Çarşamba

 

1766 yılında vuku bulan büyük zelzele münasebetiyle Ermeni şâiri Minas Cerenyan, Ermeni harfleriyle Türkçe yazılmış ve basılmış bir destan nazmetmiştir. Onbir dörtlükten müteşekkil bu şiirden bazı parçalar alıyorum:

Hey ağalar size târif edeyim

Bir zâlim titreme aldı İstanbol

Ortalığı yıkıp berbat eyledi

Bir zaman çalkalandı İstanbol

Günahımız zemininden Arş’a çıktı

Cenâbül-Bâri’nin göynünü yıktı

Bir nazar eyledi hışmilen baktı

Çeyreğinde viran oldu İstanbol

Beş vaktini kılan sulu camiler

Hakka ezan okunan minareler

Yıkıldı çok hanlar hesapsız evler

Ağlamak fiğandan doldu İstanbol

Cümle âlem küfre zinaya düştü

Helâl haram birbirine katıştı

Yalan yanlış sorarsan hadden aştı

Ondan bu kazayı buldu İstanbol

Ölümüyle bıraktığı boşluk doldurulamayacak olan tarihçi ve araştırıcı Kevork Pamukciyan, “Tarih Konuşuyor” dergisinin Mayıs 1966 (C. 5, Sayı: 28) nüshasında “1766 Büyük İstanbul Zelzelesi” başlıklı yazısında bu şiirin tamamını vermiştir. Muharrir, zelzele hakkında şu bilgileri sunmuştur:

“11 Mayıs 1766 tarihinde bir perşembe günü sabahsaat 10’u çeyrek geçe başlamış ve fasılalarla bir yıl kadar devam etmiştir. Halk uzun müddet çadırlarda oturmak mecburiyetinde kalmış ve bazı kimseler korkudan şuurunu kaybetmiştir. Padişah sarayı da hasara uğradığından, Sultan Üçüncü Mustafa şehri terk etmiştir.

Sarsıntılar 50 gün fasılasız devam ettikten sonra, aynı yılın 25 Temmuzunda çok şiddetli ikinci sarsıntı daha olmuş ve önceden hasar gören bazı binalar yıkılmıştır….. Diğer taraftan yer altından işitilen korkunç infilâk sesleri ve göğe doğru yükselen duman sütunları halk arasında paniği arttırmıştır.”

Onsekizinci asırda yaşamış olan ve zelzele hakkında Türkçe bir destan kaleme almış bulunan Ermeni şairi, İstanbul’un günah yüzünden kazaya uğradığını bildiriyor. Evet, Müslüman olsun, Hıristiyan olsun, Musevî olsun Allah’a inanan bir kimse zelzelenin ilahî bir kaza olduğunu kabul ve itiraf eder. Zelzelenin Allah’tan geldiğini, insanlara bir ceza ve uyarı olduğunu inkâr edenler ancak ateistler, pozitivistler, materyalistlerdir.

Son Ağustos ayında Marmara bölgesinde meydana gelen zelzele İstanbul’u vurmuş olsaydı milyonlarca vatandaşımız can verecek, insanlık tarihinin kaydettiği en büyük felâket meydana gelecekti. Hak Teâlâ bu günahkâr şehri, zemininde yatan büyük zatlar ve içindeki mâsumlar dolayısıyla korumuş, sadece ihtar olmak üzere şiddetle sallatmıştır.

İstanbul’un zemini, başta Alemdar-ı Resûl-i Kibriya Eba Eyyub el-Ensarî hazretleri olmak üzere nice sahabe, evliya, aktab, sülehâ, şühedâ ile ziynetlidir. Sağ olan halkın içinde de nice ehl-i dua, mâsum çocuklar, temiz insanlar mevcuttur. Ancak halkın bir kısmı çok azmıştır. Bina ve zina şehre hâkim olmuştur.Yakın tarihlerde birtakım saldırgan ve saygısız güruhlar sokaklarda “Kahrolsun Şeriat!” diye bağırarak Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân’a, İslâm mukaddesatına dil uzatmışlardır. İçki, kumar, fuhuş, haram yiyicilik korkunç boyutlara ulaşmıştır. Mâruf, iyi, güzel şeyler yasak edilmek istenmekte; münker, çirkin, ayıp, günah işler teşvik görmektedir. Çeteler ve mafyalar şehri uyuşturucu pazarı haline getirmişler; zehri ortaokullara, liselere kadar sokmuşlardır. Ahlâka, hikmete, fazilete aykırı ne kadar kötülük varsa bu şehirde işlenmektedir.

Bunlar elbette Hak Teâlâ’nın rızasına uygun değildir, gazabını mucib olacak, azab gelmesine sebebiyet verecektir. Ağustos zelzelesi İstanbul ahalisi için bir ihtar (uyarı) olmuştur.Aklı başında olan, bütün vicdanlı vatandaşlarımızın günahlardan, isyanlardan, azgınlıklardan, fuhuştan vaz geçmesi; emr-i mâruf ve nehy-i münker yapması gerekmektedir.

Biliyorum, insan günahsız olmaz, lâkin, insan odur ki, günahtan kaçınmaya çalışır, nefs-i emmâresini kontrol altına almaya uğraşır. Büyüklerimiz kabahat gizlidir demişlerdir. Hiç utanmadan ve arlanmadan, mütecâsirâne (cesurca, küstahça) ve mütecâhirâne (açıkça, saklanmadan, gizlenmeden) günah işlemek hiçbir dindar ve medenî vatandaşa yakışmaz.

İyi insanlar, şayet emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazlarsa, azgınların günahları dolayısıyla gelecek azab umumî olur, herkesin üzerine iner.

Bazı yağcı ve dalkavuk ilahiyat profesörleri bile pusulayı şaşırmış ve zelzele Allah’la, günahla ilgili değildir, yoktur diyecek kadar gayr-i islâmî görüşler beyan etmeye başlamışlardır. İlim, irfan ve sorumluluk sahibi ehl-i sünnet âlimleri (kaç kişi kaldıysa) bu zındıklara cevap vermelidir. Diyanet de, elinden geldiği kadar, üzerine fazla hışım çekmeyecek nisbette halkı uyarmalıdır.

Zelzele biter bundan sonra yine bildiğimizi okur, her haltı yer, her günahı işleriz diyenler büyük bir yanılgı içindedir. Allah ihmal etmez, imhal eder (mühlet tanır). Bakarsınız başka şiddetli bir zelzele gelir şehri hâk ile yeksan eder. Yahut, bildiğimiz zelzele olmaz; başka bir afet ve felâket vukubulur. Kimsenin garantisi yoktur. Hiç kimse Allah’ın azabından ve gazabından kaçamaz. Biz Müslümanlar, Rabbimizin azabından, yine O’nun rahmetine ve afvına sığınırız.

Zelzeleden çok önce defalarca yazmış: “Önümüzdeki Temmuz ve Ağustos aylarında önemli hadiseler olabilir, herkes dua etsin, sadaka versin” diye uyarmıştım. Tekrar ediyorum. Herkes, gücünün yettiği kadar, maddî imkânları nisbetinde sadaka versin. Hele zekâtlar, mutlaka Kitabullah’ın, Resûl sünnetinin, Şeriat kurallarının, fıkıh hükümlerinin emrettiği kişilere verilsin. Bunların başında da fakirler gelmektedir. Hiçbir dernek, hiçbir vakıf, hiçbir tüzel kişi zekât toplayamaz.

Zamanımızda israf, kibir, gurur, gösteriş, böbürlenme almış yürümüştür. Lüks, konfor, rahatlık, aşırı tüketim Müslüman toplumu çürütmektedir. Allah müsrifleri (savurganları, aşırı tüketim yapanları) sevmiyor. Peygamber de sevmiyor. Onlar şeytanın çocuklarıdır. İmanı, aklı, iz’anı, vicdanı, sağduyusu, hikmeti olan kişiler israfı ve kibri bıraksınlar, azgınlıklardan el çeksinler.

Küfür, şirk, isyan, tuğyan, fuhuş, günah, zındıklık, bid’at, fısk, fücur, nifak, şikak böyle devam ederse bu memleketin, bu şehrin, bu ahalinin akıbeti hayr olmaz.

Âbid, sâlih, namazında niyazında olan Müslümanlar nemelazımcılık yapanlar, başkalarının günah ve fuhşundan bana ne derlerse, onlar da gelebilecek bir azabın şiddeti altında kalırlar. Tarih bunun misalleriyle doludur. Kimse gafil olmasın.

Ülkemizde, biri din düşmanlığı ve dine hakaret edilmek, diğeri ise din sömürüsü yapılmak suretiyle iki büyük günah işlenmektedir. Aklı başında olanlar bu iki kötülüğü önlemek için çalışmalıdır. Aksi takdirde, istikbalde büyük felâketlerin zuhur etmesinden korkulur. Balkan harbini kimse unutmasın. 21 Ekim 1999