Cuma

Son seçimler başörtüsü ve tesettür konusunda dolaylı bir referandum (halkoylaması) mahiyetinde olmuştur. Millet, bu meseleyi halledemeyen, kangrenleştiren koalisyon partilerini tasfiye etmiş, iktidara hanımlarının çoğu başı örtülü olan kimseleri getirmiştir.

Laik, çağdaş, seküler, dindar olmayan kesimin nice yazarı, okumuşu, gazetecisi, sosyoloğu bu gerçeği görmüş, başörtüsü ve tesettür konusunda serbestliği ve hürriyeti savunan beyanlarda bulunmuştur. Bu çok güzel bir gelişmedir.

Başörtüsü ve tesettür dindarların, Müslümanların meselesi olmaktan çok laiklerin, çağdaşların, ilericilerin meselesidir. Çünkü bu konudaki yasakları ve tabuları Müslümanlar değil, onlar koymuştur. Bunları kaldırmak da onlara düşer.

Sayın Cumhurbaşkanımızın başörtüsü konusundaki son beyanı ve tutumu onun statüsüne yakışmadı, uygun düşmedi. Dikkat buyurunuz, “Cumhurbaşkanımız” diyorum, kendisine asla saygısızlık etmek istemem. Devletimizin, ülkemizin bir numaralı resmî şahsiyetidir, başkanıdır, temsilcisidir. Toplumu ikiye bölen ihtilaflı, sancılı konularda tek taraflı hareket etmemesi gerekir. Türban ve tesettür konusunda statükoyu korumak onun işi ve vazifesi değildir. O hakem durumundadır; çekişmelerin, tartışmaların, ihtilafların üzerinde kalmalıdır, taraf olmamalıdır.

Türkiye demokrasinin beşiği olan bir ülke değildir. Bizde mutlak manada, yüzde yüz bir demokrasi yoktur. Bizim demokrasimiz 1945’te başlamıştır; yasaklı, tabulu, sınırlı bir demokrasidir. Demokrasinin beşiği İngiltere’dir. İngiltere’de milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Orada da başörtüsü, tesettür vardır. İngiliz devleti, hükümeti, hukuku Müslümanlara bu konuda sınırsız bir hürriyet tanımıştır. Orada Müslüman bir kız sımsıkı örtünerek çarşafla üniversiteye gitse kimse bir şey dememektedir. İngiliz okullarında, yedi yaşındaki Müslüman kız çocukları bile başları kapalı olarak serbestçe, rahatça, huzur içinde okuyabilmektedir. Demokrasi budur.

“Başörtüsü kamualanı dışında serbesttir” denildi. Kamualanı ne demektir? Geçenlerde yaşlı ve hasta bir kadıncağız, başı örtülü olduğu, sağlık karnesindeki hüviyet fotoğrafı başı kapalı olduğu için hastaneye alınmadı, tedavi edilmedi ve öldü. Bu facia hakkında medyada ileri geri çok laf edildi. Böyle hadiseler medenî bir ülkeye yakışmaz.

“Türkiye’de kanunlar var, başörtüsü konusunda da kanun ve nizam bulunmaktadır, onlar tatbik ediliyor…” diyenler az değildir. Yanılıyorlar, yanıltıyorlar. Ülkemizde başörtüsünü, tesettürü yasaklayan hiçbir kanun yoktur. Olsa bile keenlem yekundur. Kadın ve kızlarının yarıdan fazlasının başörtülü olduğu bir ülkede tesettürü yasaklayan kanun çıkartılamaz. Çıkartılsa bile böyle bir kanun adalete, insafa, hakkaniyete, eşitliğe, insan haklarına, Türkiye’nin millî kimliğine ters düşen gayr-i âdil bir kanun olur.

Resmî dairelerde, okullarda, üniversitelerde kadın ve kızların kıyafetlerini tanzim eden tüzük mahiyetinde bazı metinler vardır ki, başörtüsü karşıtları bunlara dayanarak yasaklar, engeller, tabular koymaktadır. Türkiye’yi bölen, ortaya sun’î (yapay) bir ihtilaf ve çekişme çıkartan, onbinlerce kızımızın tahsil haklarını ellerinden alan yanlış tüzüklerin, nizamların, metinlerin düzeltilmesi gerekir.

Laik, çağdaş, ilerici, seküler kesimin insaflı aydınlarının, okumuşlarının, seçkinlerinin artık bu meseleyi halletmek için topluca harekete geçmelerini bekliyoruz. Bu ülkenin çoğunluğu olan dindar kesim onlardan lütuf ve âtıfet değil; adalet, anlayış ve insaf bekliyor. Temel insan haklarının, demokrasinin, âdil hukukun gereği ne ise, yapılması için çalışsınlar.

Müslümanlar bu konuda faaliyet gösterirse karşı tarafın militanları hemen “Gericilik, büyük tehdit ve tehlike…” çanları çalıyor, dehşetli bir yaygara koparıyor. Başörtüsü Türkiye için bir tehlike ve tehdit değildir, olamaz; böyle bir iddia hafifliktir, gülünçtür, mantık dışıdır.

Eğer başörtüsü ve tesettür onların iddia ettiği gibi gericilikse, çağdışılıksa, başörtülüleri alsınlar okullarına, üniversitelerine ve onları o bilgi ve maarif yuvalarında aydınlatsınlar. Başörtüsü yasakçıları çelişki içindedir.

Hiçbir bahane ile milyonlarca Müslümanın tahsil, giyim, inançlarına göre yaşama hakları ellerinden alınamaz, kısıtlanamaz. Bu konudaki ölçüler İngiltere, Amerika, Kanada, Batı Avrupa ülkelerindeki ölçülerdir. Tunus gibi, tesettürü yasaklamış olan küçük bir diktatörlük büyük Türkiye’ye örnek olamaz.

Başörtüsü ve tesettür konusunda YÖK başkanı Gürüz sinirli, sert ve tehdit dolu bir açıklama yaptı; “Tesettür dosyası bizim için kesin olarak kapanmıştır. Hükümet bu konuda bir şey yapabilir ama neticesine de katlanır…” mealinde imalı sözler etti. Gürüz bu cesareti nereden almaktadır? Tesettür ve başörtüsü dosyasının kapanmamış olduğu çok büyük bir gerçektir. Bu, Türkiye’nin kanayan bir yarasıdır. Bu konuda elbette millî bir barışa, toplumsal bir uzlaşmaya ve anlaşmaya gidilmesi gerekmektedir.

Zamanımızda millî hukukun üzerinde evrensel ve temel insan hakları ve hürriyetleri vardır. Türkiye, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ni, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış bir devlettir. Başörtüsü, tesettür, din ve inanç hürriyeti konusunda, bunlara ters kanunlar ve nizamlar koyamaz.

Bu konuyu kaşıyan, mıncıklayan Müslümanlar değil, sahte çağdaşlar ve naylon ilericilerdir. Tarihini tam olarak hatırlamıyorum, ya 1979’da ya da 1980’de, ülkemizin gözbebeği ünlü Galatasaray lisesinden başları sımsıkı kapalı beş kızımız mezun olmuştu. O zaman hiç kimse bunlara itiraz etmemiş, diploma töreninde başı açık kızlarla birlikte bunlara da diplomaları verilmiştir.

Başörtüsü, tesettür meselesi belli bir plan ve programla sonradan sun’î olarak çıkartılmış meseledir. Halkımızı Sünnî Alevî, Türk Kürt, sağcı solcu, ilerici gerici, dinci laik gibi zıt ve düşman kesimlere ayırmak isteyenler, bu listeye bir de tesettür taraftarları ile tesettür karşıtlarını eklemek istemişlerdir.

Devletimizin ve Cumhuriyetimizin bu konuda menfi bir tutumu yoktur. Olumsuz işleri ve uygulamaları yapanlar devlet ve Cumhuriyet değil, kendilerini onlarla özdeşleştiren birtakım egemenler, siyasîler, iktidarlardır.

Türkiye’nin millî barışa, toplumsal uzlaşmaya ihtiyacı vardır. Başörtüsü ve tesettür çekişmeleri, medenî ve demokrat ülkelerdeki uygulamaya paralel bir şekilde kısa zamanda halledilmelidir. Laiklik diyenlere sesleniyorum: kişiler ve zümreler laiğim demekle laik olmazlar. Laikliğin kuralları, nizamları vardır. Fransa’da olduğu gibi gerçek laik olurlarsa mesele halledilir.

İmza Günleri

30 Kasım cumartesi ve 1 Aralık pazar günleri, saat 13 ile 15 arasında Sultanahmet camii avlusundaki Bedir Yayınevi kitap standında hem kendi kitaplarımı, hem de Bedir Yayınevinin kitaplarını imzalayacağım. 30 Kasım 2002