Güçlü basın teşekküllerinin başlarında bulunan birtakım matbuat ağaları tasarılar, bildiriler hazırlayarak daha fazla basın hürriyeti verilmesini ve matbuat üzerindeki bütün kayıtların kaldırılmasını isteyip duruyorlar. Ancak bazı önemli konuları ve rahatsız edici durumları hiç dile getirmiyorlar. Halkımızdan gizlenen bu hususları özet olarak açıklamakta yarar görmekteyiz:
- Bugün Türkiye’de millet çoğunluğu, halkın yüzde doksandokuz virgül dokuzu için basın hürriyeti sadece kâğıt üzerinde kalan pasif bir hürriyettir. Günlük büyük bir gazete çıkartabilmek için artık yüz milyarlar bile yeterli olmayıp, trilyona yaklaşan bir sermaye gereklidir. Bugün ülkemizde bu imkânlara sahip ancak bir düzine kadar âile, şirket ve azınlık lobisi vardır. Basın hürriyetinden aktif olarak onlar yararlanmaktadır. Halk, onların bu basın hürriyetine mâruz kalmaktadır. Başka bir deyimle onlar bu hürriyeti diledikleri gibi kullanmakta, halk da onların yayınlarını okuyabilmektedir.
- Türk Basını’nda, bütün ülkede sayıları beş-altı bini geçmeyen mason azınlığın kontrolü ve ağırlığı yüzde ellinin çok üzerindedir. Uluslararası gizli, karanlık ve anti-demokratik esrarengiz bir teşekkülün böyle bir güce sahip olması çok düşündürücüdür.
- Yine ülkemizde sayılan birkaç on bini geçmeyen iki hüviyetli Sabataist (Selânik Dönmeleri) adlı grubun da basındaki payı çok fazladır. Bunlar zâhirde Türk ve Müslüman ismi taşımaktaysalar da perde arkasında sahte mesih İzmirli haham Sabatay Sevi’nin tâlimatına uygun olarak Yahudi ismi taşırlar. Müslüman Türklerden asla hoşlanmazlar. Müslüman bir Türkiye en büyük kâbuslarıdır. Her vesileyle irticâdan, lâikliğin tehlikede olduğundan, çağdaşlığın elden gittiğinden, Şeriât’ın geri geleceğinden, Hilâfetin tekrar kurulacağından bahsederek ortalığı bulandırırlar. Aslında, ülkede gizli bir sabataist saltanat kurmak, demokrasi ve lâikliği alet ederek iktidarlarını sürdürmek istiyorlar.
- Türkiye’de Musevi bir azınlık vardır. Bundan beşyüz sene önce haçlı Batı dünyası onları kovduğu zaman atalarımız İslâmî ve insânî duygularla kendilerini ülkemize kabul etmiş; onlara din, vicdan, can, mal güvenliği sağlamıştı. Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale cephesinde Siyonist lejiyonlan ile Osmanlı İmparatorluğuna karşı çarpışan İsrailoğulları, Filistin cephesinde de bir sürü fırıldaklar çevirmişlerdir. Bu hususlar tarihi iyi bilenlerin mâlumudur. Şu anda Türk basını, ilân ve reklâm yönünden büyük ölçüde musevî lobisinin kontrolündedir. Bu da gerçek basın hürriyetine ve demokrasi ruhuna aykırıdır.
- Bir süreden beri bazı büyük gazetelerimizde çirkin bir âdet ve uygulama yaygınlaşmıştır: Asparagas haberler. Bunlar, masa başında uydurulan asla aslı-esası, astarı bulunmayan düzmece haberlerdir. Daha çok, iç gıcıklayıcı, tahrik edici cinsel konular, kadın istismarı ile ilgilidir. Yabancı dergilerden resimler makaslanır, hayal mahsulü senaryolar uydurulur ve haber yapılır. Bazan da foto muhabirlerinin getirdikleri yahut arşivlerden çıkartılan kadın resimleri kullanılarak, gerçekle hiçbir ilgisi olmayan maceralar üretilir. Yeter ki, büyük halk kitleleri, gençler, çoluk-çocuk, kadın-kız yığınları meraklanıp bunları okusunlar ve bizim boyalı paçavralara biraz daha okuyucu temin edilsin.
- Büyük günlük gazetelerimizin çoğunluğu gerek şekil gerekse muhteva itibarı ile son derece bayağı ve kalitesizdi. Bunlara renkli basın bile denilemez. Boyalı basındırlar. Haberle yorum iç içedir. Kimi gerçekler halktan gizlenir. Beyin yıkayıcı güdümlü yayın kampanyaları tertiplenir. Dil ve edebiyat kültürü çok zayıftır. Manşetlerde ve haber başlıklarında âmiyâne argo külhanbeyi ağzıyla müstehcen, seviyesiz, bayağı, pespâye bir lisan kullanılmaktadır. Birkaç misâl verelim: Ayvayı yedi!. . Kuyruğu titretti!. . Halkın anası ağlıyor!. . Ortadirek bel veriyor!. . Yeme de yanında yat!. . Derya kuzuları bunlar!. . Daha fazla hürriyet isteyen ve önlerindeki bütün engel ve sınırların kaldırılmasını talep eden matbuat ağalarımız önce kendi kâr evlerindeki kötülükleri ıslaha çalışsalar daha akıllıca hareket etmiş olurlardı.
- Müstehcenlik, pornografik yayın ve şehvet ticareti birtakım basın kuruluşlarımızın müzmin illetidir. Tirajı artırmak için her vasıtayı mübâh sayan bir zihniyet bu sahada da azgınca at koşturmaktadır. Şu anda önlerinde zayıf bir-iki kanunî engel kalmıştır. Onu da bertaraf ederlerse kâr hânelerini kabartmak için yapmayacakları ilericilik yoktur.
- Büyük günlük gazetelerimiz basın faaliyetlerinin yanında birtakım ticarî ve malî faaliyet ve spekülâsyonlara bulaşmışlardır. Ortada yüz milyarlar, trilyonlar dönmektedir. Neticede kabak halkın başına patlamaktadır.
Basın konusunda yazılacak daha çok madde var. Şimdilik bu kadarla yetiniyoruz. Kontrolsüz ve sınırsız hürriyet olamaz. Matbuat ağaları daha fazla özgürlük ve serbestlik istiyorlar. Halk da onların iç yüzlerini öğrenmek istiyor. Hesap soruyor. Devşirdikleri dev servetleri, aldıkları yüz milyarlarca liralık kredileri, basın dışında yaptıkları karanlık ticaretleri. Basınımızın büyük bir bölümünü saran kokuşma ortamı içinde, basın hürriyeti halka, millete yansımamakta, sade ve bir avuç basıncının işine yaramaktadır. Halka yaramayan, halkın sadece «mâruz» kaldığı bir hürriyetin çoğalmasından halka ne!
Önce basın ıslah edilsin…
İKTİSADÎ GİDİŞAT
İhracat on iki milyar dolar, ithalât yirmi iki milyar dolar. Geçen yılın kış ticareti bu rakamlarla ifade ediliyor. Resmî ağızlar tarafından açıklanan ve iftihar ile halka duyurulan bu hesaba bizim aklımız ve vicdanımız isyan ediyor. Piyasada her şey varmış. Evet görüyoruz: Kivi, ananas, Hindistan cevizi, Güney Amerika muzu, Amerika’nın patlamış mısırı, binbir çeşit kozmetik (güzellik) malzemesi, Fransa’nın küflü peyniri, Almanya’nın köpek ve kedi konservesi; dünyanın her yerinden içki, sigara, parfüm, porno video kasetleri, seksî iç çamaşırlar, lüks (!) Avrupa saksı toprağı, muziplik için kullanmak üzere plastikten insan tezeği… Her şey ithal ediliyor, ithalât ihracatın iki misli döviz yutuyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Aradaki açığın işçi dövizleri, turizm gelirleri, dış ülkelerdeki müteahhitlerin kazançları ve borçla karşılandığını düşünsek bile bu hal daha ne kadar devam edebilir?
Kiviye, ananasa, ıvır-zıvıra verilen milyarlarca doların bu millete, bu vatana ne yararı olabilir? Dışarıdan viski, sigara, köpek maması ithal etmek övünülecek bir şey midir, yoksa utanılacak bir şey mi?
Geri toplumlar birtakım âlet ve eşyaları, ihtiyaç için değil bir tutku olarak sahiplenirler. Meselâ müzik seti. Yeterli müzik kültürü, sanat zevki, kulak dolgunluğu olmayan kişilerin, ailelerin stereo müzik setleri edinmeleri fuzulidir. Türkücü Acıses’in müziğini dinlemek için böyle mükemmel bir cihaza hâcet yoktur. En berbat bir teyp onun için yeter de artar.
Birtakım câhil çevrelerde şöyle bir kanaat var: Otomobil, müzik seti, renkli televizyon. video, kamera ve bunlara benzer âletler sanki namustur, şereftir, iffettir, fazilettir. Eksiklikleri düşünülemez.
Dangalak herif kızını isteyen gence öncelikle şu soruları yöneltiyor:
– Otomobilin var mı? Dairen var mı? Renkli televizyonun var mı? Otomatik çamaşır makinan var mı? Birikmiş doların, markın var mı?
Bire nâbekâr! Bu damat namzedinin şerefli, namuskâr, ahlâklı, faziletli, iyi bir genç olup olmadığını niçin sorup araştırmıyorsun?
Dünyanın her yerinden otomobil ithal ediliyor. Yollar, meydanlar, kaldırımlar, ara sokaklar hep arabayla doldu. Recâizâde Ekrem sağ olsaydı, Araba Sevdası romanına bir ek cilt yazardı. Özelleştirilen sürücü kurslarının bazıları “ek ücret” alarak şaşılara, sağırlara, mefluçlara ehliyetnâme veriyor. Bu arada bazı hayvanlara da yanlışlıkla sürücü belgesi verilmiş. Yaya geçidinde arabasını sivillerin üzerine süren, kırmızı ışık yanarken önündeki arabaya geçsene be diye korna çalan hayvanlar!…
Bazıları faziletsiz, ilimsiz, irfansız, kültürsüz, sanatsız. haysiyetsiz yaşayabiliyorlar. Ama arabasız. renkli televizyonsuz, müzik setsiz, kamerasız, klimasız yaşayamazlar meretler.
Bakalım bu hal daha ne kadar sürecek, ayaklar ne zaman yere değecek?
28.10.1991