Pazartesi

Amerika Irak’a saldıracak, zamanını kolluyor. Türkiye çantada keklik. Mısır başta olmak üzere bazı Arap üllkeleri mırın kırın ediyor ama karşı koyacak halleri yok.

Türkiye’yi ikna etmek için 288 milyon dolar vermeyi vaad etmişler. Bu kadar az bir para borçlarımızın faizlerinin bile yükünü azaltmaz.

Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmuş vaziyette. Oraya giren ve çıkanların pasaportlarına Kürdistan damgası vuruluyormuş. “Ben küçük bir politikacıyım” diyen Talabanî tam bir tiyatrocu. Küçük tiyatrocu…

Türkiye’nin işleri kötü gidiyor. Derviş’in “Düze çıktık” edebiyatlarına kimse kanmasın. Yakında bol turist gelecekmiş de iktisadî durum düzelecekmiş. Nasreddin Hoca’nın, dikenlere takılan koyun yünlerini toplayıp, eğirip çorap örüp satarak borçlarını ödeme planı gibi hayaller.

İktidar, İmam-Hatipli kızlara karşı açtığı amansız savaşı sürdürüyor. Onüç yaşındaki kıza kelepçe taktılar. Bunu hiç unutmayınız, günde yirmi kere “Onüç yaşındaki kıza kelepçe taktılar…” diye tekrarlayınız ki, hâfızanızda iyice yer etsin. Kıza niçin kelepçe takmışlar? Hırsızlık mı yapmış, bir suç mu işlemiş? Hayır hayır. Bir din okulunda okuyan o kız başını örttüğü için kelepçelenmiş. Ey siyaset, ey hukuk, ey idare! Senin adına ne cinayetler işleniyor…

Afganistan ABD’nin sömürgesi oldu. Afgan çocuklarına okutulacak ders kitapları Amerika’da hazırlanmış ve basılmış. İlk baskıda kitapların başına besmele koymayı unutmuşlar, yeniden basmışlar. Bu made in USA Afgan kitaplarında bol bol din edebiyatı yapılıyormuş ama cihaddan, yurdunu düşmanlara karşı savunmaktan hiç mi hiç bahsedilmiyormuş.

Dünya topyekûn bir felâkete doğru gidiyor. Amerika’daki kartallar insanlığın felâketine yol açacak çılgınlıklar peşinde. Dünya ve insanlık barış istiyor, Amerika ise savaş çığlıkları atıyor.

Terör bir bahanedir. Terör hadiselerinin içyüzü çözülmemiştir. Amerika Ortadoğu’da kalıcı, gerçek, âdil bir barış istemiyor. İsrail’i kayıtsız şartsız destekliyor. Sahte barışlar kalıcı olmaz. İsrail devleti 1948’de kuruldu. Kalıcı ve âdil barış isteniyorsa geçen elli dört yıl bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Türkiye’deki bazı hızlı, radikal, başlarında kavak yelleri esen Yahudiler İsrail lehine nümayişli faaliyetler yapmak istemişler. Yahudi lâik konseyi buna karşı çıkmış. Yahudilerin aşırılıklara kaçmaları kendileri için iyi olmaz. Onlar İsrail vatandaşı değil, Türk vatandaşıdır. Türkiye’deki Yahudi işadamlarından, zenginlerden İsrail için vergi toplayan bir siyonist teşkilat yoğun faaliyet yapıyor. Üzeyir Garih’in bu teşkilâta 20 milyon dolar vergi ödemediği için katledildiği rivayet olunmaktadır. Ülkemizde yabancı devlet için vergi toplanması millî menfaatlerimize, kanunlarımıza aykırıdır. Devlet ve hükümet büyüklerinin, istihbaratçıların, sorumluların bu gibi faaliyetleri önlemeleri gerekir.

Büyük gazetelerimizde, televizyonlarda birtakım dindar Müslümanlar aleyhinde militanca, saldırgan, vahşî yayınlar yapılıyor. Medya dindarlara karşı merhametsiz bir savaş açmıştır. Medya hem savcı, hem hakim, hem de cellatlık yapmaktadır. Medya, kutsal savunma hakkının kullanılmasına izin vermemektedir.

İki kız çocuğunu okutmayan dindar öğretmene karşı medyatik bir linç hadisesine girişildi. Ciddî ve efendi olmaları gereken büyük gazeteler adamcağız için başlıklarında “Yobaz!” dediler. Böyle yargısız infazlar medeniyete, hukuka, adalete, insafa uymaz. Müdafaa hakkı kutsaldır, suçlanan kimsenin kendini savunma hakkı vardır. Maalesef bazı Sabataycılar ve militan ateistler Müslümanlara bu hakkı tanımıyor.

Medenî, hukuklu, kalkınmış, sağlıklı bir siyasî ve sosyal yapıya sahip ileri ülkelerde medya dördüncü kuvvettir. Bizde ise “Birinci Kuvvet” haline gelmiştir. Kartelleşen, tekelleşen, mafyalaşan bir medyanın ülkenin birinci gücü haline gelmesi son derece vahim, son derece zararlıdır. Türkiye’nin düzelmesi isteniyorsa, medyanın birincilikten dördüncülüğe indirilmesi gerekir.

Yoğun bir kokuşma edebiyatı yapılıyor ama kokuşmayı kurutmak için bir şey yapılmıyor. Türkiye bugünkü siyasî, sosyal, ideolojik yapısı ile kokuşmayı durduramaz. Sistem kokuşmaya teslim olmuştur. Sistem değişmedikçe kokuşma bataklıkları kurutulamaz.

Türkiye’deki islâmî hareketin durumu nasıl? Bence hiç parlak değil. Öyle hayhuylar, öyle koşuşturmalar oluyor ki, kopartılan gürültüye, kaldırılan toza dumana değmez. İslâmî faaliyet ve hizmetlerin temeli Kur’ân, Sünnet, Şeriat hükümleri, ilkeleri, değerleri olmalıdır. İmam-ı Gazalî bunların dışında her şey hederdir buyuruyor. Müslüman kütleleri yıllarca oyalayan, uğrunda yüz milyonlarca dolar harcanan, bitmez tükenmez apoloji edebiyatları yapılan öyle gürültülü işler var ki, bir ikindi namazının dört rekatlık gayr-i müekked sünneti kadar değeri, ecri ve hayrı yoktur. Zavallı Müslümanlar, ne boş işlerle uğraşıyorlar. İhlâs ve istikamet… Bu iki temel islâmî ilkeyi çalışmalarımıza hakim kılmadıkça iflâh olmayacağız.

İslâmî hizmet ve faaliyetler bir “İslâmî Ahlâk Anayasası”nın düsturlarının ışığında görülmelidir. İslâm baştan başa ahlâk ve edeb demektir. Dininin ahlâkî kurallarına uymayan bir Müslüman, eğer imanı varsa elbette Müslümandır ama “Ahlâksız bir Müslümandır.”

Din rantı yenmesi, kutsal islâmî değerlerin maddî menfaate ve nefsanî ihtiraslara âlet edilmesi, din sömürüsü yapılması mutlaka önlenmelidir. Maalesef Yahova Şahitleri, Mormonlar kadar olamıyoruz. Onlar kendi din ve mezheplerinin hizmetlerini ahlâk kurallarına uygun olarak, fedakârlık ve feragat ile yapıyor. Otuz sene önce Almanya’da Mormonluk propagandası ve misyonerliği yapan Amerikalı üniversite talebeleri ile konuşmuştum. “Masraflarınızı kilise mi karşılıyor?” soruma “Hayır, boş zamanlarımızda benzin istasyonlarında çalışıyor, lokantalarda bulaşıkçılık yapıyor, çocuk bakıyoruz ve kazandığımız paraları biriktirip bu hizmetler için kullanıyoruz” cevabını vermişlerdi. İslâm dini ilâhî ve yüce bir dindir. Bu dine ancak yüksek bir ahlâkla hizmet edilir. Din sömürücüleri, mukaddesat bezirganları hizmet etmiyor, hezimete sebep oluyor.

Neşeli, nikbin (iyimser) bir insanım. Lâkin gerçekçiyim. İnsanların çoğundan ümidimi kestim. Allah’tan ümid kesilmez. Bir ışık, bir rehber bekliyorum. 26 Mart 2002