çarşısında sucuk ekmek, kokoreç, macun, boza, sahlep satılacak.

Biz bu kafa ile zilletten, esaretten, hakaretten, horlanmaktan kesinlikle kurtulamayız. Önce kafayı, zihniyeti değiştireceksin, ondan sonra kurtuluş ümit edeceksin.

Ölü ruhları harekete geçirecek güzel bir üslupla namazın önemini anlatan güzel bir broşür hazırlansa ve bundan birkaç milyon adet bastırılıp Ramazan’da halka dağıtılsa ne iyi olur? Ama kim yapacak bu güzel, faydalı, değerli, mâruf işi? Misyonerler mi yapacak?

Hazretler, efendiler, üstadlar, hocalar, hocaefendiler, mübarekler niçin böyle hizmet ve faaliyetler yapmıyor? Namazın siyasetle, laiklikle bir ilgisi yok, böyle bir broşür fincancı katırlarını ürkütmez. Niçin çıkarılmıyor öyleyse? Çünkü bu işte rant yoktur…

Başka bir broşür konusu: “İyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman olmak” başlığını taşıyan bir broşür hazırlansa; âyetlerin, hadîslerin, fıkıh hükümlerinin, ahlâk ve tasavvuf ilkelerinin ışığında halk yığınları uyarılsa, aydınlatılsa ne iyi olur değil mi? Ama yapmayız, yapamayız.

Dinlerarası Diyalog ve Kardeşlik faaliyetleri mevzuubahis olunca bazılarımız bir heyecanlanır, bir koşuşturur, bir masraf eder ki, sormayın. Ama Müslümanlara İslâm’ın üstünlüğünü bildirmeye, halka ilmihal bilgilerini öğretmeye gelince küçük parmağımızı bile kıpırdatmayız. Bundan otuz yıl önce “Biz İslâm nizamı kuracağız…” diye yeri göğü inleten ucuz kahramanlar şimdi neredeler?

Yine yirmi otuz sene önce mangalda kül bırakmayan; İslâm adına hem savcılık, hem hâkimlik, hem cellatlık taslayarak kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları tekfir eden radikaller şimdi hangi sıçan deliğindeler? Çoğu köşeyi döndü, yükü tuttu ve keyiflerine bakıyorlar.

Senelerce din tahsili gören bazıları var ki, her şeyi bilirler ama beş vakit namazı bilmezler.

Evet, sevgili Müslümanlar, suçlu, kabahatli arıyorsak aynaya bakalım. Tükürecek yüz arıyorsak aynaya tükürelim. Samimî şekilde özeleştiri yapmazsak kurtulamayız.

Halimizi, zihniyetimizi, hareketlerimizi Kur’ân’ın, Sünnetin, fıkhın, şeriatın, tasavvufun, İslâm ahlâkının terazisinde tartalım da kaç paralık Müslümanlar olduğumuzu anlayalım.

Bir ara bazı zevzekler “Biz Asr-ı Saadet’i geri getireceğiz…” edebiyatı yapıyorlardı. Yahu siz kimsiniz ki, Asr-ı Saadet’i ağzınıza alıyorsunuz. Bir devrin Asr-ı Saadet olması için onda Peygamberin ve Ashabının bulunması lazım geldiğini anlayıp idrak edecek kadar aklınız, iz’anınız, firasetiniz yok mu?

Asr-ı Saadet geri gelmez. O bizim için bir modeldir, ilhamımızı ondan alarak bu çağın icaplarına göre İslâm’ı yaşamaya, hayata uygulamaya çalışmamız gerekir.

Mehdi zuhur edecek ve Müslümanlar ucuz ve bedava şekilde kurtulacakmış. Evet Mehdi zuhur edecektir ama kurtuluş o kadar ucuz olmayacaktır. Mehdi’nin zuhurundan sonra ne harplar, darbler, kıtaller, melhameler olacağını hadîs kitaplarında okumadınız mı? Mehdi çıkar ve sen yan gelip yattığın halde kurtulursun. Yağma yok! Mehdi çıkar ve Allah ve Resulü yolunda çalışmayanların, cehd ü gayret göstermeyenlerin, fedakârlıkta bulunmayanların damları başlarına iner.

Efendi hazretleri bizi kurtarır… Hayır, bizi Allah kurtarır. Kurtulmak istiyorsak, kurtuluşun sebep ve vasıtalarına tevessül etmemiz gerekir. Sahih itikad, beş vakit namaz, cemaat, nefs-i emmâre ile büyük cihad yapmak; zekat, sadaka vermek, hayır hasenat yapmak; birlik ve beraberlik, boynumuzda itaat ve biat bağı bulunmak; emr bi’l-maruf ve nehy’ani’l-münker yapmak, sıkıntı ve meşakkatlere göğüs germek, uyumamak… İşte başlıca kurtuluş çare ve vesileleri bunlardır. Bunları terk ve ihmal eden Müslüman bir toplum iflah olmaz.

Bazılarımız Ramazan’da iftar ziyafetlerine koşarak, dinimizin yeme içme ile ilgili emir, yasak ve öğütlerini çiğneyerek o mübarek ve feyizli ayı boşa geçireceklerdir. Soruyorum: Ramazan yeme içme, tıkınma, israf etme ayı mıdır; yoksa aç durma, nefsini terbiye etme ayı mı? Bu ayda on milyonlarca vatandaş sürünürken, tuzu kuru Müslümanların israfa kaçmaları, gösterişli ve şatafatlı ziyafetler vermeleri, aşırı tüketim yapmaları, fısk u fücur mekânı yerlerde şan olsun, şeref olsun diye toplanmaları doğru mudur? Kur’ân’a, sünnete, şeriata uygun mudur? 09 Ekim 2003