Bahriye’de Devrimci Subaylar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 25 Aralık 2018
Salı
İstanbul’da günlük
gazetesini yayınlıyorum. Memleketin durumu allak bullak. Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar ve onların arkasındaki, kışkırtan ve yönlendiren güçler ülkemizde Castro-vâri bir devrim yaparak
kurma hazırlıkları içinde.
O zamanın Ergenekoncuları irtica var, Atatürkçülük, gericiler yaygaralarını yoğun şekilde sürdürüyor.
Tarihini hatırlamıyorum, bir sonbahar günüydü, şu meşhur
başlıklı kışkırtıcı bir haberi manşetten verdi. Buna hayli canım sıkıldı. Elimde bir koz vardı, çekiniyordum, kullanamıyordum. Özeti şuydu:
Aynı yılın baharında, okulların tâtil edilmesinden birkaç gün sonra ziyaretime resmî elbisesiyle bir
gelmiş, bir kitap vermişti. Kitabın ismi
di. Bu kitap öğrencilere okulun tatil edileceği gün dağıtılmıştı. Cağaloğlu’nda solcu (Marksist) bir yayınevine hazırlatılmıştı. Muhteviyatı (içindekiler) buram buram solcu,
kokuyordu. Hattâ (O tarihte bütün şiddetiyle süren) Vietnam savaşı hakkında antimilitarist bir şiir de vardı.
Ertesi günü BUGÜN’de bütün ülkeyi ayağa kaldıran haberi verdik.
haber yayınlanınca Ankara’dan emir gelmiş, askerî öğrencilerin dolaplarındaki kitap, risale, dergi, evrak torbalara konulmuş, mühürlenmiş ve araştırma başlatılmıştı.
O zamanın Ergenekoncu, Sabataycı, Kemalist, Egemen Azınlık basını hep bir ağızdan yaygaraya başlamış;
edebiyatı yapılmıştı. Üçüncü gün mü neydi, ajanslardan bomba gibi bir haber gelmişti:
Heybeliada
Bildiride
gibi
sözler yer alıyordu. Henüz öğrenci olan bu genç subayların toplu bildiri yayınlamaları ordunun iç hizmet talimatına göre yasaktı ama onlar yasak masak dinlemiyorlardı.
Sonradan, bu bildiriyi
Bahriye mektebinde genç bir subaymış… BUGÜN’ün haberinden,
Türkiye toz duman içinde kalmıştı.
Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve arkadaşları sanki şahlanmışlardı. O zamanlar Sovyetler Birliği’nin en güçlü yıllarıydı. Fidel Castro Küba’da Marksist bir devrim yaparak nasıl iktidarı ele geçirmişse, aynı şey pekâla Türkiye’de yapılabilir diye düşünüyorlardı.
Bendeniz 1969’un birinci ayında
Türkiye’den normal pasaportla ve normal çıkışla ayrıldım.
1971’in 12 Mart’ında ordu darbe yapıp iktidara el koyunca sıkıyönetim mahkemeleri kurulmuş, Deniz Gezmiş’ler ve diğer militan ve şiddete yönelik Marksistler yakalanmıştı. Yıllar sonra elime geçen
Cumhuriyet gazetesi 20 gün kapatılırken, BUGÜN gazetesi süresiz kapatılarak batırılmıştır… (Oysa o Ali Kırca marifetli bildiriyi TSK’ne ve kamuya duyurun gazete BUGÜN gazetesi idi, teşekkür edeceklerine kapattırıyorlar geri zekalılar… REB)
Deniz Kuvvetlerimizin hükmî şahsiyetini (tüzelkişiliğini) tenzih ederek yazıyorum: Bahriye’deki darbecilik, militanlık, halk oyuyla seçilmiş iktidarı demokratik olmayan metotlarla tasfiye etmek zihniyetinin
Doğan Avcıoğlu’nun bu hamurda çok tuzu biberi vardır.
Ordumuzun siyasetten, ideolojilerden, aşırı akımlardan uzak durması gerekir.
Balkan harbini, ordunun siyasete karışması yüzünden kaybettik.
Peki din ve dindarlık meselesi ne olacak? Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyeti insanların temel haklarındandır. Bu hak ve hürriyetler elbette ordu mensupları için de geçirlidir.
Osmanlı devleti zamanında ve Cumhuriyet’in başında askerî kışlada kubbeli, minareli camiler vardı ve beş vakit namaz cemaatle kılınırdı. Boğaz köprüsünün (Avrupa yakasında) Ortaköy sırtlarında meşhur Orhaniye Kışlası yer alır, geçerken bir göz atınız, ortasındaki camiyi görürsünüz. (Otomobili sürenler bakmasın, yolcular baksın…)
Heybeliada’daki Bahriye mektebinin de minareli camisi varmış, CHP iktidarı zamanında, 1930’larda yıktırılmış.
Eskiden (Cumhuriyet’in ilk yılları dahil) büyük zırhlı gemilerde müftü, küçük savaş gemilerinde kadrolu imam bulunurmuş.
1950’li yıllarda ordumuz Ankara İlahiyat Fakültesi’nde üniformalı moral subayları okutup yetiştiriyordu.
Birliklerde camiler vardı, ezan okunuyor beş vakit namaz kılınıyordu.
Bundan elli yıl önce camilerde sivillerin arasında namaz kılan, başları takkeli, üniformalı subaylar görülürdü ve bu hal çok tabiî karşılanırdı.
Ordumuzu tenzih ederim. Ordumuz dinsiz değildir, İslâm dinine karşı değildir. Ordumuza sızmış olan, ordumuza zarar veren bir zihniyettir dinsiz olan.
Laik Fransa’da bile orduda hizmet gören Katolik papazları, Protestan pastörleri, Yahudi hahamları vardır.
Amerika’da ordu ile din iç içedir.
Bir askerî birlikte hizmet gören birMüslüman, ben dinî inançlarım dolayısıyla domuz eti yemek istemiyorum deyince akan sular durur ve ona haram yemek verilmez.
Bir savaş gemisinde Müslüman personel varsa ve namaz kılmak istiyorlarsa onlara muhakkak bir mescid yeri temin edilir.
Medenî ve demokratik bir ülkenin ordusunda ibadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, başına takke geçirmek, karısı veya kızı tesettürlü olmak, şu veya bu dinî tarikata mensup olmak asla suç değildir.
Önemli olan vazifesini doğru ve dürüst şekilde yapmak, hizmette kusur etmemek; ahlaklı, faziletli, vatansever, doğru, başarılı, ehliyetli, liyakatli olmaktır.
Yazımın başında bahs ettiğim hadiseyle ilgili kocaman bir kitap yazılabilir. (Gazetelerde çıkan yazılar, haberler, resimler, Sıkıyönetim Mahkemesi zabıtları, kararları vs..)
Şifalı bitkiler konusunda ehliyetli ve liyakatli bir uzman olan Alev Ersan Türker’in
başlıklı yazısından şu paragrafı dikkatinize sunmak istiyorum.
Bundan 2 yıl önce Sağlık Müdürlüğü ve Eczacı Odası denetmenleriyle birlikte bir hekimin ofisine baskın yapmıştık. Baskından bir gün önce elimizde, içimizden bir arkadaşımızın yeni çekilmiş, hiçbir hastalığı olmayan rontgeniyle, aynı hekimin yolunu tuttuk. Hekim rontgene şöyle bir bakıp, hastanın akciğer kanseri olduğunu, kendisinin bunu iyileştirebileceğini söylemiş ve bize birkaç paket ot karışımıyla içinde ne olduğu belirsiz bazı sıvıları 600 TL karşılığı satmaya kalkmıştı. Sonra ne oldu?
Baskında otlara ve sıvılara el koyduk, günlük hesap tuttuğu defterlere de… Günlük kazancı yaklaşık 20 bin lira idi, bizim kestiğimiz ceza ise 180 lira! Aynı hekimin şimdi internet üzerinden satış yaptığını hayretler içinde seyrediyoruz.”
Bizde her şeyin sömürüsü yapılır da şifalı bitkilerin yapılmaz mı?.. Aslında insana çok yararlı olan şifalı bitkiler, mutlaka ehliyetli, diplomalı, ruhsatlı uzmanların tavsiyesiyle kullanılmalıdır.
Sağlıklı kişiye akciğer kanserisin diyerek 600 liralık ilaç satan kişiden her şey beklenir. Günlük kazancı 20 bin liraymış. Ayda en az 500 bin lira eder. Yılda 6 milyon lira… İyi para değil mi?
Maalesef bizde: İlaç sanayiinde… Konvensiyonel Ortodoks tıpta… Şifalı bitkilerle tedavide… Paralel yumuşak tıplar konusunda bir yığın usulsüzlük, etik dışı hareket, dolandırıcılık yapılmaktadır.
Devletimiz maalesef bunları önleyemiyor.
Gazetelerde her gün şifalı bitkiler, şifalı yiyecekler, şifalı gıdalar ile ilgili sansasyonel yorumlar çıkıyor. Bunları uzmanlar mı yazıyor? Maalesef…
Nar suyu çok şifalı imiş… Eyvallah ama on gün müddetle, günde on bardak nar suyu içersen yararlı değil, zararlı olur.
internet adresinden yazımın başında zikrettiğim makaleyi mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 25 Kasım 2009