Bana niçin gerici diyorlar?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Ben Türkiyeliyim, Türkiye benim vatanım, başka gidecek yerim yok. Türkiye’yi seviyorum; bu sadece kuru bir lâf değil. Ülkemdeki ağaçları, çalılıkları, kuşları, toprakları, taşları bile sever ve korurum. Kargaya zararlı hayvan derler, ben onun bile öldürülmesini istemem. Çarşamba günü akşama doğru Sultanahmet camiinin altındaki Arasta otoparkının önünden geçerken uçamayan yaralı bir karganın acı acı bağırdığını gördüm. İki kedinin saldırısına uğramak üzereydi, parkın bekçisinden aldığım bir naylon torbaya koyup hayvancağızı eve götürdüm. Ertesi günü Yeşilköy’deki veterinere götürecektim, zavallı karga gece evde öldü.
Memleketimi sevdiğim için ülkenin, halkın, devletin soyulmasına, genel ve mahallî idare bütçelerinin yağma edilmesine, bankaların hortumlanmasına isyan ediyor, faillerine lânet okuyorum.
Kendimi öğmeyi sevmem. Yine de bir şey anlatmama izin vermenizi istiyorum: 1958/9 yıllarında yedek subay olarak Erzurum’da güç şartlar altında, şiddetli geçen bütün bir kış boyunca açıkta, arazide, bazen sabahlara kadar süren tâlim, tatbikat, hizmet gördüm. Terhisime bir gün kala herkesle vedalaştım, eşyalarımı hazırladım ve sonra odama kapanarak ağladım. Askerliği çok sevdiğim için mi? Hayır, öyle olsaydı tezkere bırakırdım. Vazifemi ve ülkemi çok sevdiğim için.
Kırk yıldır İstanbul’da gazetecilik yapıyorum. Mal beyanım, servetim bellidir. Liste kısa: İkamet ettiğim bir daire, İstanbul’a yüz kilometre uzaktaki bir köyde tek katlı tuğladan basit bir bağ evi, 1951 modeli külüstür bir otomobil; özel kütüphanem, duvarlardaki hüsn-i hat levhaları. Birikmiş param yok. Gazetecilikten maaş, ücret almam, bedava yazarım. Geçimim yayıncılıktandır, küçük bir yayınevim var.
Ve ben memlekette güven içinde yaşıyamıyorum. Niçin? Gericiymişim! Asla gerici falan değilim. Müslümanım, bugünün ölçülerine göre dindar sayılırım, beş vakit namaz kılarım. İdeoloji kokusu olduğu için bana İslâmcı denilmesini istemem, Müslümanlık yeter.
Ömrüm sıkıntı, baskı, eziyet, zulüm, haksızlık içinde geçti. Defalarca evim, yazıhanem arandı, kitaplarım, evrakım çuvallara konulup götürüldü. Kaç defa tutuklandım, hapishanelere atıldım. 1984’te Bayrampaşa cezaevinden Gerede’ye sevkedilirken, ellerimi bir zincirle sımsıkı bağladılar, kilitlediler, bir mahkum arabasının içindeki yirmi beş vatandaşla birlikte hepimizi sevk zinciri denilen bir zincirle tekrar sıkıca bağladılar ve öyle sevkettiler. Yolda ne bir yudum su, ne bir lokma ekmek, ne de tabiî ihtiyaçlarını görmek imkânı vardı. Suçum neydi? Yüzkızartıcı bir suçum yoktu. Şiddete yönelik bir insan da değildim; sadece düşünüyor, yazıyordum.
Kaldırılan TCK 163’üncü maddeden, 6187 numaralı kanundan çok çektim. Zindanlarda çürümektense 1969 ile 1974 yılları arasındaki zamanı gurbete geçirdim. Af çıktı da vatanıma öyle dönebildim.
Ben kendi öz vatanımda sürünürken, binbir çile çekerken büyük hırsızlar, büyük vatan hâinleri, büyük eşkiya, büyük soyguncular, büyük haramiler, büyük talancılar, büyük haydutlar keyf içinde yaşıyorlardı.
Bir çok ülkelere gittim, bazılarında ev tutup ikâmet ettim; hiçbirinde dinî inançlarım, fikirlerim dolayısıyla baskıya, zulme, sorgu suale mâruz kalmadım. Ama kendi memleketimde ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya, zenci gibi yaşıyorum.
Öncelikle militan, fanatik, aktivist Sabataycılar. Onlar aslında Yahudiliğin heterodoks bir koluna mensuplar, sayıları da fazla değil. Ben çoğunluğa mensup Müslüman bir vatandaşım; benim dinime, inancıma, düşünce ve görüşlerime ne karışıyorlar? Ülkeyi, cumhuriyeti tekellerine almak istiyorlar. Ne kadar uzun emellere sahip bu insanlar, hayalleri pek geniş. Bugünkü durumun hep böyle devam edeceğini sanıyorlar. Böyle bir şey mümkün mü? Bir gün gelecek saltanatları yıkılacak, hâkimiyetleri elden gidecektir. Bundan hiç şüpheleri olmasın.
Farmasonlarla da aram yok. Türkiye’de kaç mason var? Tam rakamı bilmiyorum ama olsa olsa on bin, yirmi bin kişiler. Hep kodaman, okumuş, şehirli, yüksek tabakadan kişiler. Köşebaşlarını tutmuşlar. Stratejik mevkiler onların elinde, işgalinde; Tapınak Şövalyeleri mi, Mâbet Şövalyeleri mi, gizli esrarlı, karanlık bir teşkilat.
diyorlar ama bu söz boş bir edebiyattan ibaret. Fakir, az tahsilli, köylü, işçi, küçük esnaf bir tek mason var mı?
Sovyetler Birliği yıkılmadan önce ülkemizde, ihtilâl yaparak rejimi yıkmak, kızıl bir diktatörlük kurmak isteyen şiddet taraftarı, aktivist, militan solcular vardı. Onlar emellerine nâil olsaydılar, Pol Pot’un Kamboçya’da yaptıklarını yapacaklardı. Onlarla da aram iyi olmamıştır. Şu andaki samimî fikir, görüş, çare, çözüm ve tekliflerimi sıralamak isterim. Zaten bunları sık sık yazıyorum:
1. Hukukun üstünlüğü prensibinin ülkeye hâkim olmasını; devletin, siyasî iktidarın, rejimin üzerinde hukuk olmasını istiyorum. Tabiî ki, adalete, millî kimliğe uygun bir hukuk. Adalete ve millî kimliğe zıt pozitif hukuka taraftar değilim.
2. Evrensel ve temel insan haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine riayet ve hürmet edilmesini istiyorum. Bunların başında da din, inanç, inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti gelir.
3. Türkiye’de gerçek mânada laiklik yoktur; “devlet dini” sistemi vardır; siyasî iktidar, rejim, derin devlet dine ve dindarlara baskı yapmaktadır. Bu yüzden din-devlet çatışması vardır. Dindar çoğunluk devlete dargındır. Bunların halledilmesini, din-devlet kavgasına son verilmesini, din ile devletin barışmasını, uzlaşmasını, işbirliği yapmasını istiyorum.
4. Üzerinde durulmayan, Türkiye’nin gündeminde olmayan önemli bir konu var: Lozan’ın gizli protokolları. Türkiye sanki ipotek ve vesayet altındadır. Bunun da kalkmasını istiyorum.
5. Bir din gibi algılanan demokrasiye taraftar değilim ama bir idare sistemi olarak gerçek demokrasiden, demokratik haklardan yanayım.
6. Türkiye ne çekiyorsa beyinsizlikten ve hıyanetten çekiyor. Bunlara da çare ve çözüm bulunmasını istiyorum.
7. Asıl ismi olan Moiz Kohen’i gizleyerek, buram buram Oğuz Türkü kokan Tekin Alp takma adıyla milliyetçilik, Türkçülük kitapları yazan, bunlarda “Kahrolsun Şeriat” diye İslâm dinine saldıran militan, fanatik, kötü niyetli siyonistten ve onun gibi olanlardan da şikayetçiyim. Yahudi gençlerine “Flört yaptığınız Yahudi kızları ile yatmanız, zina yapmanız haramdır ama Müslüman kızlarla, kadınlarla yatmanızda, zina yapmanızda beis ve sakınca yoktur” şeklinde nasihatler eden, telkinlerde bulunan kimseleri tasvip etmem mümkün müdür?
8. Devletin, rejimin bir resmî ideolojiye sahip olmasını, bu ideolojinin her şeyin üzerinde tutulmasını da istemiyorum. Bugün dünyanın hangi medenî, ileri, hür, kalkınmış ülkesinde resmî ideoloji var?
9. Birtakım rezil, namussuz, alçak, şerefsiz, vatan haini, haydut politikacıların bu memleketi, bu devleti bir arpalık gibi görmelerine, ülkenin zenginliklerini yağmalamalarına, bir sürü uygunsuz iş etmelerine şiddetle karşıyım. Politikaya şeffaflık, temizlik getirilmesini istiyorum. Hizmet eden, yamukluk yapmayan politikacıları tenzih ederim.
10. Tarihî ârızaların giderilmesini, tarihî devamlılığa dönülmesini, mâzide yapılmış olan yanlışlıklardan rücu edilmesini (dönülmesini) istiyorum.
Bu isteklerim akla, vicdana, mantığa, sağduyuya aykırı değildir. Bunlar yüzünden gericilikle damgalanmak, zulme uğramak, kendi vatanımda güvensizlik içinde yaşamak istemiyorum.