Balık Tutmasını Öğretmek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Pazartesi
Faydalı ve hikmetli sözlerin tekrarlanması iyidir: “Aç bir adama bir balık verirsen, onu bir öğün doyurmuş olursun. Ona balık tutmasını öğretirsen, ömrü boyunca geçimini temin etmiş olursun.”
Turgut Özal zamanında, bir ara bolluk olmuştu. Şimdi ise birkaç yıldan beri darlık, sıkıntı içinde yaşayan on milyonlarca insanımız var.
Türkiye’nin iktisadî, malî, ticarî sıkıntılarına ciddî şekilde çareler ve çözümler aramalıyız. Bu konudaki fikirlerimi kısaca arz ediyorum:
1. Bu ülkenin nimetleri, yetmiş milyon halka yeter de artar. Hatta seksen, yüz milyonu bile geçindirebilir.Yeter ki, gelir paylaşımı âdil olsun. Bu adaleti sağlamak iki yoldan olur: (a) Dıştan devlet yaptırımlarıyla, kanunlarla, (b) İçten vicdanla, ahlâkla, faziletle, yüksek karakterle, vatanseverlikle.
2. Türkiye kanaat zihniyeti ve ahlâkıyla sağlıklı bir toplum yapısına sahip olabilir. Zengin vatandaşların azmamaları, aşırı tüketim yapmamaları, kudurmamaları, israf etmemeleri, saçıp savurmamaları gerekir. Benim çocukluğumda, bundan altmış sene önce, küçük bir zümre dışında zenginler de, kanaatli yaşarlardı. İstanbul’da Sultanhamam civarında kumaş mağazası olan çok büyük zenginler sabahleyin evinden işine gelirken, sefertasıyla öğle yemeklerini getirir, onları ispirtolu küçük bir ocakta (kamenota) ısıtır, yerlerdi. Hiçbir ahlâklı, faziletli, görgülü, vicdanlı büyük patron, emrindekilerden birine “Git kebapçıdan bana bir buçuk porsiyon İskender kebabı getirt” demezdi.
3. Bugünkü üniversitelerimiz genellikle işsiz yetiştirme fabrikalarıdır. Üniversitelerimizin ve millî eğitimimizin teşebbüs-i şahsî (kişisel girişim) zihniyetine sahip cesur, hamleci, çalışkan, azimli, iş bilir, iş bitirir, ekmeğini taştan çıkartır genç nesiller yetiştirmesi lazımdır.
4. Türk toplumu üretmeden tüketmek isteyen bir toplum haline getirilmiştir. Bu ise, büyük bir felâkete sebep olur.
5. Son çeyrek asırda ticaret, üretim, çalışıp çabalamak hor görülmüş, ikinci plana atılmış; insanlarımız faize, ribaya, avantaya yönlendirilmiştir. Başlangıçta faiz gelirleri, rantlar, avantalar cahillere hoş görünür ama sonunda ülke batar.
6. Türkiye’nin başındaki en büyük bela haram yiyiciliktir. Bir ülkede, bir toplumda haram yiyicilik yaygın hale gelirse, çöküş başlar. Kendi kusurları ve kabahatleri olmasa bile, haram kazançlarla geçinen ve beslenen eşler, çocuklar, aile efradı da mânen zehirlenir.
7. Bir ülkedeki bütün gençlerin lise ve üniversite tahsili yapması gerekmez. İlköğretimden sonra, okumaya istidadı olmayan gençlerin çıraklık ve meslek eğitimiyle pratik iş hayatına yönlendirilmesi gerekir. İktisat, ticaret, imar konusunda dünyaya örnek olan Almanya’da sistem böyledir. Bizde ise, popülist, ahlâksız, vatan haini adamlar eğitimde kaliteyi bıraktılar, sadece kemmiyete ağırlık verdiler. Her tarafı beton okul binalarıyla doldurdular, nice nesli berbat ettiler.
8. Yetmiş milyonluk halkımızın kalitesiz ve köksüz bir eğitimle hepsinin çürük ve vasıfsız olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Halkımızın içinde son derece zeki, kabiliyetli, güçlü, üstün insanlar vardır. Ancak kuru zekayla, sadece kabiliyet ile bir yere varılmaz. Mutlaka vasıflı, iyi, uygun bir eğitim sistemiyle bu insanları yetiştirmek gerekir.
9. Diyelim ki, şu anda yirmi milyon işsizimiz var. Bunların bir milyonunun zeki, kabiliyetli, çalışkan, iyi niyetli olduğunu düşünelim… İşte öncelikle bunlara “Balık tutmasını” öğretmek lazımdır. Yani hayatlarını kazanacakları, geçimlerini temin edecekleri işler, meslekler, marifetler, hünerler kazandırılmalıdır. İnsanlar kendi kendilerine bunları elde edemezler. Devletin, hükümetin, zenginlerin, üst tabakanın, seçkinlerin yardımcı olmaları gerekir.
10. Türkiye’yi parçalamak, küçültmek, çökertmek isteyen düşman güçler, bizi kasıtlı olarak vahim bir krize sürüklemişlerdir. Bunu da, içimizdeki hainleri, hırsızları, dolandırıcıları, hortumcuları, talancıları, haram yiyicileri kullanarak, teşvik ederek başarmışlardır.
11. Ahlâklı, faziletli, vatansever, hayırlı zenginlerin, güçlülerin, politikacıların, medyacıların, önderlerin halka ve gençliğe ışık tutmaları, rehberlik etmeleri, onlar için kaçınılmaz bir vazife ve borçtur.
12. Büyük fabrikalar, işletmeler kurmak için muazzam miktarda sermaye gerekir. Belki bugünkü şartlar altında böyle işyerleri kurulamaz. Lakin çok küçük işletmeler için, küçük sermayeler yeterlidir. Meselâ geçim sıkıntısı çeken bir ailenin hanımına veya genç kızına, evinde bir iş kurdurtmak mümkündür. Yeter ki, hanım veya kız bunu istesinler, buna razı olsunlar, bunun iradesine sahip bulunsunlar.
Bundan beş sene kadar önce, Kasımpaşa’da, mobilyacı Şaban Beyin dükkanına gitmiştim. İhtiyar bir adam omuzuna kayışla astığı camekanlı bir kutuda sıcak sıcak sigara börekleri satıyordu. Adamcağız alışveriş yapsın diye, beş tane aldım, kağıda sardırttım. “Bu börekleri kim yapıyor” dedim, “Bizim hanım evde kendisi hazırlıyor, ben de satıyorum” cevabını verdi. Börekleri eve götürdüm, bir çay yaptım… Çok lezzetliydiler. Bakınız, yaşlı bir karı koca evlerinde çalışarak, böyle küçük bir ticaretle geçimlerini sağlayabiliyorlar.
“Herkes evde sigara böreği yapıp, sonra bunları sokakta satarak geçimini temin edemez…” Tabii edemez. Lütfen mugalâtâ yapmayalım, bir örnek vermek için zikrettim.
Geçenlerde bir balıkçıdan bahsettiler, balık tutma gemilerinin bir tanesi üçyüz elli bin dolarmış. Bir ara eline iyi para geçmiş, yüz kırk bin dolara lüks bir cip almış, içki, seks, bin türlü sefahat ve rezalet… Sonra, tabii batmış. Beter olsun! Böyle adamlar hem kendilerini, hem toplumu batırırlar.
İyi bir amir, iyi bir patron, iyi bir iş adamı emrindekilerin, astlarının manevî babası, ağabeyi durumundadır. Onları yetiştirir, korur, gözetir, iyi olmaları için her türlü tedbiri alır.
Politikacılar, hele iktidar politikacıları iyi bilsinler ki, bu ülkenin ve bu halkın vebali kendileri üzerinedir.
Ucuz edebiyatlarla, popülizmle, oy almak için bin türlü dolap çevirmekle, yalan söylemekle, yerine getiremeyecekleri sözleri vermekle, emanetlere hıyanet etmekle hem kendileri sonunda rezil ü rüsvay olurlar, hem de ülkeyi ve devleti batırırlar.
Amerika’da devlet adamlarının, politikacıların, hattâ başkanların yalan söylemeleri, sadece ahlâksızlık değil, aynı zamanda suçtur. Bizde ise…
Çocuklarımızı, gençlerimizi, öğrencilerimizi, halkımızı daha bilgili, daha ahlâklı, daha hünerli, daha marifetli, daha vatansever, daha dürüst, daha girişimci yetiştirmekle mükellefiz. Aksi takdirde geleceğimiz çok karanlıktır.
Unutmayın, aşsız ve işsiz vatandaşlarımıza “balık tutmasını” öğretmek, bütün sorumluların boynuna borçtur.
IMF, kendisine yardımcı ve tabî olanlara cimri davranmaz. Ülkeyi, halkı, devleti mahveder ama, onların tayınlarını, yağlı kemiklerini bol bol verir… 30 Mart 2004