Pazartesi

 

Üçüncü Râşid Halife Hz. Osman Zinnureyn

radiyallahu anhın hilâfetinin ikinci yarısından sonra fitnelerin kapıları açılmış olup günümüzde de fitne fesat bütün şiddetiyle hüküm sürmektedir. Biz Müslümanlar bütün hizmetlerimizi, faaliyetlerimizi bu fitne ve fesat ortamını hesaba katarak yapmak ve yürütmek zorundayız.

Bazı beceriksiz, ehliyetsiz ve başarısız kişiler

“Biz aslında çok büyük hizmetler, muazzam fütuhat yapacaktık ama Masonlar ve dinsizler bir türlü aman ve zaman vermiyor…”

gibi bahaneler ileri sürüyor. Bu bahanelerin hiçbir geçerliliği ve kıymeti yoktur. Fitne ve fesatlara, Masonlara ve düşmanlara, karşıtlarımıza rağmen hizmet edeceğiz, başarılı olmak için neler gerekiyorsa o sebeplere tevessül edeceğiz. Başka kurtuluş yoktur.

Hizmet etmekle yükümlü Müslümanlardan bahane istemiyoruz; azim, başarı, gerektiği gibi çalışma istiyoruz. Müslümanların zayıf taraflarından biri şudur: Biraz başarı elde ederler, az çok düze çıkarlar ve hemen sıcağı görmüş ekmek hamuru gibi yayılır, yan gelir yatarlar. Halbuki su uyumakta, düşman uyumamaktadır. Düşmana karşı emniyet ve istihbarat tedbirlerini asla gevşetmemek ve gevşememek gerekir. Müslümanların belini büken olumsuzluklardan biri de, içimizdeki

sahte İslâmcıların tahribatıdır.

İslâm; hırsızlığı, haram yemeyi, gayr-i meşru yollarla zengin olmayı kesinlikle yasak kılmıştır. Birtakım sahte İslâmcıların dini imanı paradır, menfaattir, zenginleşmektir. Bu uğursuzlar yüzünden İslâmî hizmet ve faaliyetler dejenere edilmiş, Ümmet-i Muhammed’e leke sürülmüştür.

Her Müslüman, İslâm’ın bir hizmetkârıdır. Lakin bir de

“Has İslâm Hizmetkârları”

vardır. Onlar din, iman, Kur’an, Sünnet, Fıkıh, Şeriat, Ümmet, Ahlâk-ı İslâmiye hizmetlerinde parasız ve ücretsiz çalışırlar. Ücret konusunda yaratıklardan bir şey istemezler, sadece Yaratan’a dönüktürler.

İslâmî hizmet ve faaliyetleri kendi maddî menfaatleri, nefsaniyetleri, şahsî nüfuz ve prestijleri, riyaset (başkanlık) hırsları için alet ve istismar edenler hizmetkar değil, din sömürücüsü alçaklardır. Bu ümmet, içine sızmış olan din ve mukaddesat sömürücüsü münafıkları kusmadıkça selamet sahiline varamaz.

İslâm tarihine bakalım:

Ashab-ı Güzin… Selef-i Sâlihîn… Eimme-i Müctehidîn… Ehl-i Beyt imamları… Her asırda bid’atleri temizlemek için zuhur eden mücedditler… Gavslar, kutublar, ebdal, nüceba, nükeba… Evliyaullah… Gazalîler, Îmamü’l-Haremeynler, İmamı Rabbaniler, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibendî’ler, Abdülkadır Geylanîler, Ahmed er-Rufaî’ler, Hasan Şazelîler, Hacı Bayram’lar, Şaban-ı Veliler, Akşemseddinler, Emir Buharîler, Aziz Mahmud Hüdaîler ve benzerleri; Din-i Mübin-i İslâm’a ihlasla hizmet etmişler, bu hizmet esnasında hiçbir dünyevî-maddî ücret istememişler ve almamışlardır. Selahaddin Eyyubî, Emir Abdülkadir, Şeyh Şamil gibi büyükler de böyle yapmışlardır.

Hırsızlar, bütçe hortumcuları, yiyiciler, leş kargaları, ihalelere fesat karıştıran sahtekarlar bu mübarek ve muazzez dâvaya hizmet edemez. Onların hizmet ettiğini sananlar çok cahil kimselerdir.

Dünya ücretleri, para, maddî menfaat konusunda; en büyük imamımız (önderimiz), kaidimiz (kumandanımız), rehberimiz, seyyidimiz olan Resûl-i Ekrem Efendimize (salat ve selam olsun O’na) bakalım:

• Halktan ücret istememiş ve almamıştır.

• Kendisi ve ailesi aç kalsa bile sadaka ve zekat yememiştir. Sadece hediye kabul etmiştir. Karşılığında hediye vermiştir.

• Eline geçen parayı ve malı ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır.

• Paraya el sürmezdi. Şahsî hesaplarına Bilâl Habeşî radiyallahu anh bakardı, dağıtım işini, harcamaları o yapardı.

• Kimseden bir şey istemezdi.

Bu konudaki bilgiler Şemail kitaplarında yazılıdır.

Peygamber lüksten, israftan, aşırı tüketimden, gösterişten uzak durur; tevazu, kanaat prensiplerine riayet ederdi. Kaba yünden bir örtüsü vardı, bunu iki kat yapar üzerinde yatardı. Bir gün, o yok iken örtüyü dörde katlamışlar, farkına varmamış, üzerine yatmış, nisbeten yumuşak olduğu için gece namazına kalkamamış ve sabahleyin kızmış, örtüyü tekrar iki kata indirtmişti.

Efendimiz kimseyi incitmezdi, asla gıybet yapmazdı. Kendisine yıllarca hizmet eden Enes radiyallahu anh hazretleri “O bütün hizmet yıllarımda beni bir kere bile azarlamadı, bir kere bile kusurumu yüzüme vurmadı” demektedir.

Bir kere

Medine-i Münevvere’ye

Bizanslı iki Rum doktor gelmiş, bir müddet kalıp tıbbî hizmet vermişlerdi. Bu iki Rum gittikten sonra Efendimiz “Gıybet olmayacağını bilseydim, bunlardan hangisinin doktorluğunun daha kuvvetli olduğunu söylerdim” buyurmuşlardır.

Yüce Yaratan Peygamberi bize, bütün insanlık alemine “En güzel bir örnek ve model olarak” göndermiştir. Öncelikle İslâm temsilcileri, hizmetkarlar Peygamberi örnek almakla yükümlüdür. O’nun Sünnetine aykırı şekilde hizmet edilemez. Böyle hizmetler aslında hezimet olur.

Peygamber Medine’de bir müddet kaldıktan sonra ülkelerine dönen iki Bizanslı doktor hakkında bile gıybet sayılacak bir söz söylemiyor, biz zamane Müslümanları ise din ve iman kardeşlerimizi çekiştiriyor, hattâ onlara düşmanlık ediyoruz. Azılı İslâm düşmanı Siyonist ve Evangelistlerle sıkı fıkı diyalog dostluğu ve kardeşliği yapanlar, kendilerini uyardığımız için bize düşman oluyor, çeşit çeşit iftira savuruyor.

Yakın tarihimizin ihlaslı din hizmetkârlarından biri de

Bediüzzaman Said Nursî

hazretleridir, O büyük hizmetini ve fütuhatını parasız, ücretsiz yapmıştır. Bütün gerçek Nurcuların böyle olması gerekir. Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Seyyid Abdülhakim Arvasî, Şeyh Erbilli Esad Efendi, Şeyh Muhammed Zahid Kotku, Şeyh Adanalı Sami Efendi gibi din büyükleri de hep ücretsiz hizmet etmiştir.

Yenilgilerimizin, zilletimizin, başarısızlığımızın, esaretimizin, sürünmemizin sebeplerini düşmanlarımızın gücünde görmeyelim; kendi hatâ, isyan, ahlâksızlık ve noksanlarımıza bakalım. Bahaneleri bırakalım, Kur’an’a, Sünnete, fıkha, ahlâka sarılalım. 08 Nisan 2008