Cumartesi

 

Hiçbir medenî, kalkınmış, ileri ülkede yapılmayan, görülmeyen bir vahşet Türkiye’mizi yıllardan beri kasıp kavuruyor, bir sürü fitne ve fesada sebebiyet veriyor. Bu vahşet, kendilerini ileri, Müslüman halkı geri gören küçük ve azgın bir kliğin İslâm dinine, milyonlarca dindar vatandaşa, din ve inanç hürriyetine, vatandaşların inançlarına göre bir hayat sürmelerine karşı çıkan, en kutsal değerlere sorumsuzca ve pervasızca saldıran militanca davranışlardır.

Dünyada her şey tartışılabilir de, din ve inançlar tartışılamaz. Amerika’da dinî inançları yüzünden herhangi bir vatandaşa veya cemaate saldırılıyor mu, hakaret ediliyor mu, onlar çeşitli baskılara ve sindirmerele mâruz bırakılıyor mu? Hayır, orada kesinlikle böyle medeniyetsizlikler yapılmıyor. New York’ta Hassidik ve diğer entegrist ve koyu sofi Yahudiler bulunmaktadır. Bunlar sakal bırakır, başlarına kara şapkalar geçirir, bizim eski redingotlara benzeyen, dizlere kadar inen uzun ceketler veya pardesüler giyer, kulaklarından aşağıya zülüfler sarkıtır. Kimse o Musevilere, kıyafetlerinden ve inançlarından dolayı hakaret edemez, hattâ yan gözle bakamaz.

Amerika’nın bir bölgesinde, hâlâ 18’inci asır hayatı yaşayan koyu bir Protestan cemaati bulunmaktadır. Onların bölgelerinde elektrik yoktur, motorlu vasıta yoktur. Kıyafetleri de eski zaman kıyafetidir. Bölgelerinde huzur içinde yaşarlar, at arabaları ile gezerler, işlerini elle çevrilen veya suyla dönen makinalarla görürler. Onlara kimse, “Bu devirde böyle şeyler olur mu?” demez, diyemez. O cemaati bir çeşitlilik, bir zenginlik olarak kabul ederler.

Bizdeki ateistlerin bir kısmı son derece militandır, fanatiktir, yobazdır. Kendisi inanmıyor ya, herkesin de inanmamasını ister. İmanı ve dinî uygulaması olmak, ona göre ağır bir suçtur.

Başörtüsü konusundaki aşırı yasaklar, zorlamalar, baskılar medeniyete, hukuka, insan haklarına, aklıselime, vicdana, ahlâka aykırıdır. Amerika, İngiltere, Avrupa devletleri bizden geri mi ki, onlar Müslüman kızların başörtülerine hoşgörü ile bakıyor, onları engellemiyor, tahsil haklarına mâni olmuyor. Tam aksine, onlar bizden daha demokrat, daha hukuklu, insan haklarına daha saygılı oldukları için başörtüsüne izin veriyorlar.

Son günlerde başörtüsü ile ilgili utanç verici militanlıklara şahit olduk. İstanbul’da bir tıp fakültesinde halka açık astım toplantısı yapıldı. Bu hastalıktan ıstırap çeken bazı başörtülü hanımlar da toplantıya katılıp dinlemek istedi ama rektörün emriyle kapı dışarı edildiler.

Millet Meclisi’nin bahçesine tesettürlü İslâm hanımlarının girmesi de resmen yasaklandı. Atatürk’ün çarşaflı annesi Zübeyde hanım sağ olsaydı, onu da sokmazlardı.

Siyasî rejim vergi toplarken başı açık, başı örtülü ayırımı yapmıyor ama başörtülü öğrenci kızlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyor. Medenî bir ülkede böyle işler olabilir mi?

Devletin vatandaşa, don giyip giymemek konusunda karışmaya hakkı olmadığı gibi başörtüsüne de karışmaya hakkı yoktur. Düzen madem ki, laiktir, isteyen başını örter, isteyen açık gezer.

Başörtüsü siyasal İslâm’ın simgesiymiş… Kesinlikle değildir. Ülkemizde din istismarı vardır ama tesettürün bununla ilgisi yoktur. Çünkü tesettürün bin dört yüz yıllık bir mazisi vardır. Tesettür İslâm kadınları ve kızları için kesin bir farzdır. Tesettür siyasal İslâm’ın değil, İslâm dininin simgesidir.

Yarın bazıları namazı âlet ve istismar etseler, namaz yasak mı edilecektir?

Maalesef medyamızdaki birtakım militan ve fanatik laikçiler başörtüsü konusunu bir kördüğüm, bir kangren haline getirmişlerdir.

Medenî, demokrat, hukuklu, insan haklarına saygı gösterilen bir İslâm ülkesinde, başörtüsünün sadece İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakültelerinde değil, bütün okul ve üniversitelerde serbest olması gerekir. Siyasî rejim gerçekten laikse vatandaşlarının dinî inançlarına, dinî kıyafetlerine, başörtülerine, namazlarına, ibadetlerine karışamaz.

Gülay Göktürk hanımefendi, kendisi inançsız olmakla birlikte başörtülü kızları savunan medenî, toleranslı bir aydınımızdır. Güzelce uyarıldıkları, ikna edildikleri takdirde onun gibi hareket edecek başkaları da vardır.

Geçenlerde dört İmam-Hatipli başörtülü kızımız Hürriyet gazetesi genel yayın müdürü Ertuğrul Özkök beyi ziyaret ettiler, hüsn–i kabul gördüler, dertlerini anlattılar. Ertuğrul bey de bu konuda olumlu bir yazı kaleme aldı.

Medyadaki, politika hayatımızdaki ünlü ve güçlü kimseler ziyaret edilmeli ve başörtüsü konusunda hukuktan, demokrasiden, gerçek laiklikten, insan haklarından, din ve inanç hürriyetinden yana tavır koymaları kendilerinden talep edilmelidir.

Bundan birkaç ay önce başörtüsü krizi ve sıkıntıları ile ilgili iki yazı yazmış ve bu işin Müslümanlar tarafından halledilemeyeceğini, çözümün ilerici kesimde olduğunu beyan etmiştim.

Gazete müdürleri, televizyon yöneticileri, yazarlar, aydınlar, düşünürler, politikacılar içinde insaflı, sağduyulu kimseler vardır. Bunlar, ziyaret edilmeli, sıkıntılar anlatılmalı, kendilerinden yardım ve destek istenmelidir.

Bu gibi heyetlerde düzgün ve estetik giyimli iki, üç veya dört başörtülü kız, yanlarında yüksek kültürlü, açık fikirli, diyalog kurabilecek ve kendileri ile diyalog kurulabilecek iki aydın Müslüman bulunmalıdır.

Biz Türkiye denilen bir ülkenin çocuklarıyız. Hepimiz aynı gemide seyahat ediyoruz. Dindarların da dinsizler kadar hakları, hürriyetleri, haysiyetleri vardır. Halkı ilerici gerici diye iki kutba ayırmak son derece yanlıştır, sakıncalıdır. Böyle ayırımlar büyük felaketlere ve yıkımlara sebebiyet verir.

Türkiye Müslümanları mutedil (ılımlı) Müslümanlardır. Birkaç aşırı ve marjinal kişi ve kliğe bakıp bütün Müslümanları tehlike ve tehdit olarak görmek büyük hatâdır.

Biz hepimiz Türkiyeliyiz. Birbirimizle çekişmeden, tepişmeden, birbirimizin haklarına ve hukukuna saldırmadan ülkemizin, milletimizin, devletimizin ilerlemesi ve yücelmesi için elbirliği ile çalışmakla mükellefiz. Başörtüsü krizi sun’î (yapay) bir krizdir. Kimseye faydası yoktur, zararı ise çoktur. Aklımızı başımıza toplayalım ve sosyal barışı, millî birliği bozacak militanlıklardan, yobazlıklardan, fanatikliklerden, baskı ve zorlamalardan, anti-demokratik icraattan, insan hakları ihlâllerinden kaçınalım. 12 Mayıs 2002