Bendeniz Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanıyım. Ehl-i Sünneti müdafaa ediyorum.

Ehl-i Sünnet ne demektir?

(1) Allah’ın Kitabı Kur’ânı doğru yorumlamaktır. (2) İnsanlar için en güzel örnek ve model olarak gönderilmiş Hz. Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) Sünnetini kaynak olarak kabul etmek, onu doğru yorumlamak ve ona yapışmaktır. (3) İhtilaflı, tartışmalı meselelerde

Sevad-ı Azam’a

(Büyük Cemaate) tabi olmaktır. (4)

Allah’ı kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh bilmek;
zaman, mekân, cisim, cihet, insanlar gibi eli, ayağı, yüzü olmak gibi noksan sıfatları

ona yakıştırmamaktır. (5)

İ’la-i kelimetullah için cihad fi sebilillah yapmaktır.

(6) Peygamberin, Ashab-ı Güzin’in, Selef-i Salihinin, Ehl-i Beyt-i Mustafa’nın ahlâkıyla ahlâklı olmaktır. (7)

Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye’ye tabi olmaktır

. (8) Peygamberin vekili, varisi, halifesi durumunda olan muhterem ve mübarek icazetli ve ehliyetli zatlara itaat etmektir. (9) İtikatta ve dinde bid’atlerden uzak durmaktır. (10)

Din, Kur’ân, Sünnet, Şeriat konusunda heva ve re’y ile konuşmamaktır.

(11)

Zamanın İmam-ı Kebirine, Emirü’l-mü’minine

(vicahen veya gıyaben) biat etmektir.

Duydum ki, bir

bid’at ve dalalet fırkasının hususi toplantısında

bendenize sövüp saymışsınız, hattâ

şirk ve küfürle suçlamışsınız

. Üyesi olduğunuz fırka bir bid’at, dalalet (sapıklık) ve gulüvv fırkasıdır.

Bu hükmü ben vermiyorum, binlerce icazetli ulema, fukaha, meşayih bu konuda kitaplar, risaleler, makaleler yazmış, fetvalar vermiştir.

Muhakkak ki, siz mü’minleri şirk ve küfür ile suçlarken büyük bir sapıklık ve yanılgı içindesiniz. Niçin ve nasıl yanılıyorsunuz?

İnsanlar iki türlü yanılır.

Birincisi: Samimi olarak, parasız pulsuz, menfaatsiz, gerçekten inandığı için haybeden yanılır. İkincisi: Para ve menfaat karşılığında vicdanını, lisanını, kalemini satarak ve kiralayarak riya ve nifak içinde yanılır.

Şimdi size soruyorum?..

Siz hangi sınıfa mensupsunuz?..

O bid’at ve dalalet fırkasına girmek, onu savunmak, onun hesabına bize sövmek için para, başka menfaat aldıysanız size hakkım haram olsun, iki elim yarın Ruz-i Mahşer’de yakanızda olsun.

Çünkü siz,

bid’at ve dalaletin paralı askeri olarak benim imanıma dil uzattınız,

beni küfür ve şirk ile itham ettiniz.

Şayet, siz bid’at ve dalaleti parasız, menfaatsiz, samimiyetle,


(Yanlış da olsa) öyle

inandığınız için kabul ettiyseniz, size şahsi haklarımı helal ediyorum

ve

hidayet diliyorum.

Şurasını da unutmayınız ki, bir mü’mine kâfir diyenin kendisi kafir ve mürted olur.

Kelime-i Tevhid’e iman eden, beş vakit namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, Allah’ı tesbih ve tenzih eden tasavvuf ve tarikat evliyasını ve ehlini
küfürle ve şirkle suçlamak

bu dünyada kolaydır ama öteki dünyada bunun hesabını vermek kolay değildir.

Yazımı bitirmeden tekrar soruyorum:

Sen o bid’at ve dalalet fırkasına samimi ve bedava olarak mı dahil oldun, yoksa

denanir, derahim ve başka menfaatler karşılığında mı?…

Bir kenara çekil ve bu soruyu sessizce cevapla.

Vicdanın duysun, yeter…

(İkinci yazı) Lüks ve İçkili Lokantalarda Yemek

İyi, dindar, olgun bir Müslüman içkili bir mekânda yemek yiyemez. Yerse günaha girmiş, Şeriata isyan etmiş olur. İyi bir Müslüman içkili olmasa da çok pahalı, çok lüks bir yerde yemek yemez, çünkü israf haramdır.

Görgülü ve medeni bir Müslüman herkese, çok yakın dostu ve arkadaşı olmayan kimselere yediği nefis yemekleri anlatmaz.

Dün Ateş lokantasında portakallı Pekin ördeği veya kestaneli hindi kızartması yedim, pek nefisti diye hava atmaz. Çünkü İslâm ve Osmanlı terbiyesinde böyle bir şey çok ayıptır. Lakin, kimsenin bilmediği enteresan bir yemek yemiş, bunu can ciğer bir dostuna veya arkadaşına söylemiş,

beraber gidelim

demiş. Bu olabilir.

Olgun Müslüman vicdanlı insan demektir.

Bu ülkede milyonlarca vatandaş sıkıntı ve ihtiyaç içindeyken,

gidip de adam başına birkaç yüz liraya yemek yemeyi

uygun görmez. Lüks lokantalara gidip

gurur ve kibir içinde pahalı yemek yiyen İslâmcılar
süfeha takımındandır.

Mübarak Ramazan’da beş veya yedi yıldızlı otellerin lüks lokantalarında iftar ziyafeti vermek dindar Müslümanlara yakışmaz. Çünkü: (1)

O mekânlarda içki içilmektedir.

(2) O mekânlar

lüks ve israf mekânlarıdır

. (3) Lüks ve israf dinimiz tarafından kesin olarak yasak ve haram kılınmıştır. (4) O mekânların mutfaklarında

domuz eti pişirilmektedir.

(5) O mekânlar

fısk ve fücur mekânlarıdır

. (6) O mekânlarda yemek yemek

insanın nefs-i emmaresine hoş gelir, gurur ve kibir getirir.

Gurur ve kibre düşen kişi belâsını bulur.

(Üçüncü yazı) Yirmi Doğru Söz

Birinci doğru söz:

İnsanlık alemi, bu dünya fitnesiz ve fesatsız olmaz.

İkinci doğru söz:

İslâm dünyası fitnesiz fesatsız olmaz.

Üçüncü doğru söz:

Zaman zaman fitne fesat azalır.

Dördüncü doğru söz:

Ahir zamanda fitne ve fesatlar çoğalır, genel ve yaygın bir hale gelir, çok bozukluk olur.

Beşinci doğru söz:

Ahir zamanda büyük kıtaller (insan ölümleri ve öldürmeleri) olur, çok kan dökülür, çok sayıda insan vefat eder, çok yer harap olur.

Hz. Mehdi’nin zuhurundan ve Hz. İsa’nın nüzulünden sonra istisnai olarak ya 7 sene, ya 40 sene sürecek bir altın devir gelir.
Sonra fitne ve fesat yine başlar ve Kıyamet kopar.

Altıncı doğru söz:


“Hayır her şey iyiye, doğruya gitmektedir. Durum çok parlak ve pembedir” diyenler ikiye ayrılır:

(a) Saf ve temiz kimseler.
(b) Bozuk düzeninin, kirli sistemin haram ve necis nimetlerini yiyerek şişen kara para sahibi fasık ve facir kimseler.

Yedinci doğru söz:

Kur’âna, Sünnete, Şeriat’a, İslâm ahlâkının ölçü ve ilkelerine aykırı, zıt, ters olan hiçbir şey doğru değildir, iyi değildir, güzel değildir.

Sekizinci doğru söz:

Din ve onun hükümleri asıldır, dünya işleri fer’idir.

Dokuzuncu doğru söz:

Dünya sınav yeri ve meydanıdır. Müslümanlar dünyayı, dinin ölçü ve hükümlerine göre imar etmelidir.

Onuncu doğru söz:

Sadece dünya işlerine yönelip, ahireti unutmak ve ona hazırlanmamak büyük gaflet ve sapıklıktır.

Onbirinci doğru söz:

Ümmet bütündür. Cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar, gruplar, mezhep ve meşrepler parçadır.

On ikinci doğru söz:

Bütün parça içine sığmaz… Parça bütünden daha önemli değildir… Parçanın bütün ile özdeşleştirilmesi büyük hatadır. Ümmet bütündür, cemaat veya tarikat parçadır…

On üçüncü doğru söz:

Müslümanları,

Allah’ın ve Peygamberin yolundan gitmeyen liderler, başkanlar, baronlar ve gayr-i kamil mürşidler kurtaramaz

, selamete çıkartamaz.

On dördüncü doğru söz:

Şeriata bağlı gerçek tarikat iyi bir şeydir. Tarikatlar ikiye ayrılır: (a) Şeriata sımsıkı bağlı olan, ondan kıl kadar ayrılmayan hak tarikatlar. (b) Şeriattan az veya çok ayrılmış bozuk tarikatlar.

On beşinci doğru söz:

Kamil olmayan, Hz. Peygamberin icazetli vekili, varisi, halifesi durumunda bulunmayan mürşidler, rehberler, kılavuzlar, kendilerini kamil mürşid gibi gösterirlerse zarar verirler.

On altıncı doğru söz:

Benlik, şöhret, riyaset, maddi menfaat için çalışan kimseler kamil mürşid değildir.

On yedinci doğru söz:

Müslümanların başında bir İmam-ı Kebir yahut bir Emirü’l-mü’minin bulunması vaciptir.

On sekizinci doğru söz:

Hadis: “Zamanındaki İmam’a biat etmeden ölen kimse, sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş olur”.

On dokuzuncu doğru söz:

Kötü, fasık-i mütecahir, isyankar, haram yiyen, benliğinin esiri, içinde nifak ve riya bulunan kötü Müslümanların İslâm’a verdiği zararı hiçbir harbi kâfir veremez.

Yirminci doğru söz:

Ahmaklık en büyük belâdır. Hz. İsa aleyhisselamın “Ben biiznillah ölüleri dirilttim ama ahmaklar için yapabileceğim bir şey yoktur” buyurduğu rivayet olunmaktadır.

Yirmi birinci doğru söz:

Mu’temen, ehliyetli, liyakatli, müstaqim danışmanlara danışmadan iş yapanlar sonunda pişman olur. 11 Nisan 2011