Cuma

Toplum durgun bir su gibi değil. Nice şiddetli akıntı var. Sürekli ve hızlı değişim… On sene önceki Türkiye ile bugünkü Türkiye arasında dağlar kadar fark var. Değişikliklerin kimisi hayra yönelik, kimisi şerre. Bunlara ayak uyduramayanlar, kendilerini yenileyemeyenler ve koruyamayanlar geride kalıyor.

1960’da, 1971’de, 1980’de darbeler oldu.

28 Şubat’ta tam mânasıyla darbe olmadı,

“Post-Modern”

darbemsi birşey oldu. Geçtiğimiz Nisan’da da ona benzer bir şey oldu ama tam 28 Şubat değil.

İnternet her geçen gün daha kuvvetlenerek, daha fazla yayılarak klasik ve konvansiyonel medyanın yerini alıyor.

Binlerce sitede 100 binlerce vatandaş fikirlerini, görüşlerini, tepkilerini, temennilerini, kolayca ve anında dile getirebiliyor, milyonlarca vatandaş da bunları okuyor. Bundan üç beş sene önce düşünülemeyecek birşey gerçekleşti. Hürriyet gazetesine kızan bir grup

anti-hürriyet.com

adında bir site kurarak

büyük ve derin gazeteyi protesto etmeye başladı.

1980’li yılların sonlarına doğru dünyayı saran ve bir ölçüde sınır tanımayan televizyon Sovyetler Birliği’ni ve Marksist ideolojiyi sarsmıştı. İnternet yakın bir gelecekte dünyayı ve bu arada Türkiye’yi allak bullak edecektir. Yakın tarihte çok güçlü, çok tesirli olan şeyler günümüzde eskisi kadar etkili olamıyor.

1960’lı, 70’li yıllarda birkaç dindar Müslüman yatsı namazından sonra bir yerde toplanıp dini kitaplar (Meselâ Risâle-i Nur) okurlarsa, baskına uğrayıp tutuklanmaları, ağır ceza mahkemesine verilmeleri ihtimali çok büyüktü. Artık böyle bir ihtimal yok. Dinî neşriyat, Risale-i Nur’lar serbestçe yayınlanıyor.

Yakın zamana kadar Komünizm, Marksizm büyük suçtu. Şu anda bu konuda da akıl almaz bir serbestlik var. Komünist Partisi bile kuruldu. İslâm partisine izin vermeyen sistem buna verdi. Bu parti seçimlere giriyor ve yüzde 1 bile oy alamıyor…

Türkiye’de çeşitli sahalardaki değişimler fokur fokur kaynayan bir kazan gibi. İnşaallah bir gün devrilmez. Şiddetli bir sel gibi akan değişimler ülkeye neler getirdi, neleri götürdü? Bu konuda rastgele bazı örnekler vermek, tesbitler yapmak istiyorum:

(1) Dehşetli bir kalitesizlik ve bayağılık geldi.

(2) Kaybedilen, yıkılan değer ve kurumların yerlerine yenileri konulamadı.

(3) Ülke büyük bir hızla rüstikleşiyor.

(4) Hukuk elbiseleri Türkiye’ye dar geliyor.

(5) Güvensizlik, asayişsizlik korkunç boyutlara ulaştı.

(6) Kokuşmanın, kirliliğin, hırsızlığın her türlüsü aldı yürüdü.

(7) Resmî ideoloji ile millî kimlik ve tarihî devamlılık arasında uçurum açıldı ve derinleşti.

(8) Bütün baltalamalara, kösteklere rağmen Anadolu ve Trakya’daki Müslüman, muhafazakâr, millî kültüre bağlı çoğunluk; sanayileşme, üretim, ihracat konusunda akıl almaz başarılar sergiledi. Meselâ Kayseri, ülkemizin dördüncü büyük sanayi şehri oldu. İç piyasada sabotaja uğrayan Müslüman sanayiciler dünyaya açıldı, ihracata yöneldi.

Pembe Türkler, Yeşilleri sanayi, ticaret, üretim, finans konusunda eli kolu bağlı tutamadılar.

(9) En büyük değişim

Misyonerlik

konusunda oldu. Haçlılara yurdun her yerinde yeni kiliseler yapmak, Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak, yerlilerin sahip olmadığı hak ve hürriyetlerle mücehhez olarak çalışmak konusunda imkân ve fırsatı tanındı. Akdamar adasındaki tarihî Ermeni Kilisesi bile restore edilip açıldı.

(10)

Kötü gelişmelerden en vahimi:
Planlı ve programlı olarak halk birbirine düşman kamplara ve kesimlere ayrıldı.

Türkler Kürtler, Sünniler Aleviler, Dinciler Çağdaşlar, şunlar bunlar diye. Böylece dehşet verici bir kültür kopukluğu meydana getirildi, iç barış ve sosyal uzlaşma dinamitlendi.

(11)

İsrail’in ülkemizdeki ağırlığı,

nüfuzu, tesiri kat be kat arttı.

(12) Milyonlarca Müslüman hizip, fırka, cemaat, grup, klik, zümre asabiyetine, fanatizmine, militanlığına kapıldı, Ümmet şuuru ve birliği darbelendi;

İslâmî kesimde birtakım lâ yuhtî ve lâ yüs’el erbab/baronlar peydahlandı.

Din ve mukaddesat yoluyla kazanılan rantlar akıl almaz boyutlara ulaştı.

(13) Bundan yirmi otuz sene önce düşünülemeyecek gelişmeler oldu. Türkiye’de başları kapalı olarak okuyamayan

Müslüman kızların binlercesi, başta Viyana olmak üzere demokrat Batı ülkelerine gönderildi, bunlar için yurtlar yapıldı ve bu kızlar oralarda hem mükemmel yabancı dil öğrendiler, hem de başarılı yüksek tahsil, lisans ve doktora yaptılar.

(14) Kötü idare ve kokuşma yüzünden Türkiye dört yüz milyar dolar iç ve dış borca battı, batırıldı. Bunların faizlerini ödemekte zorlanıyor.

Devlet ve millet malları yabancılara satılıyor, elde edilen gelirle faiz ödeniyor.

(15) Efsanevi servetlere sahip yeni zenginler, türediler korkunç bir lüks, israf, şatafat, aşırı tüketim, gösteriş, kibir, gurur, marka fetişizmi gayyasına düştü.

(16)

Bina ve zina çoğaldı. İstanbul gökdelenler şehri oldu.

(17) Saltanatlarını, hâkimiyetlerini, rantlarını kaybetmek istemeyen Bembeyaz Türkler, hegemonyalarını korumak için

alınmaz ve düşmez kaleler stratejisini

geliştirdiler ve uygulamaya koydular.

Buna göre, halkın seçtiği iktidar faraza yüzde 90 oy alsa bile gerçek iktidar olamayacak.

(18)

72 milyonluk Türkiye’de halkın yarısı İstanbul ve civarında toplandı, ülkenin doğusundaki ve güneydoğusundaki bölgelerin bir kısmı kasıtlı ve planlı olarak boşaltıldı.

Acaba buralara ileride, uygun ve müsait bir zamanda başka nüfuslar mı ithal edilecektir?

(19) Bir kısım değişikliklerin mahiyeti hakkında şunu söylemek yeterlidir sanırım: Bundan birkaç yıl önce

Rahşan Ecevit
“Din elden gidiyor, memleket elden gidiyor…”

diye feryat etmişti.

Merhum üstad

Necip Fazıl’ın

dediği gibi iki büyük cereyan var, “Birinden nur akıyor, birinden kir…” Bir yandan hayra, gerçeğe, nura doğru akış ve yöneliş, öbür taraftan karanlığa, yalana, mavala, kire akış…

Bu hızlı değişimin, bu şiddetli akışın sonu ne olacak?

İlkeller

İlkel toplumlar başlarına gelen felaketlerden, fırtınalardan, kriz ve sıkıntılardan hiç ders almazlar. Gök karardı, hava soğudu, şiddetli rüzgârlar esti, yağmur boşandı, seller aktı, dolu yağdı, yıldırım düştü, bir yığın korkutucu şey oldu. İlkeller şaşırırlar, kaçacak delik bulurlarsa oraya sığınırlar. Sonra fırtına biter, kriz sona erer, güneş gökte tekrar parıldar, hava masmavi, çiçekler, kuşlar, kelebekler…

Bizim ilkeller bir anda fırtınayı ve krizi unuturlar. Sanki hiç bir şey olmamış gibi yan gelip yatarlar.

Ne zamana kadar? Yeni bir fırtına patlak verinceye kadar. İlkellik doğrusu hem kolay, hem zor bir şey. 19 Mayıs 2007