Azimli, Cesur, Büyük Hırsızlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PerşembeBunlar öyle küçük hırsızlar değil ki, kolayca teslim olsunlar, pes etsinler. Bunlar onbeş yılda 150 milyar dolar götürmüş çok büyük, kodaman, kocaman, efsane çapında azılı hırsızlardır. Direneceklerdir. Kimse hayale kapılmasın, onlar kara servetlerini, arpalıklarını, milyarlarca dolarlık altın madenlerini, Eldoradolarını; akıllara durgunluk veren servetlerini, benzeri binbir gece masallarında bile bulunmayan saray yavrusu villalarını, özel jet uçaklarını, üzerinde bir kuş sütü eksik sofralarını kolay kolay elden çıkarmayacaklardır. Bu hususta son derece kararlı, azimli, gözükaradır onlar.
Bir milyar lira bin dolar eder. Bir milyar(dolar)ı kurtarmak, kendini kurtarmak için on milyon dolar harcamış, onlar için nedir ki. Kaldı ki, bu para zaten bedavadan kazanılmış bir paradır. Gerekirse şahıslarını ve kara servetlerini güven altına alabilmek için 100 milyon dolar da harcayabilirler. Saldırılardan, takibattan kurtulduktan sonra, harcadıklarını kat kat çıkartacaklardır.
Onların iki putu vardır: Biri paradır, ötekisi nefsleridir. Onlar kendilerine tapar. Tabiî ki, kendileriyle beraber çoluk çocukları, yakınları, arkadaşları, çetelerinin yaranı, akraba ve hısımları da kutsaldır, Panteona dahildir.
Kara servetlerini, soygun yoluyla elde etmiş oldukları milyarlarca doları, özel jet uçaklarını, denizleri köpürterek seyreden yatlarını, alavere dalaverelerini kanlarının son damlasına kadar savunacaklardır.
Bu mücadeleyi yaparken de, elbette “Biz kara paramızı elimizden kaptırmayacağız” yollu beyanlarda bulunacak değiller. Onların daha parlak edebiyatları vardır. Cumhuriyeti, Kemalizmi, lâikliği kimseye yıktırmayız… Biz demokrasi havarileriyiz, Gestapo metodlarına tahammül edemeyiz… Türkiye bizim sayemizde nurlu ufuklara doğru koşmaktadır, hizmetimizi yarıda bırakamayız… gibi nutuklar atacaklardır.
Herkesin bildiği vecizeyi tekrar edeceğim: Bir memleketteki namuslu ve vatansever vatandaşlar, en az namussuzlar ve vatan hainleri kadar cesur, azimli, gözükara olmazlarsa o memlekette sabah olmaz.
Bu memlekette yeteri kadar gerçek ve güçlü aydın olsaydı, büyük ve azgın hırsızlar, Türkiye’yi soyanlar, yüz milyonlarca dolar serveti zimmetlerine geçirenler bu kadar serbest ve serazad olamazlardı.
Gerçek ve güçlü aydın dedim. Maalesef sahte aydınlar çoktur bu ülkede. Halide Edip, Millî Mücadele’den sonra gerçek aydın olduğunu göstermiştir. Vatanını terk etmiş, gurbet illerine gitmiş, kitap yazarak, hocalık yaparak hayatını kazanmıştır.
Gerçek aydın para, geçim menfaat mukabilinde vicdanını, kalemini satmaz veya kiraya vermez.
Koskoca Türkiye’nin hayatî ve âlî menfaatleri ikinci plana atılıyor ve bir baba-patronun menfaatleri birinci plana çıkartılıyor. Tarih bunu utançla, lanetle yazacaktır.
Yolsuzlukları, hırsızlıkları, soygunları, hortumlamaları, vurgunları, haramilikleri örtbas etmek için gece gündüz çalışıyorlar. Bunu yapmaya güçleri yetecek midir? Bence yetmeyecektir. Onlar Allah’ın, insanların, meleklerin laneti altında kahr u perişan olacaklardır.
İslâm dininin ve evrensel bilgeliğin temel ilkelerinden biri de iyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek vazifesidir. Bir insanın iyi olması için iyiliği desteklemesi, kötülüğü de engellemek için çalışması gerekir. Bunu yapmayanlar mıymıntı, korkak, nemelazımcı, pısırık kimselerdir. İslâm Peygamberi “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurmuştur. Bugün öyle sahte İslâmcılar vardır ki, kötülerle ve kötülüklerle mücadele etmelerinden geçtik, onları destekliyorlar, onlarla işbirliği yapıyorlar.
Kesin olarak haber veriyorum, uyarıyorum. Bunca pislik, bunca yolsuzluk, bunca gayr-i meşru iş ile bu memleket iflâh olmaz. Saçı bitmedik yetimlerin hakları yenirken, on milyonlarca fakir halkın ekmekleriyle, hukuklarıyla oynanırken, Türkiye talan edilirken asla selâmet bulamayız, düze çıkamayız. Böyle giderse, âgâh olunuz ki, gök tepemize çökecek, yer ayaklarımızın altından göçecektir.
Korkunç bir zelzele bekleniyor. Müzelerdeki bir kısım kırılacak eşyanın paket yapılıp emin yerlerine konulduğundan haberiniz var mı? İlâhî sille bazen zelzele, bazen su baskını, bazen yangın, bazen salgın hastalık şeklinde gelir.
Biz bu topraklarda en fazla bin yıldan beri varız. Bizi vatanımızdan sürüp atmak, bizi yok etmek için içteki ve dıştaki düşmanlarımız hiç durmadan çalışıyor. Hırsızlar, vurguncular, talancılar, soyguncular, hortumcular onların en büyük müttefikidir.
Vaktiyle Roma İmparatorluğu gibi hattâ bence ondan büyük bir cihan devleti kurmuş olan bu millet şimdi niçin ABD’ye veya Avrupa’ya bağımlı olmak zorunda bırakılmıştır. İsviçre niçin AB üyesi değil ve olmak da istemiyor? O küçük ülkede iki kere referandum yapıldı, halk ikisinde de AB üyeliğini reddetti. O küçük, fakat fert başına düşen gelir bakımından dünya birincisi olan ülke niçin Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na bile üye değildir?
Türk Lirası’nı, Türk edebiyatını, Türk mimarisini, Türk sanat ve kültürünü; millî kimliğini, millî kişiliği yok ederseniz Türkiye batar. İşte batıyor.
En büyük tehlike ve tehdit irticaymış. İrtica dedikleri nedir ki? Tarifi yapılmış mıdır bu lâfın?
Vakıflara ait Bezmiâlem Valide Sultan Hastahanesi’ni bile aldılar, Sosyal Sigortalar’a verdiler. Niçin? Çünkü o hastanede dindar doktorlar, dindar hemşireler, dindar personel vardı. Hukuku, kanunları, vakıf hükümlerini dinlemediler. Böyle haksızlıkların bu ülkeye huzur, saadet, selâmet, uğur getireceğini mi sanıyorlar?
Hani egemenlik kayıtsız şartsız milletindi? Ankara’daki Sabataycı bir Madam’ın iradesi daha ağır basıyor. Bu ne biçim demokrasidir?
Militan bir Sabataycı bana çok kızıyormuş, beni yok etmeye kararlıymış. Ayağını denk alsın, ilâhî gazaba ve azaba uğrarsa kendisini nasıl kurtaracak?
Milleti, kolay idare etmek için bir sürü haline getirdiler. Milyonlarca halkı ve gençliği seks manyağı, hedonist, uyuşturucu mübtelâsı, para hastası ettiler. Ahlâka, fazilete ait ne kadar değer varsa erozyona uğrattılar. Toplumu ayakta tutan bütün kıymetleri yıktılar. Atatürkçüyüz diyorlar, yalan söylüyorlar. Gerçekten Atatürkçü olsaydılar, O’nun kapattırmış olduğu Tapınak Şövalyeleri localarını açtırmazlardı, Tapınak Şövalyeleri ile işbirliği yapmazlardı.
Peygamber emr-i mâruf ve nehy-i münkeri üç dereceye ayırıyor. Gücü, selâhiyeti, yetkisi olanlar fiilen yapar. İlim ve irfan sahipleri (okumuşlar) lisan ve kalemle yapar. Halk tabakası ise kalben yapar diyor. Bu üçüncü derece için de, “Bu imanın asgarîsidir” buyuruyor.
Müslümanlar, hoşunuza gitmese de size bir şey söylemek istiyorum: Dinimizin emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını hemen hemen bi’l-külliye terk ettiğimiz için son derece vahim bir durumdayız. İlâhî sille, dikey çözüm geldiği zaman biz de enkaz altında kalacağız. Hâlâ uyanmayacak mıyız? 15 Haziran 2001