Başsız İslâm Ümmeti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Pazar
Yüzölçümü ve nüfus bakımından Vatikan-Papalık devletine devlet demek için bin şahit gerekir. Nüfusu bin kişiden azdır, yüzölçümü bir kilometrekareden aşağıdır. Lâkin bu minik devletin gücü, nüfuzu, mânevî ağırlığı, tesiri; Endonezya’dan Mağrib ülkelerine kadar uzanan bir buçuk milyarlık Müslüman âleminden fazladır. Niçin? Çünkü Vatikan-Papalık Katolik dünyasının merkezidir, orada yüz milyonlarca Katolik’in en büyük ruhanî lideri olan Papa yaşamakta ve kendisine tâbi olanlara hükmetmektedir. Katolik kilisesinin merkezî bir hiyerarşisi ve üniter bir yapısı vardır.
Dünyada büyük veya küçük kiliselerin, bütün dinlerin, bütün cemaatlerin bir başkanı, bir teşkilâtı bulunmaktadır. Çin’in işgalindeki Tibet’in budistlerinin dinî-ruhanî başkanı Dalay Lama’dır ve halen Hindistan’da sürgünde yaşamaktadır. Sürgündedir ama Nobel armağanı kazanmıştır, dünya çapında bir saygınlığa sahiptir. Anglikan kilisesinin, Yahova Şahitleri tarikatının, Sefarad ve Eşkenaz Musevîlerin, çeşit çeşit Farmason örgütlerinin hep liderleri, üstadları, baş rahipleri veya başhahamları bulunmaktadır.
Dünyada başsız, teşkilâtsız, hiyerarşisiz, üniter yapısız tek topluluk, tek ümmet Müslümanlardır. Böyle oldukları için de bin parçaya ayrılmışlar, bağımsızlıklarını ve hürriyetlerini yitirmişler, haklarını korumak konusunda azce ve zaafa düşmüşlerdir. Dünyada her dinin, her cemaatin, her kilisenin, her topluluğun başkanı var da, Müslümanların böyle bir başkana sahip olması suç mudur? Evet, bazılarına göre suçtur. Onlar, Müslümanların başsız, reissiz, teşkilâtsız, hiyerarşisiz olmasını istiyorlar. İslâm dünyasının bir başı, ruhanî-dinî bir lideri olmayınca İslâm ve Ümmet adına temsilcilik yapmaya selâhiyetli bir kişi, kuruluş da olmuyor.
Son yıllarda birtakım adamlar, cemaatler kendi kafalarına göre İslâm ve Müslümanlar adına birtakım gizli görüşmeler, diyaloglar, anlaşmalar, müzakereler yapmışlardır. Selahiyetleri var mıdır? Yoktur. Neler görüştüler, ne gibi anlaşmalar yaptılar, hangi sözleri verdiler? Onları da bilen yoktur. Birtakım Müslümanlar İsrail makamlarıyla ne gibi anlaşmalar yapmış, onlara karşı ne gibi taahhütlerde bulunmuştur? Türkiye’deki bazı Müslüman şahısların, zümrelerin, grupların Sabataycılarla gizli anlaşmalar yaptığı söylenmektedir. Böyle anlaşmalar gerçekten yapılmışsa, bunlar ne gibi maddeler, şartlar, taahhütler ihtiva etmektedir? Bunları da bilen yoktur.
Son yıllarda “Dinlerarası diyalog” genel başlığı altında bazı faaliyetler yapılıyor. Meselâ son Ramazan’da ziyafetler verildi, bunlara papazlar, hahamlar, masonlar davet edildi. İftar ziyafetiymiş. Fesubhanallah. Gayr-i müslimlere elbette ziyafet verilebilir ama iftar ziyafeti verilebilir mi? Adamlar oruç tutmuyor ki… Ne İslâm dinini hak bir din olarak kabul eden, ne de orucu hak bir ibadet kabul eden adamlarla birlikte niçin iftar ediliyor? Bu işin içyüzü, sırrı nedir?
Musevîlik, Hıristiyanlık, Müslümanlık arasında nasıl diyalog kurulabilir?
-Musevîler İslâm’ı Hak din olarak kabul etmiyor. Kur’ân’ı hak kitap olarak kabul etmiyor. Hazret-i Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğunu kabul etmiyor. İslâm’ı kabul etmedikleri gibi Hıristiyanlığı ve Hazret-i İsa’yı da kabul etmiyorlar.
-Hıristiyanlar da İslâm’ı, Kur’ân’ı, Hazret-i Muhammed’i hak olarak kabul etmiyorlar.
-Müslümanlar Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya iman ediyorlar; lâkin Musevîliği ve Hıristiyanlığı hak dinler olarak kabul etmiyorlar. Peki bu üç din nasıl olacak da aralarında diyalog kuracaklar? Böyle bir şey mümkün müdür? Dinlerarası diyalog hareketi son derece esrarengiz, şüpheli, garip bir harekettir. Bu işi kimler, hangi güçler başlatmıştır? Asıl gayeleri nedir?
Bir yandan dinlerarası diyalog çalışmaları ve toplantıları yapılırken öte yandan İslâm dinini “ılımlı” hale getirmek, dinde reform ve yenilik yapmak, Müslümanları sekülerleştirmek için hummalı bir faaliyet gösteriliyor.
Bütün bu faaliyetler, bu hummalı çalışmalar İslâm dininin ölçülerine, Kur’ân âyetlerine, Peygamber hadîslerine göre doğru mudur? İslâm dünyasında, bu hususta karar verecek büyük bir merci ve makam yoktur.
Muteber hadîs kitaplarında yazılıdır: Peygamberimiz bir gün Hazret-i Ömer’in elinde bir kitap görmüş. Bu nedir diye sormuş. Tevrat cevabını alınca, “Kardeşim Musa bu devirde yaşasaydı onu bu kitabı okumaktan menederdim” buyurmuştur.
İslâm dini geldikten sonra, daha önceki dinlerin hükümleri kalkmıştır.Zaten İslâmî inanca göre önceki dinler tahrife uğramıştır. Kur’ân’da “Allah katında hak din İslâm’dır” buyurulmaktadır. Peki, dinlerarası diyalog yapan Müslümanlar Kur’ân’a mı uyuyorlar, yoksa kendi hevalarıyla mı iş yapıyorlar? Yahut da, birtakım İslâm dışı mihraklardan mı ilham alıyorlar?
Semavî dinlere karşı en toleranslı imparatorluk Osmanlı devleti idi. Onun idaresi altında yaşayan Hıristiyanlar ve Musevîler ayrı “millet”lerdi, yüzde yüz din, inanç ve kimlik hürriyetine sahiptiler. Lâkin Osmanlılar zamanında dinlerarası diyalog gibi saçma ve şüpheli işler yapılmamıştır.
Eğer Musevîler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında mutlaka diyalog, müzakere, görüşme olması isteniyorsa bunun birinci şartı, Müslümanların da Hıristiyanlar ve Musevîler gibi ruhanî-dinî bir başkana ve üniter bir hiyerarşiye sahip olmalarıdır. Müslümanların başı yok, İmam-ı Kebir’i yok, Emîrü’l-mü’minîn’i yok, dinî hiyerarşisi yok, üniter teşkilâtı yok ve üç din arasında diyalog olacak… Böyle bir şey mümkün müdür?
Bu diyalog konusunda, kerametleri kendilerinden ve bağlılarından menkul bazı cemaat başları, hiçbir temsil hakları ve selahiyetleri olmadığı halde, selemehüsselam ortaya çıkmakta ve boylarından büyük işler etmektedir. Onların sözleri, fiilleri, vaadleri, taahhüdleri hiçbir şekilde İslâm dinini, Muhammed Ümmetini bağlamaz. 16 Aralık 2002