Başörtüsü Düşmanlarına Onbir Tokat
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 21 Aralık 2018
Onlar bir kere söylediler, yazdılar, biz de bin birinci defa yazalım:
Dünyanın bütün (evet bütün) demokrat, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, insan haklarına bağlı ve saygılı medenî ülkesinin üniversitelerinde başörtüsü serbesttir.
Lâikliğin ana vatanı olan Fransa’da da serbesttir. (Orada başörtüsü yasağı, insan haklarına aykırı olarak sadece resmî devlet liselerinde vardır.Özel liselerde yoktur.)
Demokrasinin vatanı olan İngiltere’de, başörtüsü ilkokullarda bile serbesttir.
Bütün erginlik yaşına gelmiş İslâm kadın ve kızlarının tesettüre girmesi farzdır. Bu farz Kur’ân, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir. Ankara Diyanet İşleri Başkanlığının,
bulunmaktadır.
Ülkemizdeki başörtüsü yasakları insan haklarına, demokrasiye, eşitliğe, adalete aykırıdır.
Köleliğin en çirkini ve utandırıcısı, üzerinde
fahişelik yapmaktır. Maalesef ülkemizdeki düzen buna izin vermekte, genelevlerin kapısında polis bekletmekte,
Devletimiz
imza koymuş bulunmaktadır.
Demokrasinin beşiği olan İngiltere’nin okul ve üniversitelerinde serbest olan başörtüsünün Türkiye’de yasak olması gülünçtür, rezalettir, traji-komedidir.
Ülkemizdeki başörtüsü yasağını aklın, vicdanın, insafın, insan haklarının, eşitlik prensibinin, adaletin ışığında doğru bulmanın ve savunmanın imkânı yoktur.
Başörtüsü yasağı din ve inanç hürriyetine aykırıdır. İnandığı gibi yaşamak hürriyetini engellemektedir. Toplumsal barışı ve mutabakatı dinamitlemektedir. Bu yasağı haklı gösterecek bir tek (tekrar ediyorum bir tek) geçerli gerekçe yoktur. Haksız bir diretmeden, despotluktan ibarettir.
Bu yasak lâikliğe aykırıdır. Başörtüsü lâikliğe aykırı olsaydı, lâik Fransa’nın üniversitelerinde yasaklanırdı.
Yukarıda tokat şeklinde onbir madde zikr ettim. Aklın, vicdanın, bilgeliğin, mantığın, insafın, adaletin ışığında bunları çürütmek mümkün değildir.
İsmet Paşa başörtüsüne karşıymış…
Başörtüsü filan veya falan ideolojiyle çatışıyormuş…
Dinsiz bir ilâhiyatçı Kur’ânda başörtüsü yoktur demiş…
Çıplaklık uygarlıkmış, tesettür gerilikmiş…
Yahu bunlar gibi saçma sapan mavallar ve iddialarla siz tezinizi ispat ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Gülünç olmaktan, hokkabazlıktan, maskaralıktan vaz geçin artık. Ciddî gerekçeleriniz varsa onları ortaya sürün.
İngiltere’de olduğu gibi, Müslüman Türkiye’de de okullarda ve üniversitelerde eşitlik olacak, isteyen başını örtecek, isteyen açık olarak okuyacaktır.
Bunu kimse önleyemeyecektir.
Düzen fahişeliğe resmî vesika verecek, kapısında polis bekletip vergi alacak; Müslüman kızlar başörtüsü ile okuyamayacak…Yağma yok baylar, yağma yok bayanlar!..
Polemiklere halk bayılıyor. İki politikacı, iki yazar, iki ünlü kişi şiddetli bir ağız dalaşına başlayınca nefesler kesiliyor, herkes pür-dikkat takip ediyor.
Büyük Millet Meclisi’nde rutin çalışmalar kimsenin dikkatini çekmiyor. Günün birinde Meclis çatısı altında bir yumruklaşma, bir küfürleşme olunca medyada yer yerinden oynuyor, milyonlarca vatandaşa haber veriliyor. Meclis’in, rutin dediğimiz çalışmaları mı daha önemlidir, yoksa arada bir çıkan kavga gürültüler mi?
Önemli bir dâvânın son duruşmasında siniri bozuk sanıklardan biri bağırıp çağırıyor, mahkeme başkanı adamı dışarı çıkarttırıyor. Bütün gazeteler, bütün televizyonlar bu haberi veriyor. Dâvânın esasından, içyüzünden ve gidişatından kimsenin haberi yok.
Ülkemizde on milyonlarca halk dedikodu, polemik, kavga gürültü, horoz veya deve dövüşü mübtelâsı (bağımlısı) olmuştur.
Birbiriyle ağır ve galiz şekilde kavga eden iki yazar veya iki politikacı bir anda milyonların ilgisini çekiyor. Ucuz şöhret peşinde koşanlar için ne büyük fırsat. Zemzem kuyusuna işeyen kısa zamanda dehşetli bir ün kazanıyor. Gazeteler çok satmak, tv’ler reyting yapmak için sansasyon peşinde koşuyor, kavga gürültü arıyor.
Bir açık oturum programı düşününüz. Sunucu pudralandı, katılımcılar pudralandı, herkes oturaklarına oturdu, yerini aldı. Sıra ile söz veriliyor. İpe sapa gelir veya gelmez konuşmalar yapılıyor. Bazıları harf-i tarif gibi
deyip duruyor. Oturumun 37’nci dakikasında birden ipler geriliyor iki sayın kişi ağır şekilde atışmaya başlıyor. Atışmanın şiddeti arttıkça artıyor. Sunucunun ağzı kulaklarında otuz iki dişi birden görünüyor. Öyle ya reyting çoğalıyor… O ne, o ne!.. Atışan iki sayın kişi yerlerinden hızla kalkıyor ve birbirlerinin boğazına sarılıyor. Sunucu ciyak ciyak bağırıyor. Üç kamera birden kavgaya odaklanıyor. Milyonlarca seyirci heyecan içinde…
Kocası karısını mutfaktan çağırıyor. Rezzan Rezzan çabuk koş açık oturumda büyük kavga başladı!.. Vatandaşın bir gözü ekranda bir gözü cep telefonunda, “Tolgaç, Kanal Kavga’daki kavgayı seyrediyor musun?
Etmiyorsan hemen aç, hemen aç, müthiş bir kavga başladı, birbirine girdiler…”
Ekrandaki korkunç ve rezil kavga sürüyor. Ağır küfürler, dişi kırılan zatın ağzından kan geliyor. Sunucu ve diğer konuklar kavgayı ayırır gibi yapıyor. Halk çok memnun, medya memnun, sunucu fevkalâde (süper) memnun.
Kuzum böyle tiyatroların bu memlekete, bu halka ne faydası var?
Geçen gün internetten seyr ettim. Güney Amerika’da bir televizyonda dehşetli bir açık oturum kavgası oldu. Konuklar sille tokat birbirine girdi. İspanyolca konuşup bağırıyorlardı, ne dediklerini anlamadım ama herhalde birbirlerine benim sayın canım ciğerim demiyorlardı.
Ciddî, ağır, faydalı, lüzumlu konulardan, yazı ve konuşmalardan hoşlanmamamız, onlarla ilgilenmememiz; tam aksine kavgadan, küfürleşmeden, polemikten, horoz dövüşünden, dedikodudan çok hoşlanmamız hiç de iyi bir şey değil.
Bazen ağır hakaretlere uğruyorum. Polemik olmaması için onlara ya hiç cevap vermiyorum, yahut kısa ve hafif bir cevapla geçiştiriyorum. Ona buna (cevap şeklinde de olsa) hakaret ederek, hint horozu gibi dövüşerek ilgi çekmek istemem. 22 Nisan 2010 Perşembe