Azınlığın Çoğunluğu Ezmesi Bazı İslâmcıların Hiyaneti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Salı
Önce Ankara’da, sonra İstanbul’da Çağdaş’ların yaptığı iki miting hayli kalabalık olmuş; Ankara’daki için uluslararası medya kuruluşları
Eyvallah… Lakin madalyonun öteki tarafına da bakalım:
Bugünkü şartlar içinde, bir toplantı veya yürüyüş yapılmasını uygun görmem ama muhafazakârlar, insan hakları taraftarları, demokrasi isteyenler, iyi organize edilmiş bir miting tertipleseler kaç kişi gelir, tahmin edebilir misiniz? Üç-beş milyon vatandaş katılır böyle bir toplantıya…
O halde, bazı politikacılarımız, medyamız, aydın geçinenlerimiz ülke realitelerini niçin madalyonun sadece bir tarafındaki manzara ile değerlendirmeye kalkıyorlar?
Azınlığı teşkil ediyorlar ve yüzde yüz diretiyorlar: Bizim dediğimiz olacak…
Madem ki, ülkede çok önemli konularda derin ihtilâflar (anlaşmazlıklar) içinde bulunan iki kamp vardır. Bunların mutlaka anlaşması, uzlaşması gerekir.
zihniyeti Türkiye’yi batırır, bitirir, geri bırakır.
Kimlerin hiç bahs etmemesi gerekir? Laiklerin… Dindarlar, inançları bakımından elbette bahs edeceklerdir. Azınlıkların çoğunluğa hükm etmeye hakları yoktur. Onlar sadece demokrasi isteyebilirler, insan hakları isteyebilirler, eşitlik isteyebilir, meşru ve mâkul (yasal ve akla uygun) garantiler isteyebilir.
Bizde ne yapıyorlar? Çoğunluğa:
diyorlar. Diretiyorlar, tehdit ediyorlar, baskı yapıyorlar.
Türkiye’yi bugünkü krize çağdaşlar mı getirmiştir, yoksa birtakım dinciler ve İslâmcılar mı? (Müslüman veya dindar demedim, dikkat buyurulsun…)
Benim yaşım müsait… 1960’lardaki İslâmî söylem ve özlemleri biliyorum, hatırlıyorum, o zaman yazılanlar ve konuşulanlar hâlâ kulaklarımda…
Bunları gerçekleştirmek için düzende, idare sisteminde köklü bir değişime gidilecekti. Hak ölçülerin, sağduyunun, millî kimlik ve kültürün, bilgeliğin, ilmin, irfanın ışığında yapılacaktı bu değişim. “Hz. Ömer, devlet işini görürken devlet mumunu yakarmış, o iş bitince bu mumu söndürür, kendi şahsî kandilini yakarmış…” Yıllar boyu bu edebiyatı yaptılar. Sonunda neler oldu biliyoruz. Emanetler ehline verilmedi… Peygamber ne buyuruyor:
(yani emanete hıyanet edenin)
Makamlar, mevkiler, vazifeler, hizmetler, memuriyetler, başkanlıklar ve benzeri şeyler.
Bunlar ehliyetli ve liyakatli olanlara mı verildi, yoksa genellikle eşe dosta, akrabalara, arkadaşlara, partililere, hemşehrilere mi dağıtıldı, peşkeş çekildi.
Birtakım İslâmcılar, dinciler düzenin gayr-i meşru ve haram rantlarına el uzatıp aşırı zengin oldular mı olmadılar mı? Otuz yıl önce bir çulu bile olmayan niceleri dünya çapında zengin oldular mı olmadılar mı?
Evet, bu ülkedeki çağdaşların bir kısmı demokrasiye, insan haklarına, toplumsal uzlaşmaya ihanet ettiler ama
Müslümanlar, yakın tarihimize eleştirisel (tenkidî) bir şekilde bakmazlarsa, içinde bulunduğumuz vahim krizi anlayamazlar. Evet, son otuz yıl içinde
Dikkat ediyor musunuz,
O devirler geride kaldı… Bu memlekette Müslümanların durumu şudur:
Bir kriz patlak verince şaşırırlar, ne yapacaklarını bilemezler, korkarlar, ter dökerler, bundan önce olduğu gibi zulme uğrarlar, baskılar altında ezilirler. Ah vah ederler… Kriz geçer, güneş açar, havalar düzelir…
Türkiye Müslümanları kurtulmak istiyor, insan haklarından eşit bir şekilde yararlanmayı arzu ediyorsa
Din ve mukaddesatı âlet etmek yok, din ve mukaddesat rantı yemek yok… İslâm ahlâkının ilkelerinden bir milim uzaklaşmak yok… Son derece faziletli (erdemli) olmak var… İslâm ve siyaset rantıyla Karun gibi zengin olmak yok… Emanetleri ehline ve layık olana vermek var.
Yüce İslâm dini arivistliği (ikbal avcılığını) reddeder. İkbal avcıları hizmet edemez, sadece hezimet üretir. İslâm fazilet dinidir. Faziletin olmadığı yerde İslâm yoktur. 02 Mayıs 2007