CumartesiDindar bir Müslüman kızı okulunda ve üniversitesinde başörtüsü ile okuyabiliyorsa, o ülke medenî insan haklarına saygılı bir ülkedir. Okuyamıyorsa orada demokrasi, insan hakları tehlikede demektir. Bu hükmü nasıl verebiliyorum! Demokrat, medenî, ileri, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğü prensibini samimiyetle kabul etmiş ülkelere bakıyorum ve oralardaki uygulamalardan bu hükmü çıkartıyorum. Önce demokrasinin beşiği İngiltere’ye bakalım: Orada beş milyon kadar Müslüman yaşıyor. Orada dindar bir Müslüman aile, isterse ilkokula giden kızının başını örtebiliyor ve okul idarecileri bu konuda hiçbir şey demiyor. İngiltere’de, “Aaa, bu küçük kız niçin başını örtmüş?” diye sormak bile çok ayıptır. “Onlar Müslümandır, öyle inanıyorlar, böyle bir uygulama yapıyorlar” denildi mi akan sular durur.

İngiltere’de, sabahları derslere başlanmadan önce kolejlerin kiliselerinde ibadet yapılır ve buna katılmak bütün öğrenciler için mecburidir. Eğer okulda çoğunluğu Müslüman öğrenciler teşkil ediyorsa, onlar kiliseyi cami olarak kullanırlar. Bu uygulama 1944’te çıkartılmıştır. Medenî, çağdaş bir ülkede böyle şey olur mu? Tabiî olur, işte İngiltere’de oluyor.

Başörtüsü konusunda biraz güçlük çıkartan tek ülke Fransa’dır. O da, sadece okullarda; üniversitelerde başörtüsü orada tamamen serbesttir. Fransa bir hukuk devleti olduğu için son kararı bağımsız mahkemeler verir.

ABD, orada yaşayan 15 milyon Müslüman için tam bir Darü’l-Eman’dır, yani bir “Güvenlik evidir.” California Üniversitesi Profesörlerinden Hamid Algar beyle bundan iki üç yıl önce konuşmuştum. Bana şöyle demişti: “Bizim üniversitede (Berkeley) beş yüz kadar Müslüman kız öğrenci var. Bunların 150’si tesettürlüdür, onlara kimse karışmaz, kimse güçlük çıkartmaz, onları kimse tahkir ve tazyif etmez. Cuma günleri, üniversitemiz kampüsü içinde beş yüz kişilik bir cemaatle cuma namazı kılınmaktadır.”

Peki bizdeki başörtüsü düşmanlığı bu konuda yapılan insan hakları ihlalleri daha ne kadar sürecektir? Herkesin çok iyi bilmesini isterim ki, bu zorlamalar, bu baskılar geçicidir. İslâm dini ile yaptığı mücadelede hiçbir gücün nihaî zaferi kazanması mümkün değildir. Din iklimler gibi, denizler gibi, nehirler gibi bir güçtür. İnsan gücü, insan iradesi bunları değiştiremez, bunlarla mücadele edemez. Yazın sıcak olacaktır, kışın soğuk; nehirler yukarıdan aşağıya doğru akacaktır; denizler bazen sakin, bazen dalgalı olacaktır, rüzgârlar esecektir, yağmurlar yağacaktır.

İngiltere’de yaşıyorsan yağmura, sise razı olacaksın. Mısır’da yazları çok sıcak olur, bunu tabiî karşılayacaksın. Norveç serindir, Avusturya mutedil iklimlidir.

Türkiye Müslüman bir ülkedir ve burada Müslümanlık ebediyen pâyidar olacaktır. Başörtüsü ve diğer dinî konulardaki yasaklar, baskılar, zorlamalar daha kaç yıl devam eder? Bilemediniz birkaç yıl.

Bizdeki krizin sürüp durması Müslümanların yetersizliği yüzündendir. Tarihî ârızalar yüzünden Müslüman kesim gecekondu, varoş, taşra, köy kültürü seviyesindedir. Bu yüzden haklarını gereği gibi arayamıyor. İkinci olumsuzluk da, islâmî kesimde din sömürüsü, arivizm olmasındandır. Emanetler ehil olanlara verilmiyor ve bu yüzden gereken teşebbüsler yapılamıyor.

Müslümanlarda Yahudilerdeki akıl, cesaret, kültür, iletişim olsa cihanı ayağa kaldırırlardı.

Başörtüsü konusundaki yasaklar ve bu yasakların uygulanışı açık bir insan hakları ihlâli değil de nedir? Genç kız üniversite imtihanına girecek, kapıdan içeri sokulmuyor. Bahane gülünç, başı eşarpla örtülüymüş… Hangi medenî ülkede böyle bir uygulama vardır. Onlar geri, biz ileri miyiz?

Başörtüsü konusunda çağdaş, lâik, dindar olmayan kesimin aydınları, gazetecileri yapıcı, olumlu fikirler izhar etmeye başladı. Aşırılıkların onlar da farkına varıyor.

Başörtülü kızlara sesleniyorum. Fırsat buldukça lâik ve çağdaş cephenin, öncü kadın gazetecilerden ve aydınlardan başlamak üzere, temsilcileri ile görüşünüz; dertlerinizi, sıkıntılarınızı anlatınız. Onların da insafı, vicdanı vardır. Siz bu memleketin çocuklarısınız, vatandaş olarak sizin de haklarınız var; elbette bunları kabul edecekler, size yardım edeceklerdir.

Başörtüsü meselesini islâmî kesimin adamlarıyla halletmeye çalışmayınız. Böyle bir metod aksi tesir yapacaktır. Zaten Müslümanlar birçok konuda saygınlıklarını ve tesirlerini yitirmiş bulunuyor.

Aynı gerçeği benim söylemem başka, Gülay Göktürk hanımefendinin söylemesi başka tesir yapıyor.

Başörtüsü ve diğer dinî hakların ihlâli konusunda şimdiye kadar neler yapılamazdı ki… İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça mükemmel broşürler, kitaplar çıkartılarak sesimiz dünyaya duyurulabilirdi. Bizde bunu yapacak para mı yok? İslâmî kesimin babaları, baronları doların milyarları ile oynuyor. Hizmet için toplanan paraların bir kısmının bu gibi işler için harcanması gerekmez mi?

Birkaç gazeteciyi, kameramanı, foto muhabirini vazifelendirip medenî Batı ülkelerinde başörtüsünün tamamen serbest olduğunu isbat eden bir belgesel hazırlatamaz mıydık, kitaplar yayınlayamaz mıydık? Dünya üniversitelerindeki başörtülü kızları gösteren albümler çıkartamaz mıydık? Niçin yapmadık bu işleri?

Geçenlerde 15 yaşındaki başörtülü bir kızcağız, pankart açarak bakanı protesto ettiği için kırk gün hapse atıldı, sonra da asliye ceza mahkemesinde yargılanıp 26 ay hapse çarptırıldı. Devletimiz uluslararası “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ne imza koymuştur. Bu sözleşmenin maddelerinin bizim kendi kanunlarımız gibi tatbik edilmesi gerekmektedir. Kızcağızın normal mahkemede değil, bir çocuk mahkemesinde muhakeme edilmesi gerekirdi. Peki bu kızın haklarını kimler savunacak? Bu konuda uluslararası platformda şimdiye kadar neler yapılmıştır?

Kırk gün tutuklu olarak zindana atılan, sonra da yirmi altı ay hapse mahkûm edilen kızcağız ile Nazlı Ilıcak hanımefendi ilgilenseydi şimdiye kadar ne fırtınalar kopartırdı. Bizim İslâmcılar niçin onun kadar azimli, gayretli, güçlü değil?

Sadece başörtüsü konusunda değil, soygunlar ve talanlar konusunda da üzerimize düşen vazifeleri hakkıyla yerine getiremiyoruz. Polis hafiyesi, istihbaratçı gibi çalışmış olsaydık şimdi nice sahte lâiği, yalancı çağdaşı, Müslümanları sömürge yerlisi gibi gören adamı hapse attırabilir, mahkemelerde yargılatabilirdik. Yapamıyoruz. 24 Haziran 2001