Cumartesi

On iki sene önce, Başbağlar köyünde otuz küsur mâsum Müslüman en vahşi, en barbar, en merhametsiz şekilde katledildi. Camide namaz kılarken baskına uğradılar. Onların Türkiye’deki kötülüklerle, pisliklerle, olumsuzluklarla, hırsızlıklarla, hortumlamalarla hiçbir ilgileri yoktu. Erzincan’ın dağlar arasına sıkışmış uzak bir köyünde kendi hallerinde yaşıyorlar, kimseye zarar vermiyorlardı.

Bu otuz küsur mâsum köylü niçin öldürülmüştür? Onların büyük bir suçu vardı: Müslümandılar ve birileri Türkiye Müslümanlarına kanlı bir mesaj vermek istiyordu. Katliam yapıldıktan sonra yakalanan dokuz sanık, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Sonra onları gören olmadı. Saklanmışlardı, birileri onları saklamıştı.

Katliamcıların içinde bulundukları iddia edilen dört kişi ise hiç yakalanamadı. Katliamda yirmi dokuz kişi kurşuna dizilerek öldürüldü. Biri çocuk, biri kadın olan dört kişi, köy ateşe verildiğinde evlerde diri diri yandılar. Yüz doksan bir hâne, cami, okul ve dört araç yakıldı. Hayvanlar da acımasızca öldürüldü.

Katliamdan sonra Başbağlar köyünde, beş yüz elli adet boş mermi kovanı bulundu. Yüzde yüz bir tertip olan, şeytanî provokasyon neticesinde meydana gelen Sivas-Madımak hadisesinden sonra, 120 desibellik yaygara ve feryatlarla ortalığı velveleye veren Pembeler, Başbağlar faciası üzerinde gereği gibi durmadılar, yasak savma kabilinden bir iki haber… ve mesele örtbas edildi.

Başbağlar katliamından sonra, katliamı yaptıkları ve yardım ettikleri gerekçesiyle on altı kişi yakalandı. Sanıklar köyü yaktıklarını itiraf ettiler, Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne verildiler. Hâkim karşısına çıkartıldılar ancak yeterli üye olmaması sebebiyle, Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk edildiler. Onların tutuklanması isteniyordu, mahkeme, bu sanıkları tutuksuz yargılamak üzere serbest bıraktı. Daha sonra Erzincan DGM salonunun dar olması ve sanıkların can güvenliği gerekçesiyle dosya İzmir DGM’sine nakledildi. Dava görülürken sanıklardan dokuzu ortadan kayboldu. En sonunda, ben bu yazıyı kaleme alırken, mahkeme dosyayı kapattı.

Başbağlar köyünde feci şekilde katledilen otuz küsur Müslümanın kanları yerde kaldı. İşin polis tarafını, adliye tarafını bırakalım ve meseleyi Müslümanlar açısından inceleyelim:

Bu memlekette on milyonlarca Müslüman var. Birkaç düzine ünlü, anlı şanlı, kodaman, din büyüğü ve din baronu var. Müslümanlar her yıl dinî hizmet ve faaliyetler için milyarlarca dolar topluyorlar. Bu paralar birtakım cemaatlere, fırkalara, gruplara veriliyor.

Müslümanların gazeteleri, dergileri, televizyonları var. Lâkin bütün bunlara rağmen, Başbağlar şehitlerinin kanları yerde kaldı. Niçin yerde kaldı? Çünkü sorumlu, vazifeli, yükümlü Müslümanlar vazifelerini yapmadılar. Üzerlerine düşen vazifeleri yapmayan kodaman Müslümanlara birtakım gerçekleri hatırlatmak istiyorum:

1. Allah sizden bu ihmalinizin, bu hıyanetinizin, bu gevşekliğinizin hesabını sorar. Siz dini edebiyatı iyi bilirsiniz. Hazret-i Ömer niçin ağlıyordu?

“Dicle kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, ilâhi adaletin bunu Ömer’den soracağından korkuyorum…”

diye ağlıyordu. Nutuklarınızda, sohbetlerinizde siz böyle menkıbeler anlatırsınız ama bunları hayata geçiremezsiniz.

2. Başbağlar şehitlerinin kanları bu ülkenin, bu halkın ve öncelikle sizin tepenize çok uğursuzluklar getirecektir.

3. Başbağlar katliamından sonra sanıkların yakalanması, cezalandırılması, adaletin yerini bulması için elinizden geleni yapmanız gerekiyordu, yapmadınız. Bu bir emr-i mâruf ve nehy-i münker işiydi; bu farz-ı kifayeyi yerine getirmediniz. Bu yüzden bütün ümmet sorumlu durumdadır. Tabii ki, sizler baş sorumlusunuz, dünyada ve ahirette bunun hesabını vereceksiniz.

Başbağlar için neler yapılabilirdi?

(BİR) Bu konuda kısa, özlü, kolay okunabilecek, kolay anlaşılabilecek bir kitapçık hazırlanır; en az bir milyon adet basılır ve Türkiye’nin her yerine dağıtılırdı.

(İKİ)

“Başbağlar Katliamını Araştırma Derneği”

adında bir dernek kurulur, başta hukukçular olmak üzere vatansever aydınlar bu derneğe üye olurlar, desteklerler ve yapılması gereken hizmetleri yaparlardı.

(ÜÇ) Politikacılar üzerinde baskılar yapılır ve meseleyle gereği gibi meşgul olmaları temin edilebilirdi.

(DÖRT) Yurdun her yerinden otobüslerle, minibüslerle, otomobillerle Başbağlar köyüne turlar tertiplenir, burası bir ziyaretgâh haline getirilir, milletin, şehitleri, yetimleri, dulları unutmadığı ispat edilirdi.

Bütün bunlar yapılmadı. Başbağlar köyü katliamıyla uğraşmakta rant olsaydı böyle mi olurdu? Rantçılar, yağlı kemik peşinde koşan aç köpekler, çılgınlar gibi bu işin peşine düşerlerdi ve perde ardında malı götürürlerdi.

Başbağlar köyü faciasında Türkiye Müslümanları çok kötü bir imtihan vermişlerdir. Sadece ağlamanın, inlemenin bir faydası yoktur. Kaldı ki, biz ağlama ve inleme konusunda bile gerekeni yapamıyoruz.Başbağlar şehitlerinin haklarını herhalde Pembeler, Üç Yıldızlı Biraderler, İslâm ve Müslüman düşmanları arayacak değil.

On dokuzuncu asırda, Uganda’da dokuz Katolik misyoneri öldürülmüştü. Hıristiyan dünyası, Papalık, Batı âlemi o dokuz papaz için neler yapmadı ki… Anıtlar diktiler, kitaplar yazdılar, onları aziz ilan ettiler, hatıralarını canlı tuttular, isimlerini tarihe geçirdiler.

Başbağlar faciası hakkında bir afiş hazırlanmalıdır. Köyün panoramik bir resmi, otuz küsur şehidin resimleri, yakılan caminin (yakılmadan önceki ve sonraki) fotoğrafları, âyet ve hadis meâlleri,

“Ey müslümanlar unutmayınız”, “Başbağlar şehitlerinin kanları yerde kalmayacaktır”, “Başbağları unutmayacağız”

gibi yazılar ve resimler bulunmalıdır.

Yazımın başında ne demiştim,

“Birileri Türkiye Müslümanlarına mesaj vermek istemişti, ‘İşte biz sizi böyle yaparız’…”

Başbağlar katliamının yargıdaki dosyasının kapanması çok kötü, çok ümit kırıcı olmuştur. Bu katliamı yapanlar, sosyal barışımıza korkunç bir darbe indirmişlerdir.

Düşmanlarımız bizi

“Türk-Kürt, Sünnî-Alevi, dinci-lâik, sağcı-solcu, ilerici-gerici, şucu – bucu…”

diye birbiriyle çekişen tepişen düşman kamplara ve cephelere ayırmak istiyorlar. Biz birbirimizle uğraşırken, onlar bu memleketi babalarının, atalarının çiftliği gibi soyup soğana çeviriyorlar. Millî gelirin arslan payını gasp ediyorlar. Onların meydan okumalarına tepkisiz kalırsak kölelikten, sömürüden, zilletten, rezaletten, sürünmekten kurtulamayız. 10 Temmuz 2005