Pazartesi

 

Hiçbir Müslümanın kendi kafasına, re’yine, heva ve hevesine göre Kur’ân’dan, hadîslerden dinî ve şer’î hüküm çıkartmaya hakkı yoktur.

Hiçbir Müslüman herhangi dinî bir konuda “Benim görüşüm şöyledir… Benim fikrim böyledir…” dememelidir.

Dinî konularda gevezelik, zevzeklik yapmak hiçbir Müslümana şeref ve itibar kazandırmaz.

Bin dört yüz yıllık İslâm tarihinde Kitabullah’tan, Resûl’ün Sünnetinden din ve Şeriat hükmü çıkartabilecek çok az sayıda mutlak müctehid yetişmiştir. Ashabın müctehidlerini saymazsak, birinci hicrî asırdan bugüne kadar gelip geçmiş mutlak müctehidlerin sayısı elliyi geçmez.

Zamanımızda, gerçek İslâm medreseleri bulunmadığı ve icazetli hakikî din uleması yetişmediği için birtakım reformcular, yenilikçiler, bid’atçiler ortalığı boş buldular ve yüce dinimiz hakkında kendi kafalarından, kendi heva, heves ve re’ylerine göre konuşmaya başladılar.

Birtakım Müslümanlar da, din dışı yüksek tahsil diplomalarına güvenerek din konularını mıncıklıyor; sözlü veya yazılı “Bana göre…” edebiyatı yapıyor. Dinî ve şer’î konularda, fıkıh meselelerinde “Bana göre…” yok; hangi mezhebe bağlıysa onun muteber fıkıh ve ahkam kitaplarını kaynak göstermek vardır.

Belli zamanda kurban kesmek farz mıdır, vâcib midir, sünnet midir? Mezhep imamımız Ebû Hanîfe hazretleri “vacibdir” buyurmuşlardır. Bizim bu konuda tartışmaya, “Benim görüşüm şöyledir, böyledir…” demeye hakkımız yoktur.

Peki dinî, şer’î, fıkhî konularda her kafadan ayrı bir ses yükselir, her önüne gelen “Ben bu konuda şöyle düşünüyorum…” derse ne olur? Ne olacak, Müslümanlar bugünkü kargaşa, kaos, tefrika, tezebzüb, fitne ve fesad içine düşer. Rejimin, bir tapu ve kadastro genel müdürü seviyesinde bulunan Diyanet İşleri Başkanı’nın da, dinî konularda kendi kafasından konuşmaya, şahsî ve indî ahkam serdetmeye hakkı yoktur. Şayet böyle konuşursa itibarını zedelemiş olur ve Müslüman halk indindeki güvenini yitirir.

İmam-ı Gazalî hazretlerinin hocası büyük âlim İmamü’l-Haremeyn Cüveynî hazretleri mutlak müctehidlik derecesine yükselmiş, fakat zamanın yeni bir mezhep kurmak zamanı olmadığını bildiği için İmam-ı Şafi hazretlerine tâbi olmuştu. Bugün Türkiye’de hiçbir İlâhiyat profesörü mutlak müctehid derecesinde âlim değildir. Ehl-i Sünnet dairesinden dışarıya çıkmamak şartıyla bazıları tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan ashab-ı fetva olabilirler. Bu rütbe bile sahipleri için çok büyük bir şereftir.

Birtakım iç ve dış güçler Türkiye’de İslâm’ı mihrabdan yıkmak istiyor. Bundan elli sene kadar önce Ankara’nın yüksek tepelerinden birindeki bir kâşanede içkili bir yemekte kodaman bir zatın “Bu sefer işi mihrabdan halledeceğiz?..” dediği rivayet olunuyor.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan askerî hükümet zamanında bile bugünkü kadar dine müdahale edilmemişti. Askerî rejim, Demokrat Parti rejiminin Diyanet Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun yerine, İstanbul müftüsü fazıl ve muhterem Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hazretlerini getirmişti.

Atatürk, Diyanet İşleri’nin başına eski Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi hocayı getirmiş ve dairenin içişlerine müdahale etmemiştir. Mustafa Kemal zamanında Türkçe bir Kur’ân tefsiri yazdırılmaya karar verilince bu iş sünnî ulemadan Elmalılı Hamdi Efendi hazretlerine havale edilmiştir.

Türkiye Müslümanları çok iyi bilmelidir ki, dinî planda uluslararası bir komplo ile karşı karşıyadırlar. Birtakım ilahiyatçılar: yeni, light, fıkıhsız, şer’î ahkamsız, beşerî bir ideoloji ve suya sabuna dokunmaz bir hümanizma şeklinde yeni bir İslâm türetmek istemektedir.

Gerçek İslâm, temelleri Allah’ın Kitab’ı Kur’ân’a, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetine, ümmetin ve fukahanın icmaına dayanan İslâmdır.

Yenilikçi, reformcu, “Bana göre…” ilahiyatçıları yanlış yoldadır. Onların zihniyeti, bozuk Bektaşi’nin (Gerçek Bektaşîleri tenzih ederim) abdestsiz namaz kılması üzerine “Böyle namaz olur mu?” sorusuna “Ben kıldım, oldu…” demesi gibidir.

Bozuk, reformcu, yenilikçi İlahiyatçılara bir misyon verilmiştir. Bu misyon Rabbanî değil, şeytanîdir.

Fazlurrahman denilen adam Pakistan’da binlerce din alimi tarafından şiddetle kınanmış, aleyhinde bildiriler ve dilekçeler yazılmış ve ülkesinden kovulmuştur. ABD’ye gitmiş ve orada Chicago üniversitesi tarafından kendisine bir kürsü verilmiş; bir daha Pakistan’a dönememiş, orada vefat etmiştir. Bugün ülkemizde Fazlurrahmancı ilahiyat mensupları bulunmaktadır. Bunlar ne diyor? Kur’ân ve Sünnetteki hükümlerin bir kısmı bugün geçerli değildir, onlar tarihseldir, geçmiş zamanlara aittir… Ehl-i sünnet Müslümanları böyle bir hezeyanı asla kabul edemez. Bu mantık ile ileride bu adamlar beş vakit namazı da kaldırmaya kalkışabilirler.

Usûl-i Fıkıh ilminin genel ve temel bir kaidesi vardır: Bir Müslüman, nass (Âyet ve hadîs) ile fukaha sözü arasında bir zıtlık, bağdaşmazlık, uyumsuzluk görse hangisine tâbi olur?.. Fukahaya tâbi olur. Çünkü, mukallid Müslümanın zıtlık, uyuşmazlık gibi gördüğü şey, onun kendi kafasındaki bir yanlışlıktan ibarettir. Ortada bir te’vil, tahsis, tevcih, nasih veya mensuh meselesi vardır da, cahilliğinden ötürü bunları bilmemektedir.

Bugünkü reformcular, yenilikçiler, bid’atçiler, Fazlurrahmancılar, Cemalüddin Afganîciler, Muhammed Abduhçular, Reşid Rızacılar ne diyor? “Al eline birKur’ân meali veya tefsiri, bir de hadîs kitabı ve bunları okuyarak din hükmü çıkar, din yorumu yap…” Bu metod maazallah Müslümanı sapıklığa ve hattâ küfre kadar götürebilir. Büyük âlim, zamanın Gazalî’si Düzceli Muhammed Zâhid Kevserî hazretleri ne diyor? “Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” diyor.

Kurban bayramı yaklaştı ya, bütün reformcular, yenilikçiler, şucular bucular seferber oldular, Sabataycılarla ve dinsizlerle elele verdiler ahkam kesmeye başladılar. Bunlara kulak vermeyiniz. Kurban vacibdir, yani farza yakın dinî bir emir ve mükellefiyettir. İmkânı olan her Müslümanın kesmesi gerekir. Kurban parası sadaka olarak verilemez. Kurban parası derneklere, cemaatlere, vakıflara verilemez. Mutlaka, Allah rızası için, fıkhî hükümlere uygun şekilde kesilecektir.

Reformcu ve yenilikçi ilahiyatçıları dinlemeyiniz. Hanefî iseniz Ömer Nasuhî Bilmen’in Büyük İslâm İlmihalini alınız, orada ne yazıyorsa aynen uygulayınız. Şafiî kardeşlerimiz Şafiî ilmihallerine, fıkıh kitaplarına baksınlar.

Sevgili din kardeşlerime tavsiye ediyorum: Dinî konularda asla tartışmayınız, dinî bir konu hakkında “Benim görüşüm şöyledir…” edebiyatı yapmayınız; böyle konuşanları dinlemeyiniz, onları dışlayınız.

Kitap, Sünnet, icmâ yolu Mevlâ’ya götürür; reform, yenilik, bid’at yolu belâya…

“Kur’ân’da kurban yoktur…” diyenlere kulak asmayınız. En kısa sûre olan “Kevser” sûresinde kurban kes buyurulmaktadır. Sevâd-ı azamdan, cadde-i kübrâdan, anayoldan ayrılmayınız. Hakikî ulemaya kâmil mürşidlere tâbi olunuz. 27 Ocak 2004