Balkondan Mehtap Seyri Eyüp Sultan İntibaları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Çarşamba
Birkaç gün önce kamerî aylardan cemaziyelahirin 14’üydü. Gece balkona çıktım. Ay ışığı Marmara Denizi üzerinde Adalar’a kadar altınla gümüş karışımı bir yol meydana getirmişti. Denizde yakamozlar… Uzakta adaların ışıkları… Arada bir geçen gemiler… Bizim bahçedeki büyük çitlembik ağacı, ulu fıstık çamı, yaprakları hışırdayan aylandoz, ağaçlara tırmanmış ve hâlâ çiçek veren mor salkım, bunların hepsi gerçekten nefes kesici, nefis bir manzara oluşturmuştu. İstanbul artık gündüzleri eskisi kadar güzel değil. Mehtap gecelerinde ise seyrine doyum olmuyor. Önümüzdeki hicrî ayın 14’ünde Eyüp Sultan Piyer Loti Tepesi’ne çıkmak, İstanbul’u oradan seyretmek istiyorum.
Yaz geldi, pencereler açıldı, önleyemedim, kumrular banyoya, baş taraftaki uzun salona, camlı balkona yuvalar yaptılar. Kaç defa kuluçkaya yattılar, yavru çıkarttılar, büyüdüler uçup gittiler, şu anda banyoda yumurtasının üzerine yatmış bir kumru var. Bana alıştı, girip çıktığımda ürküp kaçmıyor. Ev kirleniyormuş, önemli değil… Önemli olan onların bize hatırlattıkları. Bunları izlerken Resulullah Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicret ederken Sevr Dağı’ndaki mağaraya saklanması, hemen bir yaban güvercininin oraya yuva yapıp yumurtlaması, bir örümceğin de ağını germesi hatırıma geliyor.
Kedilerin sayısı çoğaldı: İki tanesi üçüncü kattan bahçeye atlayıp kaçtılar. Biri beni unuttu, kapıya gelmiyor, iri açık renkli tekir kedi genellikle terastan dama çıkıyor, günde birkaç kere kapıma gelip miyavlıyor, süt ve kedi maması veriyorum. İki dişi kedi doğurdu, birinin iki yavrusu kaldı, biri beş yavrusuna da bakamadı, öldüler. Onları sokağa atamıyorum, ortalığı dağıtıyorlar, yine bakmaya devam ediyorum. Resulullah efendimiz bir kediyi hapsedip aç bırakan ve ölümüne sebep olan bir kadının, bu yüzden cehenneme konulduğunu haber veriyor. Bir başka hadîs-i şerifte de, İsrail oğullarından kötü bir kadının yolculuk esnasında bir kuyu kenarında susuzluktan ölmek derecesine gelmiş bir köpek gördüğünü, “bunun da yanan bir ciğeri var, su vereyim…” diyerek kuyudan ayakkabısına su doldurup çıkardığını ve köpeği suvardığını anlatıyor ve Allah o kötü kadını bu yüzden affetti diyor.
Geçenlerde bir pazar günü Eyüp Sultan’a gittim. Hava dehşetli sıcaktı. Teleferikle Piyer Loti Tepesi’ne çıkayım dedim, uzun bir kuyruk vardı, hayli bekledim, bin zahmet yukarıya çıktım, haddinden fazla kalabalık vardı, bilhassa Yunanistan’dan gelen Rumlar her nedense oraya çok çıkıyorlar. Piyer Loti Tepesi tanzim ve imar edilmiş, ahşap kaplamalı Osmanlı üslubu binalar, oteller yapmışlar, restoranlar da var, bir yerde limonata içtim, soğuk değildi beğenmedim.
Tarihî Piyer Loti kahvesinden yukarı çıkarken sağda iki katlı minik, küçük pencereli bir Osmanlı evi var, kiraya verseler orada otururum. Efendim, eski ahşap evlerde fareler olurmuş… Benim de kedilerim var. Fare olur diyerek geleneksel ahşap evde oturmamak doğrusu akıl almaz bir şey.
Hattat Müşerref Çelebi Hanımın cenazesi için cumartesi günü Eyüp Sultan Camii’ne gitmiştim. Vakit namazında cemaat avluya taşmıştı. Ne güzel… Bütün camiler hep böyle olmalı.
Caminin ana giriş kapısındaki perdenin üzerindeki yazılar hat bakımından çok çirkindi. Oradaki tanıdık görevlilerden bir zattan rica ettim, şunların ölçülerini verin de bir tanıdık hattata güzelce yazdırayım dedim. “Bir metre bulup çıkartayım, siz çarşıdaki işinizi bitirince alırsınız…” cevabını verdi. Karşıdaki tarihî fırından kurabiye alırken hattat dostumuz Dr. Süleyman Berk ile karşılaşmaz mıyım? Hüsn-i tesadüf yahut tevâfuk… Yazılacak hatlardan birinin onda zaten hazır kalıbı varmış, ikincisini de hazırlayacak.
Cami kapısının girişine ferforjeden bir lamba asmışlar, mabedin mimarisine uymuyor, söylesem değiştirirler mi acaba?
Caminin içinde Tahtakale’de 15 liraya satılan ucuz, çirkin, bayağı, berbat, işporta işi, değersiz pilli duvar saatleri var, onların da bir an evvel çöpe atılması gerekir.
Daha önce de yazmıştım, mihrabın solunda hattat-mimar Ali Toy Bey dostumuzun talik hatla nefis bir levhası var, o levha çakılırken ortalanmamış, himmet sahibi birisi çıksa da ortalasa.
Cami kapısındaki “Pabuçlarını öyle tutma böyle tut!” (üst üste konmuş iki berbat kundura resmi var) levhası da bir an önce çöp bidonundaki yerini almalıdır.
Merhume Müşerref Hanımefendi’nin cenazesinde Emin Saraç hocaefendiyi, Hattat Hasan Çelebi’yi ve birçok aşina çehreyi gördüm.
Eyüp çarşısında gezinirken, bir ara sokakta bir çiğ börekçi gördüm. Yemeği orada yemediğime üzüldüm. Isıtıp evde yemek için biraz börek aldım.
Hava çok sıcak, hastalıktan kalkmışım, eve taksiyle döndüm, Eyüp’ten Sultanahmet’e 10 lira tuttu. Bazen 11,12, hattâ 13 tuttuğu oluyor; şoförü dürüstlüğünden dolayı tebrik ettim, kazancı bereketli olsun.
Seçimlere az kaldı, oylar verilince su kesintileri başlayacaktır. Depo mu koydursam, yahut büyük bidonlar, ibrikler, duvara asılan musluklu kaplar mı alsam?..
Eyüp Sultan’la ilgili birkaç hususa daha temas etmek istiyorum:
1- Geleneksel sanatlarımıza ait kaliteli sanat eserleri satılan en az bir mağaza olmalıdır. Orijinal yazılı, orijinal tezhiplî güzel hatlar… Sanatlı çömlekler, toprak eşya… El dokuması kumaşlar… Elde yapılmış cam eşyalar…
2- Bir sahhaf dükkânı.
3- Eski eşya ve antika satan bir dükkân.
Yakın tarihimizde tarihî Eyüp kabristanı tahrip edilmiştir. Hiçbir toplum ecdadının mezarlarını bizim gibi ve bizim kadar tahrip etmemiştir. İstanbul’u İngilizler işgal etmiş olsalardı böyle Vandallık yapmazlardı. Ne kadar eski tarihî mezar, mezar taşı kaldıysa bunların envanteri yapılmalı, resimleri albümler halinde basılmalıdır.
Teleferik mi, füniküler mi neyse işte onun aşağıdaki ve yukarıdaki binalarının mimarisini beğenmedim.
Eyüp türbesinin önünde hangi ülkeden olduğunu bilmediğim sakallı, taylasanlı sarı sarıklı, İstanbulinli muhterem bir zat gördüm, selam verdim, elini sıktım.
Eyüp Sultan insan kaynıyor, türbe ziyaretini şirk olarak kabul eden vehhabî meşrebliler kızsalar, köpürseler de ziyaretin önünü kesemiyorlar. Onlara kalsa, bırakın ziyaretçileri engellemek, türbeyi yıkarlar, kabri düzlerler, orayı arsa haline getirirler. Arabistan’da böyle yapmadılar mı? Mekke’de Cennettü’l-Muallâ mezarlığını yıktılar, Hz. Hatice Radiallahüanha annemizin türbesini yıkıp düzlediler. Medine’deki Baki’ mezarlığını ve oradaki türbeleri yıktılar. Uhud’daki Hz. Hamza Camii’ni ve türbesini yıktılar, şehitliği düzlediler. Bedir’deki camiyi yıktılar, türbeleri kabirleri tahrip ettiler.
Bu zihniyettekiler, bir Müslüman bir kabri ziyaret edip Fatiha okuyunca bu hareketi şirk olarak kabul ediyor. Kafaları hiç çalışmıyor. Müslümanlar kabirlerde Fatiha’yı, okumadan meydana gelecek sevabı ve ecri oradaki ölünün ruhuna hediye etmek için okurlar.
Daldan dala atladık, yazı uzadı. Okuyan çıkarsa, ona selam ederim… 05 Temmuz 2007