Şu kısa ibarenin hadîs veya kelam-ı kibar olduğu söyleniyor. Her iki şıkta da çok büyük ve temel bir hikmet içermektedir.

“Kişinin namazı ve orucu sizi zarara uğratmasın.
(Yani onun sadece namazına ve orucuna bakıp da aldanmayın…)
Siz onun parayla malla olan muamelâtına bakınız.”

Bu devirde ellerine bazı imkanlar, fırsatlar geçirmiş birtakım kişiler var. Namaz kılıyor, oruç tutuyor, umreye gidiyor, hanımları tesettürlü… Din, iman, Kur’ân, kutsal kavram ve değerler ağızlarından düşmüyor… Buraya kadar güzel. Bundan sonrası felaket ve rezalet.

Bu adamlar halkın, fakirlerin, yetimlerin, biçarelerin hakkı olan birtakım

“havuzları”

hortumluyor. Bu adamlar haram yiyor. Bu adamlar kısa zamanda kaynağı belli olmayan şüpheli ve şâibeli servetler ediniyor.

Bu adamlar emanetleri ehline vermiyor. Bu adamlar dehşetli boyutta yandaşlık yapıyor. Bu adamlar nepotizm yapıyor. Bu adamlar deveyi hamuduyla yutuyor. Bu adamlar rant için her b… yiyor. Kimdir bu adamlar? İsim verecek halim yok. Bu adamlara hukuk bir şey yapamıyor. Bu adamlar ahlak diyor, ahlaksızlığın her türlüsünü sergiliyor. Bu adamlar din diyor, dinin yasakladığı her fenalığı yapıyor.

Biliyorum bazıları bana şöyle diyecek: “Efendi!.. Sen şaşırdın mı, niçin böyle yazıyorsun, bu kadar ağır şekilde kötülüyorsun?.. Bu memlekette hiç temiz adam yok mu?”

Cevap:

Dikkat buyurdu iseniz yazımın başında

bazı adamlar

dedim. Herkesi istisnâsız suçlamak aklımın köşesinden geçmez.

Dürüst, namuslu, şerefli, ehliyetli, ahlaklı, vicdanlı, faziletli, doğru, haram yemez, soygun ve hortum yapmaz, temiz, şeffaf, afif kimselerin ellerinden ve eteklerinden öperim. Onlara bir şey dediğim yoktur. Allah onlardan razı olsun, onları en güzel şekilde mükafatlandırsın.

Ben iyi kötü herkesi cümbür cemaat bir kazana atıp kaynatmıyorum. Bazı adamlar diyorum… Kasd ettiğim kimseler hırsızlardır, eşkıyadır, yiyicilerdir, talancılardır, rüşvetçilerdir, hortumculardır, komisyonculardır, kara servet sahipleridir.

Onlar Müslümanların yüzlerini kara çıkardılar. Onlar ne din, ne kanun, ne ahlak, ne nasihat dinler… Kötülük yollarında dimdik ayaktadırlar. Ve dolu dizgin koşuyorlar. Bu adamlar nereye gidiyor? Tuttukları bu yolun onları Cennet’e götürmeyeceği besbelli.

Onlar dört nala Cehennem’e doğru koşuyorlar. Haram, kara, necis, şaibeli servetleri onları yakacaktır. Birtakım ahmaklar

“Şimdiye kadar dinsizler, imansızlar yedi, bırakın biraz da bunlar yesin”

diyor. Böyle söyleyenler de haindir.

Müslüman zulme razı olmaz, haram yenilmesini hoş görmez, rüşvete yeşil ışık yakmaz. Darülislâm’da da, Darülharbte de yapılamayacak kötülükleri yapanlar iyi insan değil, iyi Müslüman değildir, iyi vatandaş değildir, iyi idareci değildir.

Evet sevgili Müslümanlar, sizlere sesleniyorum: Sakın birtakım adamların namazları, oruçları, umreleri, tesbihleri, seccadeleri sizin gözünüzü boyamasın. Siz, bir adamı değerlendirmek için onun parayla, malla, maddî çıkarla olan durumuna ve muamelelerine bakınız.

Ve uyarıyorum:

Vatanımızda bu gibi kötülükler genelleşirse, iyiler bu gibi fenalıkları tenkit edip düzeltmeye çalışmazsa, bir kısım Müslümanlar “Eskiden dinsizler yedi, şimdi de bunlar yese ne olur…” şeytanî felsefesine saplanırsa; işte o zaman, sadece kötülerin üzerine değil, toptan gelecek, yaşı da kuruyu da yakacak bir azaptan korkunuz.

Kokuşmuş bir toplum ifhal olmaz. Bu ülkeyi gökdelenler yükseltmez. Nemrud’un da yüksek bir kulesi vardı. Adalet, insaf, ahlak, fazilet, ilim, irfan, mürüvvet, emr-i mâruf ve nehy-i münker hakim değilse bir topluma, o toplum cümbür cemaat batar. Ne zaman? Vakti merhunu geldiği zaman…

Cenab-ı Hak ihmal etmez, imhal eder

(mühlet verir).

Ey, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, neme lazım benim, dinsizler yiyeceğine bunlar yesin gibi şeytanî vesvese ve kuruntulara saplanmış mızmızlar, kendinizi kurtarmak istiyorsanız emr-i maruf ve nehy-i münker yapınız. Bunun asgarîsi (en alt derecesi) kalben nefret ve buğz etmektir.

İkinci Yazı

TASAVVUF, TARİKATLAR, ŞEYHLER

Suriye’den Türkiye’ye muhterem bir Şeyh efendi gelmiş, sınır kapısına Türkiyeli Müslümanlar yığılmış. Belediye başkanları, milletvekilleri şeyhin elini öpmüşler. Uzun kuyruklar oluşmuş, şeyh ile saatlerce musafaha edilmiş… Çağdaş ve seküler medya bu hadiseyi garipseyerek ve ürküntü içinde nakl etti. Hiç garipsemesinler, gerçekçi olsunlar; tarikatlar, şeyhler, tasavvuf Türkiye’nin en büyük realitesidir.

Ortalığı bulandırmak isteyenler, şeyh ve tarikat denilince gerçek şeyhler ve gerçek tarikatları göz ardı ederek, sahtelerini ele alıyor ve vatandaşların zihinlerini karıştırmak istiyor. Hiç şüphe yok ki, bu yaptıkları insafa, adalete, dürüstlüğe uygun değildir.

Her şeyin bozuğu olduğu gibi şeyhin de, tarikatın da bozuğu olabilir. Onlar örnek gösterilmez, onları bahane ederek tarikata, tasavvufa, şeyhlere saldırılmaz.

Türkiye’nin bugün içine saplandığı bataklıktan çıkması için gerçek tarikatlara, gerçek tasavvufa, gerçek şeyhlere, gerçek dervişlere büyük ihtiyaç vardır.

Gerçek tarikat ve tasavvuf ne demektir?

1. Sahih itikad demektir.

2. Tahkikî iman demektir.

3. Başta beş vakit namaz olmak üzere bütün ibadetleri dosdoğru eda etmek demektir.

4. Haramlardan, büyük günahlardan, bid’atlerden sakınmak demektir.

5. İhlas ve takva demektir.

6. İyi, vasıflı, güçlü Müslüman olmak demektir.

7. Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata sımsıkı bağlanmak demektir.

8. Disiplin, biat, itaat, birlik ve beraberlik demektir.

9. Yüksek ahlak, yüksek karakter, mürüvvet, fütüvvet âlicenablık demektir.

10. Büyük ve küçük cihad demektir.

11. Mâruf ile emr etmek, münkerden nehy etmek demektir.

Bugün, dün olduğu gibi İslâm dünyasında tarikatlarla, tasavvufla, şeyhlerle, dervişlerle mücadele eden iki grup vardır.

Birincisi: Çağdaşlar, sekülerleşmiş ve dinden kopmuş olanlar.

İkincisi: Vehhabîler, Selefîler, bir kısım Reformcular.

1925’te İslãm dünyasında iki ülke tarikatları, tasavvufu yasakladı.

Türkiye ve Suudî Arabistan… Biri uygarlık adına ötekisi din adına…

İnsanları imana, sahih itikada, ibadete, Kur’ân ve Sünnete bağlanmaya, ahlaka, fazilete, cihada çağırmanın en kolay ve etkili yolu tarikattir.

Yeter ki, tarikat hak ve gerçek olsun, şeyh hakikî şeyh olsun.

Milyonlarca vatandaşın sahih bir itikada sahip olmasını mı istiyoruz… Onların beş vakit namaz kılmasını mı istiyoruz… Kadın ve kızlarını tesettüre sokmalarını mı istiyoruz… Beş vakitte camilere gidip cemaat olmalarını mı istiyoruz… O halde tarikatları desteklememiz, gerçek şeyhleri sevmemiz gerekir.

Dinden kopmuş yüksek tabakanın tekrar dine yaklaşmasını, bunların hiç olmazsa bir kısmının dindarlaşmasını istiyorsak; Tarikat-i Seniyye-i Mevleviyyenin güçlenmesi için çalışmalıyız.

Birtakım idraksiz, insafsız, iz’ansız, adaletsiz kişiler tarikat, tasavvuf ve meşayih lehindeki sözlerimi kasıtlı olarak çarpıtıyor ve devamlı olarak bunların sahtelerini örnek göstererek beni çürütmeye çalışıyor.Ben bir Müslüman olarak tarikatın, tasavvufun, meşayihin gerçek olanlarını savunuyorum, sahtelerini savunmuyorum ki…

Vehhabîler tarikatın, tasavvufun, meşayihin iyi ve gerçek olanlarını da kabul etmezler. Onlara göre tarikat evliyası, evliyauşşeytandır. Böyle aşırılıklardan, böyle iftiralardan Cenab-ı Hakk’a sığınırız.

Osmanlı selatin-i izamı dindar kimselerdi. Hepsinin şeyhi vardı, hepsi tarikat mensubu idi. Bir Beşinci Murad farmason olmuştu, o da tahta geçtikten birkaç ay sonra delirdi, yerine Sultan Abdülhamid-i Sanî efendimiz geçti. Sultan Abdülhamid birkaç tarikata mensuptu, birkaç şeyhi ve mürşidi vardı.Bunların birincisi (Büyük şeyhi) Darkavî tarikati postnişini Muhammed Zafir el-Medenî idi. Darkavîlik Şazeliliğin bir koludur.

Kostantiniyyeyi delikanlı yaşında feth eden, Peygamberimizin (Salat ve selam olsun O’na) övgüsünü kazanan Fatih SultanMehmed Han hazretleri tarikat mensubu bir derviş idi. Şeyhi Göynüklü Akşemseddin hazretleridir.

Bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyada Din-i Mübin-i İslâm tasavvufla, tarikatlarla, meşayih-i kiram ile, kamil mürşidlerle kaim olmuştur.Bunları inkar ettiniz mi, ne din kalır ne Ümmet.

Vehhabîlik Osmanlı devlet-i İslâmiyesine ve Hilafet-i Muazzamaya bir isyan hareketi olarak başlamıştır. Onların Osmanlıya düşman olmalarına şaşılmaz.

Onlarla aramızdaki fark şudur: Biz Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanları, Şeriata mutabık olmak şartıyla tarikatı, tasavvufu, meşayihi kabul ederiz. Gerçek olmayan tarikatı, tasavvufu, sahte şeyhleri reddederiz.

Onlar ise bilkülliye reddederler. Böylece aşırılığa düşmüş olurlar.

Türkiye coğrafyasına İslâm’ı tekrar hakim kılmak için elimizdeki en büyük güç ve koz tarikattir, tasavvuftur, meşayih-i kiramdır. Birtakım bid’atçiler bu gücü, bu imkanı, bu enerjiyi bâtıl kabul ediyor. Allah onlara fırsat vermesin.

Evliyaullahın, sâdıkların, aşıkların, muhlislerin, âmirine bil-mâruf ve nâhine anil-münker olanların, Allah’ın rızasını kazanmış olanların, zikr-i dâimîde olanların, ricalullahın duaları üzerimize sâyeban olsun… 10 Ekim 2009