Pazar

Türkiye’de basın hürriyeti var ama hür bir basın yok. Bu konudaki gerçekleri, fikir ve kanaatlerimi (görüşlerimi) madde madde yazıyorum:

(1) Yurt çapında dağıtımı yapılacak büyük bir gazete, haftalık bir dergi çıkartmak kanunlara göre serbesttir. Ancak bu hürriyetten şu 72 milyonluk ülkede kaç kişi veya şirket yararlanabilir. Bu iş için yüz milyonlarca dolar sermaye gerekmektedir. Bu paraya sahip değilseniz bu hürriyet sizin için lâfta kalır.

(2) Aslında bizdeki basın hürriyeti, parmakla sayılabilecek sayıda kişiye mahsustur. Halkın geri kalan kısmı onların bu hürriyetine mâruz kalmaktadır, yani bir tür seyrine bakmaktadır.

(3) Dünyada olduğu gibi ülkemizde de medya sahasında bir tekelleşme, kartelleşme görülmektedir.

(4) Tekel ve kartel gazeteleri kendi istek ve menfaatlerine uygun gündem yaparlar, ondaki konu ve maddeleri işlerler, onun dışında, istemedikleri konuları işlemezler.

(5) Bir ülkede kıymetli düşünceleri olan, problemlere çare ve çözüm üreten, faydalı teklifler getiren aydınların, seçkinlerin, uzmanların gazetelerde yazmaları ve topluma ışık tutmaları gerekir. Bugünkü basında böyle bir şey mümkün değildir.

(6) Basın her geçen gün holdingleşmektedir. Gazeteler ve dergiler, holdingin menfaatleri, kârı, büyümesi için yayın yapmaktadırlar. Vatanseverlik laftan ibarettir. Önce holding, önce patron, önce gazete bünyesinde çalışanların maaşları ve menfaatleri. Sonra, kendilerine göre pek izâfi göstermelik bir vatanseverlik.

(7) Büyük basının birinci vazifesi müsbet, olumlu, yapıcı muhalefet yapmak, siyasi iktidarı denetlemek ve uyarmaktır. Bir ülkedeki kokuşma, kötülükler, aksaklıklar, yanlışlıklar, adaletsizlikler ancak böyle önlenebilir. Siyasî iktidarlara yağ çeken, yalakalık yapan, birtakım menfaatler mukabilinde (karşılığında) onlarla anlaşan bir basın son derece zararlıdır.

(8) Ülkemizde büyük basın İstanbul’da toplanmıştır. Başşehir Ankara’da da günlük gazeteler çıkıyor ama bunlar İstanbul’da bir tek nüsha bile satılmıyor. Fransa’da, Paris gazetelerinden daha fazla tiraj yapan, büyük tesirleri olan taşra-vilayet gazeteleri bulunmaktadır. Bizde böyle bir şey yoktur. Basındaki tekeli ve kartelleşmeyi kırmak için Ankara, İzmir, Konya, Eskişehir, Kayseri, Adana gibi büyük şehirlerimizde de İstanbul gazeteleri ayarında ve gücünde ANADOLU GAZETELERİ çıkmalıdır.

(9) Bugün büyük gazetelerde birkaç yüz köşe yazarı bulunmaktadır. Eskiden bunlara “fıkra muharriri” denilirdi. Bu köşe yazarları ülkedeki dinî, etnik, kültürel çeşitliliği orantılı olarak yansıtmamaktadır. Yüzde bir veya iki bir azınlık var, gizli, esrarlı, güçlü bir azınlık, gazete idarecileri, köşe yazarlarının belki yüzde ellisinden fazlası bu azınlığın mensubudur. Bu anormallik giderilmelidir. Türk Kürt, Sünnî Alevî, dindar laik, sağcı solcu, şucu bucu kesimlerin en vasıflı, en güçlü, en üstün, en vatansever seçkinleri gazetelerde, ülkedeki sayıları nisbetinde yer almalı, çalışmalıdır.

(10) Büyük gazeteler, ülkemizde 1908’den beri devam eden din-devlet çatışmasını körükleyip duruyorlar. Din ve devlet iki büyük güçtür. Laik Fransa’da (orada gerçek laiklik vardır) din ile devlet arasında bir çatışma ve kavga yoktur. Fransızlar bu zararlı kavgayı çoktan bitirmişler, din ile devleti barıştırmışlar, ülkenin ve halkın yararına işbirliği yapmalarını sağlamışlardır. Bizde, dini öcü gibi gören, dinle mücadele eden, dindar çoğunluğu cumhuriyet için bir tehdit ve tehlike olarak gören zihniyet maalesef büyük basına hâkimdir. Kasıtlı olarak bu müzmin çekişmeyi Türkiye’nin aleyhinde olarak sürdürmektedir. Bir ülkedeki hakim/dominant dine düşman ve tehlike olarak bakan bir basın hür olsa ne çıkar, olmasa ne çıkar…

(11) Demokratik bir düzende elbette dinsizler, ateistler, farmasonlar, Sabataistler de gazetecilik yapabilirler. Ancak bu gibi kimseler ve zümreler şayet olgun iseler, vasıflı vatandaş iseler, vatansever iseler kesinlikle dine ve dindarlara agresif bir şekilde düşmanlık etmezler. Mesele bir vasıf ve ahlâk meselesidir. İsim vermeyeyim, ateist olduğunu yazmış bir köşe yazarımız başörtüsü konusunda Müslümanların haklarını ve hürriyetlerini korumakta, bu konuda bayraktarlık ve öncülük etmektedir. Ateist olmasına rağmen niçin böyle hareket ediyor? Çünkü o vasıflı bir Tükiyelidir. İnsan haklarına ve hürriyetlerine gerçekten saygılıdır ve bağlıdır. Beri tarafta uygar geçinen bir güruh, bütün dünya üniversitelerindeki ve (Fransa’da resmî okullar dışında) bütün dünya okullarında başörtüsünün serbest olduğu realitesine gözlerini kapamakta ve Don Kişot’un yeldeğirmenleri ile savaşması gibi başörtüsüne karşı amansız bir savaşı sürdürüp durmaktadır. Niçin? Çünkü onlar vasıflı Türkiyeliler değildirler.

(12) Bizdeki büyük basın devlet ile resmî ideolojiyi, devlet ile siyasî sistemi özdeşleştirmiş vaziyettedir. Bu, ülkenin menfaatleri, devletin geleceği bakımından son derece vahim bir yanlıştır. Böylelerine lâf anlatmak mümkün değildir.

(13) Sağlıklı bir toplumda çeşitlilik olması gayet tabiîdir. Bizdeki büyük gazeteler genellikle çeşitliliği kabul etmiyor, çoğunluğu teşkil eden Müslümanları devlet ve Cumhuriyet için yakın bir tehdit ve tehlike, dindarları iç-düşman olarak görüyor. Böyle bir görüş son derece ilkel, diktatörce, faşistçe ve antidemokratiktir. Bu görüş millî barışa, toplumsal mutabakata (uzlaşmaya) imkân tanımaz.

(14) Bizdeki büyük gazeteler âdil hareket etmiyor. Teorik olarak eşitliği kabul ediyorlar ama onların gözünde “BAZILARI DAHA EŞİTTİR”.

Bir Müslüman fikirlerinden, görüşlerinden, inançlarından, tenkitlerinden dolayı tutuklanınca, hapse mahkum edilince ses çıkartmıyor, bunu küçük bir haber olarak veriyorlar; kendilerinden birinin başına böyle bir şey gelince büyük yaygara kopartıyorlar, ortalığı toz duman içinde bırakıyorlar.

(15) Büyük basında bazılarına akıl almaz derecede yüksek maaşlar ödenmektedir. Bu adamların bir misyonu vardır: Holding ve kartel patronuna hizmet etmek, resmî ideolojiyi ayakta tutmak için çalışmak, çoğunluğun demokratik yollardan iktidara gelip ülkeyi idare etmesine karşı çıkmak.

(16) Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan, millî kimliğinin temel faktörü İslâm olan bir ülkede dindar Müslümanlar mı tehdit ve tehlikedir, yoksa, o ülkede gizli bir hakimiyet ve saltanat kurmak isteyen Pembeler mi? Bizdeki büyük basın Pembelikten hiç bahs etmez. Türkiye’nin en büyük realitesi Pembelik ve Pembelerdir. Niçin bu konuyu hiç gündeme getirmiyorlar? İşlerine mi gelmiyor?

(17) Bizdeki basının anormal durumunda Müslüman çoğunluğun da dolaylı olarak büyük vebali ve sorumluluğu vardır. Teorik olarak basın hürriyeti olmasına, elde imkân ve fırsat bulunmasına, bu işi yapmak için maddî güce ve sermayeye sahip olunmasına rağmen Müslümanlar, bu Müslüman ülkede basın sahasında birinci ligte oynayamamaktadır. Çünkü kültür, tecrübe, birikim ve uzmanlıkları yetersizdir. Vicdanları ve ahlâkları da kifâyetsizdir. On kadar büyük, yüz kadar orta, binlerce küçük cemaat, fırka, hizip ve zümreye ayrılmışlar ve her biri kendi gazetesini veya dergisini çıkartmak hevesine kapılmıştır. Düşünebiliyor musunuz, basın birinci güç ve çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar bu güce hâkim değiller. Bunun neticesinde kendi ülkelerinde iç-düşman, tehdit, tehlike olarak görülüyorlar. Son elli yılda elli bin yeni cami yaptıran, binlerce dinî okul, kurs, pansiyon binası diken, camileri pahalı hoparlör sistemleriyle, kaloriferlerle, klimalarla, helâlarla, meşrutalarla donatan dindar zümre büyük basın konusunda maalesef YAPILMASI GEREKENİ YAPMAMIŞTIR. Evet, elbette bu sahada bir şeyler, birtakım hizmetler, faaliyetler yapılmıştır ama bunlar YETERLİ değildir. OLAN ile OLMASI gereken, YAPILAN ile YAPILMASI gereken arasında büyük mesafe vardır. Bir ülkede çoğunluğu, hem de ezici çoğunluğu teşkil edeceksin, elinde maddî imkan olacak, hürriyet olacak, fırsat olacak ve basın gibi son derece önemli, son derece hayatî bir konuda en üstün, en birinci sen olmayacaksın. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bu durumdan en fazla benim DİN BARONLARI ve DİN-BAŞLAR dediğim kişiler sorumludur. Veballeri çok büyüktür. Onlar nasıl hesap vereceklerdir?