PazartesiEgemen azınlığın Müslüman kız çocuklarına karşı giriştiği sindirme, korkutma, dayatma, zorlama faaliyetleri tırmanıyor. Müftü azarlayan bakanı, çok medenî ve nezaketli bir şekilde protesto ettiği için onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğumuz tutuklanmış, zindana konulmuştur. Türkiye çocuk hakları konusunda uluslararası andlaşmalara imza koymuştur. Medenî, ileri, hukukun üstünlüğü sistemine sahip, gerçekten demokrat bir ülkede onbeş yaşındaki bir liseli kız böyle bir protesto yapınca ona dokunulmaz; yaptığı iş doğru değilse uyarılır, belki kulağı çekilir. Lâkin asla hapse atılmaz, cezaevinde uzun müddet bekletilmez.

Gerede’de İmam-Hatipli kızlardan bir grup, başörtüsü yasağını protesto hazırlığına girişmişler. İstihbaratçılar bunu haber almışlar ve baskın yapılarak kızlar yakalanmış, tutuklanmış. Bu da yanlış bir iştir. Demokrat bir ülkede vatandaşların, gençlerin, öğrencilerin böyle protestoları yapmaya hakları vardır.

Ankara iktidarı, onun arkasındaki Derin Devlet, egemen güçler, militan Sabataycılar, resmî ideoloji mihrakları; başörtüsü konusundaki baskıları her geçen gün biraz daha arttırmaktadır. Anlaşılan onlar ülkemizi Tunus’a benzetmek istiyorlar. Yani birkaç yaşlı kadın dışındaki hanımların ve kızların başörtüsü, çarşaf, cilbab kullanmasına izin vermeyecekler. Bunu başarabilirler mi? Sanmıyorum.

Tesettür hür Müslüman kadınlar için Kur’ân âyetleriyle, hadîslerle, bin dört yüz yıllık icmâ-i ümmetle sâbit bir farzdır. Hiçbir dünyevî güç İslâm Şeriatının bu kesin emrini değiştiremez, hükmünü kaldıramaz. Kıyamet kopuncaya kadar dindar Müslüman hanımlar ve kızlar başlarını örteceklerdir.

Tesettür siyasal İslâm’ın bir sembolü müdür? Kesinlikle değildir. İslâm hanımları siyasî gaye ve maksatlarla değil tamamen dinî niyetlerle tesettürlü dolaşmaktadır. Kaldı ki, bir kısım hanımların ve kızların tesettürü siyasî maksatlarla uyguladıklarını kabul etsek bile, hiçbir siyasî iktidarın bunu önlemeye hakkı yoktur. Tesettür Ezan-ı Muhammedî gibi şeâir-i islâmiyedendir. İslâm’ın bayraklaşmış bir sembolüdür. Medenî ülkelerin vatandaşlarının dinlerine, imanlarına uygun bir hayat sürmeye hakları vardır. Bu hak, insanlığın evrensel ve temel hak, hürriyet ve haysiyetleri cümlesindendir. Hiçbir siyasî iktidar, ideoloji, egemen azınlık bu hakkı kaldıramaz, milyonlarca Türk kadın ve kızını bundan mahrum edemez.

Gelelim, on milyonlarca Müslümanın kendilerine yapılan zorlama, baskı, dayatma ve haksızlıklara karşı gösterdikleri reaksiyona.

Maalesef Müslümanların tepkileri çok zayıftır. Çünkü, uzun yıllardan beri Müslümanlar, İslâm dininin yapısına ters düşen bir parçalanma, bölünme, hizipleşme, fırkalaşma, birbirinden kopma durumuna düşürülmüşlerdir. Hem din düşmanları böyle olmasını istemiş, hem de Müslümanları uyutan, afyonlayan, soyup soğana çeviren din sömürücüleri bu hali kendi menfaatleri için uygun görmüşlerdir.

Yunanistan’da, nüfus hüviyet kartlarından din hanesi çıkartılmak istendi. Buna karşılık bir milyon Yunanlı miting yaptı, protesto hareketine girişti.

Sırbistan’da zalim ve kanlı diktatör seçimleri kaybetti, fakat tahtını bırakmak istemedi. Orada da büyük halk yığınları toplandı, diktatörü alaşağı etti, kaçırdı.

1986’da, tarihlerinin en büyük hezimeti olan Kosova savaşının yıldönümünde bir milyon Sırplı Kosova sahrasına toplandı, ağladı.

Türkiye’de büyük haksızlıklar, zulümler, baskılar, dayatmalar, zorlamalar oluyor ve on milyonlarca Müslümandan yeteri kadar tepki gelmiyor. Halkı bu kadar tepkisiz, duygusuz, ilgisiz hale getirenlere lânet ediyorum.

Kanunlara aykırı hareket edilsin demiyorum. Ancak milletlerin, halkların haksızlıkları, zulümleri protesto etmek, onlara meşrû yollardan direnmek hakları vardır. Bu hakları kullanmayanlar zillete, köleliğe, zulme uğramaya layık demektir.

Tesettüre karşı açılan Haçlı savaşları 1997’de 28 Şubat hareketinden sonra başlamıştır. Ondan önceki yıllarda başörtülü kızlar, arada bir önemsiz engellemeler olmakla birlikte üniversitelerde okuyabiliyorlar ve yüksek tahsil yapabiliyorlardı. İmam-Hatip okullarındaki kızlar da başörtülüydü, rahatsız edilmiyorlardı. O devirde de Atatürkçü ideoloji hâkimdi. “Başörtüsü Atatürkçülüğe aykırıdır, kesinlikle önlenecektir” gibi iddia ve tehditler hezeyandır. Atatürk’ün annesi Zübeyde hanım zevcesi Latife hanım tesettürlüydü. Hattâ Latife hanım, başını örttüğü gibi ellerini de eldivenle kapatırdı. Peki Atatürk onları niçin açtırmamıştır?

Birtakım din baronları, Müslümanlardan topladıkları paralar kadar din hizmeti yapmamışlardır ve hâlâ da yapmamaktadırlar.

Başörtüsü konusunda dış dünyaya açılmak gerekir. İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça broşürler, kitaplar bastırılarak, bunların milyonlarca nüshası dünya aydınlarına, gazetecilerine, politikacılarına, din adamlarına dağıtılmalıdır. Gerekiyorsa bu iş Almanya’da yapılmalıdır.

Türkiye’de dindar olmayan, hattâ İslâm’a bağlı bulunmayan, fakat demokrat olan, hukukun üstünlüğü prensibine bağlı bulunan, temel ve evrensel insan haklarına saygı duyan aydınlar ile sıkı bir işbirliğine girişilerek başörtüsü ve din hürriyeti konusundaki zulümlere karşı geniş cepheli bir hareket başlatılmalıdır.

Bazı büyük İslâm cemaatleri, “Bizim kendi hizmetlerimiz vardır. Dünya yıkılsa başka konularla ilgilenmeyiz” şeklinde konuşuyorlar. Onlar iyi bilsinler ki, gemi batarsa hepimiz cümbür cemaat boğulacağız, yapı çökerse enkazın altında hep birlikte kalacağız.

İslâmî kesimdeki bazı kocaman, kodaman, büyük sanılan adamlar kendilerini yenilememiştir. Çağımız bilgi çağıdır, globalleşme çağıdır. Müslümanlar bilgi bankaları, stratejik araştırma merkezleri kurmak zorundadır. Bugünkü kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra zihniyet ve kültürü ile temel ve evrensel haklarımızı korumamıza imkan ve ihtimal yoktur. Başörtüsü ve tesettür konusunda birtakım militan ve fanatik Sabataycılar eski bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Ankara’da önemli bir iktidar adamının Sabataycı karısı sanki Müslümanlara savaş açmıştır. Medyada birtakım Sabataycı kalemler dindarlara ateş püskürmektedir. Müslümanlar, tamamen yasal yollardan bu kişileri deşifre etmeli, hakikî kimliklerini millete açıklamalıdır.

Haklarımızı ararken kesinlikle şiddete ve yasa dışı yollara başvurmamalıyız. Bu bizim için çok zararlı olur.

Yeni bir seçime gidilme ihtimali vardır. Din hürriyeti ve tesettür konusunda halktan, demokrasiden, hukuktan yana olmayanlara oy vermemek hususunda propaganda çalışmaları başlatılmalıdır.

Müslümanlardan alkış, para, taraftar, övgü toplamak hususunda son derece gayretli, çalışkan olan bir takım din baronlarının, tesettür konusunda da çalışmalar yapmalarını, halktan topladıkları milyarlarca doların bir kısmını bu sahada harcamalarını bekliyoruz. Yarın huzur-i Rabbü’l-Âlemin’de iddihar etmiş oldukları muazzam servetlerin hesabını nasıl verecekler? 17 Ekim 2000