Başörtüsü Krizi Nasıl Çözülebilir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Şubat 2019
PerşembeDevletin başında bir başkan bulunur. İki veya daha fazla başkan olursa işler yürümez, devlet batar. Bir uçağın bir kaptan pilotu olur, bir geminin bir başkaptanı, bir okulun bir müdürü, bir fabrikanın da bir genel müdürü olur. İşler başarıyla yürürse bunun şerefi öncelikle başkana, müdüre, kaptan pilota aittir. İşler yürümezse, devlet veya müessese batarsa sorumluluk onlarındır.
Hayatta birtakım zorlukları aşmak, birtakım problemleri çözüme kavuşturmak için de başkan, kaptan pilot, genel müdür gibi adamların bulunması gerekir. Onların yardımcıları, danışmanları olur ama iş, mesele, sorumluluk baştakilerin uhdesindedir.
Müslümanlar işlerini yürütmek, problemlerini halletmek, müesseselerini güçlendirmek, hayatın her sahasında başarılı olmak için bu hususa dikkat etmelidir, maalesef etmiyorlar. İşler, müesseseler, birer emanettir. Onların başına en ehil, en layık, en becerikli, en başarılı kimselerin getirilmesi gerekir. Böyle yapılmazsa emanetlere hıyanet edilmiş olur ki, bunu, Kitab, Sünnet, akıl ve hikmet çok büyük bir gaflet, hıyanet, suç ve günah olarak görür.
Müzminleşen bir problemi örnek olarak vermek istiyorum. İlâhiyat fakültelerindeki başörtüsü krizi. Bunun halledilmesi için mutlaka ve mutlaka bir beyne ihtiyaç vardır. Bu işi halletmek için güçlü, ehil, zeki, kültürlü, en geniş mânâsıyla stratejiden anlayan, yine en geniş mânâsıyla işin siyasetini bilen bir adam bulunmalıdır. Bu zat düşünsün, taşınsın, senaryolar hazırlasın, danışsın ve sonunda meseleyi çözüme kavuşturmak için harekete geçsin.
İlahiyatlı gençler uzun zamandan beri çırpınıp duruyorlar. Hocalara, üstadlara, ağabeylere, profesörlere gidiyorlar. Anadolu’da dört yüz şehre gidip oradaki mahallî parti teşkilâtları ile görüştüler. Velhasıl koşuşturuyor, yoruluyor, hayli faaliyet yapıyorlar. Lâkin ortada bu işin sanırım bir beyni yok, bir icra komitesi yok, dört başı mâmur bir çözüm plan ve programı yok. Bu durumda problem elbette çözülmez, aksine her geçen gün biraz daha kördüğüm haline gelir. Geçenlerde yazmıştım, tekrar ediyorum: Başörtüsü probleminin çözümü taşrada değil Ankara’da ve İstanbul’da olacaktır. İkinci önemli husus da şudur: Başörtüsü probleminiİslâmcılar, dindarlar halledemez. Binaenaleyh başörtüsü krizinin hallini kesinlikle Müslümanlara, İslâmcılara, dindarlara havale etmemek gerekir.
Bu konuda yapılacak işler şunlardır:
1. Başörtüsü krizini halledebilecek bir zat, bir beyin bulunur ve onunla görüşülerek işin çözümü ona havale edilir. Bu anlaşmadan sonra öteki verimsiz faaliyetlere son verilir.
2. Sorumluluğu ve işi üzerine alan zat bir icra heyeti kurar, buna ekibini kurar da diyebiliriz.
3. Bir plan ve program yapar, çare ve çözüm arar, bir strateji tesbit eder.
4. Benim kanaatimce bu işi halletmek üzere Ankara ve İstanbul’da bir takım nüfuzlu, güçlü, tesirli şahsiyetlerle, bazı kurumların mümessilleriyle görüşmek gerekir.
5. Dindar kesime mensup olmayan, fakat demokrat, insan haklarına saygılı, ülkede toplumsal barışa ve uzlaşmaya taraftar aydınlarla, medya mensuplarıyla, entellektüel şahsiyetlerle görüşülür ve onların yardım ve desteği kazanılır.
6. Meselenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmesi için fırsat ve çareler aranır. Götürüldüğü takdirde müracaat büyük ve güçlü hukukçulara yaptırılır.
7. İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça, Farsça broşürler, “Beyaz Kitap”lar hazırlatılır, yayınlanır. Dünya kamuoyuna duyurulur.
8. Türkiye’nin en büyük, en güçlü, “Hukuk mimarı” seviyesindeki hukukçularından lehte mütalaalar alınır.
8. Bu faaliyetler yapılırken, demagojiden, şarlatanlıktan, popülizmden uzak durulur, işin ciddiyet ve vekarı korunur.
9. Başörtüsü krizi birtakım aşırı çağdaşların, laikçilerin, sekülerlerin çıkarttığı yapay bir problemdir. Bunun çözümü ılımlı, demokrat, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü kabul eden medenî ve çağdaş aydınlara verilmelidir. Ülkemizde böyle aydınlar vardır. Mesela Gülay Göktürk hanımefendi, ateist olduğu halde başörtüsü krizinde ve daha birçok meselede Müslümanları destekleyen bir aydınımızdır. Mesele güzelce anlatıldığı takdirde nice aydınımızın, nice gazetecimizin bu hususta yardım edeceğinden, destek vereceğinden eminim.
10.Başörtüsü meselesi bazı din sömürücüleri tarafından kendi şahsî çıkarları ve nüfuzları uğrunda istismar edilmemelidir. Gaye bu krizin, hukuk, demokrasi ve insan hakları ışığında çözüme kavuşturulmasıdır. Sömürücüler canavar gibidir. Onların gayesi çözüm falan değildir. Şan, şöhret, nüfuz, para peşinde koşarlar ve nice meseleyi kördüğüm haline getirirler.
Benim elimden gelse bizdeki bu başörtüsü zorlaması meselesinde Rum Patriğinden, Ermeni Patriğinden, Musevî Hahambaşısından bile destek isterim.
Bütün medenî ülkelerde dindar Müslüman kız öğrenciler başörtüsüyle üniversitelere gidip okuyabiliyorlar da bizde niçin okuyamayacaklarmış. Türkiye İngiltere’den, Almanya’dan, İsveç’ten daha demokrat mı?
Başörtüsü krizi dinî bir kriz değildir. Bir hukuk, demokrasi, insan hakları, eşitlik, medeniyet, ahlâk meselesidir. Müslümanlar dinî inanç ve kanaatlerini kimseyle tartışmamalıdır. Zaten, islâmî inanç ve hükümleri, onlara inanmayanlarla tartışmak mânâsızdır, saçma bir şeydir.
Atatürkçülere, kendi silahlarıyla cevap verilmeli, Atatürk’ün tesettür lehindeki beyanatı, annesinin tesettürlü fotoğrafı, eşi Latife hanımın sımsıkı tesettürlü resimleri broşür haline getirilip yüzbinlerce, milyonlarca dağıtılmalıdır. Bugünkü başörtüsü yasağını Atatürk’e dayandırıyorlar. Yalandır, yanlıştır.
Dikkat edilecek önemli bir husus da, üniversitelerdeki başörtüsü krizini çözmeye çalışırken, dindar kızlarımızın tesettür kıyafetlerini ve başörtülerini, dinî kurallara ters düşmeden daha kaliteli, daha sanatlı, daha beğenilir hale getirmek için gereken çalışmaları yapmaktır. Başörtüsü savaşının, bugünkü gecekondu, varoş, taşra kıyafeti ve örtüleriyle kazanılması çok zordur. Evlerinde oturan ev kadınlarına, iddiası olmayan halka bir şey dediğim yok ama hayat mücadelesi veren, üniversitelere gidip kız erkek birlikte okuyan, inançlarının savaşını veren kızların mutlaka daha kaliteli, daha zarif, daha sanatlı, daha estetik bir tesettür içinde olmaları gerekir. Bizim beğenmemizle iş bitmez. Karşıtlarımıza da beğendirebilmeliyiz. İmamı Şafiî, “Asıl fazilet, düşmanın kabul ettiğidir” demiş. 29 Aralık 2001