Bağ Evimde
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Mart 2019
Salı
Tam bir hafta bağ evimde kaldım. Televizyon yok, zaten elektrik de yok. Jeneratörüm bozuldu, lüks ve gaz lambalarıyla idare ettim. Şikayetçi değilim. Bahçem yemyeşil; ağaçlar, çalılar, otlar, sarmaşıklar. Geçen sene diktiğim fidanların bazısı kurumuş, ziyanı yok, kalan yeşillik bana yetiyor.
Yurt ve dünya haberleri bana ulaşmadı. Sadece Çankırı’da zelzele olduğunu öğrendim. Bir gözü kör kedimi ve küçük kuşu getirdim. Biri görmüş, bahçemde bir yılan varmış, “Aman dokunmayın ona” dedim. Karayılanların kimseye zararı olmaz. Selamet içinde yaşasınlar. Yeter ki, sokup zehirleyen engerek yılanı bulunmasın. Sivrisineklerden şikayetçiyim. Bir daha geldiğimde onlara karşı tedbir almalıyım.
Saksıdaki portakal ağacı çiçeklenmiş. Bakalım bu sene kaç portakal verecek… Bol bol kitap okuyorum, yazı yazıyorum. Bu fıkra, on yedinci yedek yazım. Sanırım hiçbir muharrir bu kadar yedek yazı hazırlamaz. Aktüel konuları işlemediğim için, yazmak benim için çok kolay. Külüstür daktilomun başına geçiyorum ve bir saatte bir yazıyı bitiriyorum.
Bu yaz yapılacak iş çok: Bahçeden eve kadar kaba taşlardan bir Arnavut kaldırımı yapılacak. Kenarlara kazık çakılıp dikenli tel gerilecek. Evin önüne küçük bir havuz istiyorum. Köyün suyunu bahçe ve havuz için kullanmam doğru olmayacağından bir de kuyu açtırmam gerekecek. Evin içine sedir, kitaplar için tavanlara kadar raflar ve daha birçok iş. İnşaallah yapılır.
Köyün öbür tarafında yüksek bir tepe üzerinde, kale denilen bir bina harabesi var. Bir gün oraya gezmeye gideceğim. Yanımda bir dürbün bulunması gerekecek. Bu civarın en yüksek tepesi olduğu için her yeri seyredebileceğim.
Geçen gün birkaç kilometre uzaklıktaki dere boyuna indim. Derede küçük balıklar varmış, tutmaya gelenler oluyormuş. Ben olsam tutmam. Küçük şeyler, bırakın yaşasınlar. Hayvan kesmem, balık tutmam. Kasaptan, balıkçıdan ihtiyacım olan eti, balığı alırım.
Küçük çocukken, iki ilçe arasındaki bir şose (asfaltsız stabilize yol) kenarındaki kocaman bir evde otururduk. Başka ev, komşu momşu yoktu. En yakındaki okula kışın gitmem çok zor olacaktı. Kar, kış, kurtlar… Annemin ısrarıyla beni İstanbul’daki Galatasaray mektebine yatılı koydular. Orada on iki sene okudum; kitap, kültür, okumak zevkini aldım. Anneme, babama bu yüzden minnettar ve müteşekkirim, Allah onlara rahmetiyle muamele buyursun.
Geçen yaz İstanbul’daki kitap depolarından birini boşaltırken, oradaki şahsî kitaplarım yeni kiraladığım depoya sığmadı, bir kamyonla köydeki eve gönderttim. Bir kısmı fersude, toz toprak içinde Osmanlıca, Fransızca, İngilizce, Almanca binlerce kitap. Henüz tasnif etmedim. Zaten nasıl edeceğim? Raflardan çekip çekip okuyorum, karıştırıyorum. İnsan kitap okurken vaktin nasıl geçtiğini bilemiyor? Herkese tavsiye ederim, çocuklarını kitap okumaya, mütalaaya alıştırsınlar. Oğul ve kızlarınıza kütüphaneler kurunuz. Kitap ne güzel arkadaştır. Açar okursun, kapatırsın, susar. Arkandan konuşmaz.
Ebrû ve elvan kâğıt yapmak için gerekli malzemeyi getirerek köy evimin bir köşesinde atölye kuracağım… Yıllardan beri tasnif veya telif etmeyi düşündüğüm bir sürü broşür var. İnşaallah onları da burada hazırlamayı düşünüyorum. Yayınlamaya muvaffak olursam, geride kalanlara bergüzar olur.
İstanbul Beykoz’dan bir zat evime oldukça yakın bir yerde küçük bir tarla almış. Kendisiyle tanıştım, Akit gazetesi okuyormuş. Memnun oldum.
Gebze Şile yolu üzerindeki bazı köyler çok dindar. Oralarda içki satılmıyor, kumar oynanmıyor. Mollafenarî ve Denizli köylerinde vakit namazlarında camide hayli cemaat oluyor. Meyhane falan da yok. Diğer bazı köyler ise çok bozulmuş. İçki satılıyor, meyhane çalıştırılıyor. Yahu köyde meyhane olur mu? Bazı köylerde tesettüre riayet ediliyor. Bazı yerlerde ise açık kızlar görüyorum. Açıklık olan bir köyün imamına, “Nasihat etmiyor musun?” diye sormuştum. Etmiş ama açık kızların, kadınların velileri, “Hoca sana ne!” diye terslemişler. Bu civarın kırsal bölgesi dinî bakımdan başı boş kalmış. Bazı din baronları köylerle ilgilenmiyor, öyle ya buralarda para yok.
Bir hadîs-i şerifte “İslâm garip geldi, garip gidecek” buyuruluyor. Arapça metinde “seye’udü” buyuruluyor. Garip avdet edecek mânasına alınırsa sevindirici bir anlamı oluyor. Ama her hâl ü kârda âhir zaman fitneleri zuhur edecek, dinsizlik yayılacak, Müslümanların sayısı çok olacak ama ağırlıkları, tesirleri olmayacak, bir sürü fesat zuhur edecektir. Resûlullah efendimiz bunları haber vermiştir. Din sömürücüleri bunlardan bahsetmezler. Para verin, bizi destekleyin, biz İslâm nimazını kuracağız. Asr-ı Saadet’i geri getireceğiz diye pembe edebiyatlar yapıp dururlar.
Akşama bir saat var, gölgeler uzadı, rüzgar yok, yaprak kıpırdamıyor, ağaçlarda kuşlar ötüyor. İkindi çayımı yeni bitirdim. Günde iki kere çay içerim. Bir sabah, bir de ikindi vakti. Çay hem keyif verici bir içecektir, hem de tıbbî bir bitkidir. Çay içmenin bir usulü, sanatı vardır, bilmek gerek. Japonların kendilerine mahsus bir çay seremonilerini duymuşsunuzdur. Bende Tokyo’da basılmış büyük bir İngilizce kitap var bu konuda. Yere diz üstü oturmuş kimonolu kadınların nasıl çay hazırladıklarını da resimlerden görmüşsünüzdür. Orada bu sanatın asırlar ötesine giden bir geleneği vardır. Çay deyip geçmemeli. Öyle yalap şalap berbat sularla, berbat alüminyum demlikler içinde, kalitesiz çaylarla demlenen, kalitesiz bardaklara konulup içilen çaylar elbette zevk vermez. Hele bazıları küçük bir bardağa üç beş adet kesme şeker atıyorlar ki, şaşmamak elden gelmez.
Yarın şehre döneceğim. Evi biraz toplamam, eşyalarımı çantalara koymam, bir bidona filtre edilmiş su doldurmam gerekiyor. Otomobilim Yalova’da tamirde, beni yarın almaya Uğur bey gelecek.
Uzaktan koyun ve keçilerin çıngıraklarının sesleri geliyor. Dün evimin yakınındaki yulaf tarlasında yollarını kaybetmiş birkaç keçi ve oğlak vardı, acı acı meliyorlardı. Çoban koştu, onları önüne katıp sürüye soktu. Sürüden ayrılmak kötü bir şey. 14 Haziran 2000