Cumartesi

Erzincan’daki Başbağlar köyü faciasını aklımdan bir türlü çıkartamıyorum.Halkımız şifahî, hâfızasız, tepkisiz bir haline geldiği için maalesef çabuk unutuyor.

Neydi o hadisenin özeti:

Dağlar arasına sıkışmış uzak bir köy. Kuş uçmaz, kervan geçmez, kendi halinde bir yer. Günlerden bir gün, köyü silâhlı adamlar basıyor, camiden yeni çıkmış otuz küsur vatandaşı kurşuna diziyor.

Kurşuna dizilenlerin ne suçu vardı? Zerre kadar suçları yoktu. Hiçbir şeye, ne etliye ne sütlüye karışmışlardı. Niçin merhametsizce öldürüldüler? Birileri ortalığı karıştırmak istiyordu.

Birileri bu memlekette Sünnî-alevî ikiliği, düşmanlığı savaşı çıkartmak istiyordu.

Maksatları neydi?

Bu memleketi, bu halkı, bu devleti yılda milyarlarca dolar sömürüyorlardı. Şimdiye kadar yekûn olarak trilyonlarca dolar vurmuşlar, hortumlamışlardı. Kendilerine büyük rantlar getiren sömürge sisteminin ilelebed pâyidar olmasını istiyorlardı.

Kısa bir müddet önce meydana gelmiş Sivas faciasını da onlar plânlamışlar, sahneye koymuşlardı. Sivas’ta olup bitenlerin “provokasyon” olduğunu zekâsı ve aklı yeterli olan herkes biliyor.

Sivas hadisesinden kısa bir müddet önce bu sütunlarda zamanın başbakanına hitaben bir açık mektup kaleme almış ve “Bu gidişle çok kötü olaylar olacak, tedbir alınız…” diyerek uyarmıştım. Aziz Nesin’i, Alevîleri, Sünnîleri hep kullandılar. Sivas hadiselerinin senaryosunu dikkatle yazdılar ve sonra başarılı bir şekilde sahnelediler.

Onların menhus saltanatı, hakimiyeti, sömürge sistemi için Türkiyelilerin birbirine düşman kamplara ayrılması; Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, Dinci-Lâik, Sağcı-Solcu, Şucu-Bucu… cephelerine bölünmesi ve ülkede sun’î (yapay) bir gerginlik, çatışma, tepişme, çekişme havası esmesi gerekliydi.

1979’da Kahramanmaraş’taki feci hadiseler de hep provokasyon, hep önceden yazılmış senaryoların hayata geçirilmesiydi. Sivas faciasının provokasyon olduğunu Arif Sağ yazdı. Sivas’taki Alevî vatandaşların bazısı aynı iddiayı tekrarladı, medyada yankılandı.

Evet soruyorum: Sivas’tan sonra, hiçbir alâkası yok iken Erzincan’ın Başbağlar köyünde camiden çıkan otuz küsur mâsum ve günahsız vatandaş niçin kurşuna dizilerek şehid edilmiştir? Sorum sadece bu değildir…

– Bu ülkede binlerce, onbinlerce vatansever hukukçu vardır. Bunlar niçin Başbağlar katliamının dosyasını hazırlayıp, hadiseyle ilgili bütün delilleri ortaya çıkarıp adliyeyi harekete geçirmemişlerdir?

– Sivas hadisesinde birtakım vatandaşlar sanık olarak yakalanmış, Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne çıkartılmış, önce hafif cezalar almışlar, sonra bu karar bozulmuş ve en ağır ceza, idam cezası verilmiştir. Aynı prosedür Başbağlar halkının katillerine niçin uygulanmamıştır? Başbağlar cinayeti niçin örtbas edilmiştir?

– Dünyanın hangi medenî, hukuklu, insan haklarına saygılı ve bağlı ülkesinde böyle büyük bir cinayet mahkemesiz, sanıksız kalır ve hasıraltı edilir?

Aşağıdaki sorum dindar Müslümanlaradır:

– Bu memlekette her yıl dinî hizmet ve faaliyetler için milyarlarca dolar toplanıyor. Bu paralardan bir fon ayrılarak, camiden çıkarken şehid edilen otuz küsur vatandaşın hakları niçin aranmamıştır?

Müslüman kesimin büyükleri iyi bilsinler ki, Başbağlar şehidlerinin ahı öncelikle kendilerine râci (yönelik) olacaktır.

Onların tek suçu Sünnî Müslüman olmaktı. Başkaca hiçbir suçları, kabahatleri yoktu. Başbağlar şehidlerinin en ufak bir suçu ve kabahati olduğunu isbat edebilecek biri var mıdır?

Tekrar soruyorum:

– Müslüman medyadan Başbağlar köyüne gidip, yerinde inceleme ve araştırma yapan kaç gazeteci çıkmıştır?

– Kaç milletvekili oraya gitmiş, o kanayan yarayı yerinde görmüştür?

Baylar, Bayanlar!

Hangi dine, inanca, ideolojiye, felsefeye, dünya görüşüne bağlı olursanız olun; şayet medenî, vicdanlı, vatansever insanlar iseniz Başbağlar şehidlerinin haklarını aramak vazifesiyle yükümlüsünüz.

Bir süre önce bir Mason locasına bir gürültü bombası atıldığında bütün çağdaşlar, ilericiler, Atatürkçüler, lâikler ayağa kalkmışlardı. Aynı hassasiyet Başbağlar katliamı için niçin gösterilmedi? Masonların canı can da, Müslümanlarınki patlıcan mı? Başbağlar’ın erkekleri namaz kılıyormuş, kadınları başörtülüymüş… Olabilir. Bu yüzden onları sömürge halkı, ikinci sınıf vatandaş veya parya gibi mi görüyorsunuz?

Başbağlar köyü katliamını sal hâfızada canlı tutmak için mutlaka yazılı çalışmalar yapılmalıdır.

Bu konuda:

– Kitaplar çıkartılmalıdır,

– Broşürler basılmalıdır,

– Resim albümleri yayınlanmalıdır,

– Vatansever aydınların feryatları ve protestoları bir araya getirilip kitaplaştırılmalıdır.

Geçenlerde otuz küsur yaşındaki bir baba ile, on iki yaşındaki oğlu yargısız infaza uğradı, kurşunlanıp öldürüldü. Haklı olarak medya, parlamento üyeleri, sivil halk kuruluşları hâdiseyi protesto etti. Aynı titizlik Başbağlar köyü şehidleri için de gösterilmelidir.

Vakit geçmiş değildir. Üzerinden bir yüzyıl geçse de geç olmayacaktır. Başbağlar katliamı tarihe kara bir sayfa olarak geçirilmelidir. Tarihin sicilleri ve kaynakları, yukarıda saydığım yazılı belgeler ve malzemedir. Sözler uçar gider, yazılar kalır. Günlük gazete, dergi yazıları kalıcı olmaz. İlle de kitap, ille de broşür, ille de yazı…

Başbağlar katliamı dosyasının faili meçhul cinayetler rafına kaldırılması (Ne rafına!.. Deposuna demek lazım…) Türkiye aydınlarının, Türkiye halkının, bilhassa Türkiye Müslümanlarının ayıbıdır, yüz karasıdır. Başbağlar dulları, Başbağlar yetimleri ne çabuk unutuldular. Onlar kin ve intikam istemiyor, adalet istiyor, adalet… Efendiler!.. Siz bu ülkede adaleti kendi beşerî, cüz’î iradelerinizle sağlamazsanız, araya Mutlak İrade girer ve belânızı bulursunuz. Öyle bir felâket ve musibetten korkunuz ki, içinizden sadece kötülerin tepesine inmez, toptan gelir.

Başbağlar katliamı hakkında kitap çıkartılmalı demiştim. Şimdiye kadar yazılan yazıları bir araya getirip kütük gibi bir kitap yayınlamakla iş bitmez. Çok tesirli, okunabilecek hacimde, tertibi ve üslubu çok güzel ve tesirli kitaplar gerekir bu iş için. Adına Kara Kitap denir veya başka dikkat çekici bir isim bulunur. Sivas hadiselerinin, Başbağlar katliamının provokasyon, tertip olduğuna dair belgeler, sağlam bilgiler, ipuçları bulunmalıdır. Bu provokasyonları hangi kara güçlerin, şer mihraklarının hazırladığı araştırılmalıdır. Onlar yakın tarihimizde PKK savaşını da uzatmışlar, bitirtmemişler ve bu kirli savaşın gölgesinde milyarlarca dolar götürmüşlerdi.

Onlar bu memlekette Türklerle Kürtlerin, Sünnîlerle Alevîlerin, dindarlarla dindar olmayanların arasında sal barış ve millî uzlaşma olmasını istemiyorlar.

Önce dindar Türkiyelilere sesleniyorum: Cebinizden tesbihinizi çıkartınız ve otuz üç defa, yüreğinizden “Başbağlar…Başbağlar…Başbağlar…” deyiniz. Belki vicdanınızda yer tutar. 19 Aralık 2004