Cumartesi

 

Batı dünyası ve Batı medeniyeti içinde zıtlıklar, terslikler vardır. Almanlar, Batı’nın en has çocukları olmalarına rağmen bir ara Nazizmi ve ırkçılığı kabul etmişler ve İkinci DünyaSavaşı’na sebebiyet vermişlerdir. İtalyanlar, İspanyollar, Portekizliler de faşist rejimler uygulamışlardır.

Demokrat ve liberal Batı dünyasına en büyük meydan okuyuş 1945 ile 1990 arasında Ruslar tarafından yapılmıştır. Komünizm Batı dünyasında meydana çıkmıştır.

Japonlar da Batı’ya meydan okumuşlar, fakat savaşı kaybetmişlerdir.

Şu anda Batı, kendisine en büyük rakip, düşman ve tehlike olarak İslâm’ı ve Müslümanları görmektedir.

Gelecekte Batı ile İslâm arasında büyük bir savaş patlak verebilir mi? Böyle bir şey mümkündür. Böyle bir savaşı hangi taraf kazanacaktır?

Batı,İslâm dünyasını içten çürütmek için her hileyi, manevrayı, manipülasyonu yapıyor.

Müslümanların başına gerçekten dindar, ehliyetli, liyakatli, çaplı adamların geçmesini önlüyor; ya kendi ajanlarını, yahut da yetersiz ve çapsız adamları geçiriyor. Böyleleri İslâm dâvâsını mıncıklıyor, islâmî hareketi dejenere ediyor.

Batı’nın başını çekenler, kendi ülkelerinde gerçek demokrasiye, hukukun üstünlüğü prensibine oturmuş siyasî rejimlerin, temel insan hak ve hürriyetlerine riayet ve saygının, din ve vicdan hürriyetinin olmasını istiyor ama bunların İslâm ülkelerinde olmasını istemiyor. Hangi Batı ülkesinde bizdeki gibi bir lâiklik ve demokrasi vardır?

Artık klâsik sömürgecilik, Sovyet usulü neo-kolonyalizm bitmiştir. Batılılar şimdi İslâm ülkelerinde auto-colonie (Kendi içinden sömürge) sistemlerini desteklemektedir.

Amerika kendi paralarının ve pullarının üzerine “We trust in God” (Güvenimiz Allah’dır) yazmayı çok tabiî görmekte, lâkin aynı şeyi bir İslâm ülkesi yapmak isteyince bunda bir aşırı dincilik kokusu sezmektedir. Çifte standart!

Amerika’da Müslüman bir kız öğrencinin, memurenin, kadın subayın ve Kongre üyesinin başörtüsüne ilişene deli nazarıyla bakılır. Aynı şey Türkiye’de yapılınca çağdaşlık, lâiklik, medeniyet olarak alkışlanmaktadırlar.

Bugünkü Müslüman dünyası, İslâm’ın çok gerisinde kalmıştır. Çağın da gerisindedir. İlkel ve ibtidaî bir aşiret ve cahiliyet zihniyeti yaygındır. Müslümanlar bu zihniyet ve kafa ile Batı dünyası ile nasıl boy ölçüşebilirler?

Orta Asya’daki Müslüman ülkeler kızıl Sovyet hakimiyetinden kurtuldular da ne oldu? Bazılarında eski Stalin zulmüne rahmet okutacak dinsizlik ve diktatörlük var.

İslâm bir medeniyettir. Medeniyet şehirlerde oluşan ve gelişen bir şeydir. Müslümanlar yücelmek, kurtulmak, düşmanlarını alt etmek, izzet ve selâmet bulmak istiyorlarsa var güçleriyle şehirlileşmek mecburiyetindedir. Bu da ilimle, irfanla, kültürle, tefekkürle, zengin lisanla, edebiyatla, ilmî araştırmalarla, mimarlıkla, sanatla olur.

Üzülmek

Meşhur bir hadîs-i şerifte meâlen şöyle buyuruluyor: “Müslümanlar kötü (münker) bir iş görürlerse, güçleri yetiyorsa onu elleriyle (fiilen) değiştirsinler. Buna güçleri yetmiyorsa lisanen (sözle, yazı ile aleyhinde bulunarak) değiştirmeye çalışsınlar. Buna da güçleri yetmiyorsa kalben (içlerinden) buğz etsinler, kötü görsünler.Bu üçüncü şık imanın asgarîsidir (en azıdır).”

Her Müslüman, istediği şekilde emr-i mâruf ve nehy-i münker yapamaz. Emir ve iktidar sahipleri bunu fiilen yapar; ulema ve okumuş Müslümanlar lisan ile, halk da kalben ve destekleyerek yapar. Önüne gelen emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaya kalkışsa anarşi çıkar. Evinde bir hırsız yakalayan kimse onun cezasını kendisi veremez, ilgili zabıta ve adliye mercilerine teslim eder.

Bugün ülkemizde bir sürü kötü, münker, çirkin iş işlenmektedir. Hırsızlık, talan, haram yiyicilik, hortumlama, devletin ve mahallî idarelerin bütçesini israf etme, sömürünün her türü, irtikâb, irtişa, suiistimal almış yürümüştür. Bunca kötülük yüzünden şu güzelim ülkemiz perişan vaziyettedir. Namussuzlukları, şerefsizlikleri, hainlikleri, soygunları hiçbir güç durduramamaktadır. Zulüm, haksızlık, adaletsizlik, güvensizlik her geçen gün artıyor. Çeteler, mafyalar, putlu ve mutlu egemen azınlıklar, karteller, şer ve fesat mihrakları devletimizi, vatanımızı, milletimizi yıkmak, batırmak için her türlü hıyaneti ve habaseti icra ediyor.

Bütün bu kötülükler, fesat, fitne, nifak, şikak, münkerat, isyan, tuğyan karşısında şuurlu Müslümanların en azından üzülmeleri, öfkelenmeleri, kahr olmaları gerekmez mi?

Biz şu halimize yeteri kadar üzülüyor muyuz? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün müdür?

Üzülmek, çilesini çekmek parayla değildir. Çok kolay ve sakıncasız bir şeydir. Maalesef biz buna rağmen gereği gibi üzülmüyoruz.

Müslümanların yüzde doksan dokuzu, hatta binde dokuzyüz doksandokuzu kendi havalarındadır. Yemek, içmek, kazanmak, eğlenmek, zengin olmak… Bir kısım cemaatçi ve hizipçi Müslümanların işiyse kendi baronları, kendi derebeyleri, kendi cemaatleri için körü körüne çalışmaktır. Onlar bu memleketi, bu milleti, Ümmet-i Muhammed’i bir bütün olarak göremezler. “Biz kendi hizmetimize bakarız, kendi hocaefendimizi dinleriz, başka bir işe ve şeye karışmayız” derler. Bu kadar dar ufukluluk olur mu? Memleket batıyorsa, yer ayaklarımızın altından çöküyor, gök başımıza göçmek üzere bulunuyorsa, onların kendi hizmetleriyle uğraşmaları kendilerini kurtarmaya yeter mi? Hem kendi hizmetleriyle meşgul olsunlar, hem de bu ülkeyi, bu Ümmeti bir bütün olarak görsünler ve o bütüne de dikkat ve himmet sarfetsinler.

Bazı vicdansız Müslümanlar var. İşleri güçleri yemek, içmek, eğlenmek, keyiflerine ve zevklerine bakmak, zengin olmaktır. Yahu bunların dini imanı para mıdır? Behey adamlar, bu ülke batarsa, bu millet zelil olursa, bu devlete zaaf gelirse, maazallah büyük bir yıkım olursa siz de enkazın altında kalmayacak mısınız?

Herkes kendi işiyle meşgul olsun, herkes günlük hayatını yaşasın ama öte taraftan herkes ülkenin, milletin, devletin şu hal-i perişanına üzülsün. Üzülmekle ne olacak demeyin. Üzüntü, öfke büyük boyutlar kazanınca çok faydalı olur. Üzüntü ve öfke, insanları çareler ve çözümler aramaya sevk eder.

Büyük kütlelerin gamsızlığı, hele şuurlu Müslüman geçinen bazılarının üzüntüsüzlüğü insanı dehşete düşürüyor. 13 Haziran 1999