Batı’nın Türk Korkusu
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Pazar
2’nci Viyana bozgununa (1683) kadar bütün Avrupa Türk korkusu, Türk dehşeti içinde yaşadı. Barbaros Hayreddin Paşa, Batı Akdeniz sahillerini titretiyordu. Türk denizcileri İngiltere sahillerindeki bir adayı zabt etmişler ve oraya yirmi yıl kadar hâkim olmuşlardı. Haçlı Avrupalılar ne yapsalar Osmanlı devleti ile başa çıkamıyordu. Anneler yaramazlık yapan çocuklarını “Türkler geliyor…” diyerek korkutup uslandırıyordu.
Nihayet Osmanlı devleti durakladı, gerilemeye başladı ve sonunda yıkıldı. Haçlılar, Müslüman Türklerin tekrar canlanmaması, emperyal bir zihniyete sahip olmaması, kendileri için bir tehlike ve tehdit teşkil etmemesi için gereken bütün tedbirleri, fazlasıyla aldılar. Türk’ü dininden, kimliğinden, kişiliğinden, kültür ve medeniyetinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Müslüman Türkler ayrık otu gibiydi. Ne kadar ezsen, ne kadar kökünü kopartsan, ne kadar biçsen yine canlanabilir, yine Avrupa için bir tehlike olabilirdi.
Türkiye, Türkler, Müslümanlar bitirilmeliydi…
Lozan’ın gizli protokollarıyla Türkiye’yi bitirecek, batıracak hükümleri, şartları empoze ettiler.
Aradan seksen seneye yakın bir zaman geçti ve şu manzaraya bakınız:
-Cumhuriyet’in kuruluşunda bir Türk Lirası bile etmeyen Amerikan doları bugün bir buçuk milyon liradan daha kıymetli olmuştur. Yâni Türk parası bitirilmiştir.
-Yüzelli milyon insanı doyurmaya yetecek miktarda ziraî ve hayvanî gıdalar üretecek kapasitesi olan Anadolu ve Trakya’da ziraat çökmüş, hayvancılık bitmiştir. Bir zamanlar dışarıya buğday satan Türkiye artık ekmeklik buğdayını dışarıdan getirtiyor. Hayvancılığımız bitirildiği için dış dünyanın en kalitesiz, ucuz etlerini ithal ediyoruz. Nebatî sıvı yağ üretimimiz ve sanayiimiz çökertilmiş olup, gemilerle Amerika’dan yağ ithal edip, burada şişeleyip tüketmek zorunda bırakılmışız.
-Türk düşmanları Türkiye’yi, Türkleri, Müslümanları korkunç borçlarla terbiye etmişlerdir. Ben bu satırları yazarken borç miktarımız iki yüz onbeş milyar doları bulmuştur. Türkiye, bu borçların, bırakın ana parasını, faizlerini bile ödeyemez.
-Türkler kendi kimliklerine, kendi tarihlerine, kendi kişilik ve kültürlerine yabancı hale getirilmiştir. Bir ülkenin en bilgili insanları kimlerdir. Üniversite profesörleridir. Bizde profesörler güruhunun ezici ekseriyeti İstanbul Üniversitesi’nin büyük kapısı üzerindeki Türkçe kitabede ne yazıldığını bilmiyor. Üzerinden yüz yıl bile geçmemiş olmasına rağmen Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edip, Ömer Seyfeddin gibi ünlü romancı ve hikâyecilerimizin kitapları on-onbeş senede bir sadeleştiriliyor. Bu ne demektir biliyor musunuz? Ülkemizde vahim bir toplumsal hafıza kaybı olmuştur.
-Dünyanın medenî, şahsiyetli, kimliğine ve kültürüne bağlı büyük ve küçük ülkelerinde, o ülkeye mahsus bir mimarlık, bir sanat vardır. Finlandiya küçük bir ülkedir ama, yakın zamanda yetiştirmiş olduğu mimar Aalto sayesinde büyük olmuştur. Her millet, mimarlık ve şehircilikte kendi kültüründen, kendi sanatından, kendi birikiminden ilham almaktadır. Biz ise kendimizi inkâr ettiğimiz, mâzimize ve ecdadımıza tükürdüğümüz için gerek münferit binalar, gerekse şehirler olarak korkunç beton yığınları, ruhsuz gökdelenler inşa ediyoruz. Soruyorum: Bir Türk mimarlığı var mı? Bir Türk resmi var mı?
-Avusturya büyük bir devletti. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra küçüldü. Lâkin kültürü, mimarîsi, şehirciliği, üniversiteleri, sanatı büyük kaldı. Nüfusu ve yüzölçümü küçük Avusturya bir yığın Nobel kazanmıştır. Gerek kendi ülkesindeki Avusturyalılar, gerekse, başka ülkelere göç etmiş Avusturyalılar sâyesinde. Biz Türkler, son yüz yıl boyunca bir tek Nobel kazanamadık…
-Türkleri tehlikesiz ve zararsız hale getirebilmek için düşmanlarımız Türkiye’nin eğitimini ve üniversitelerini çökerttiler, bitirdiler, batırdılar. Vasıflı, güçlü, üstün mârifetli, hünerli Türkler büyük bir tehlike ve tehdittir onlar için.
-Türkiye’deki kokuşmayı, rüşveti, yolsuzlukları, talan ve soygunu hortumlamaları dış düşmanlarımız teşvik etmektedir.
– 1985 ile 1995 arasında Türkiye hızla kalkınmaya, dışa açılmaya, iktisat, ticaret ve sanayi sahalarında hızla koşmaya başlamıştı. Bu hamleler Batı’yı korkuttu, ürküttü, derin derin düşündürmeye başladı. Türkiye’nin tekerine mutlaka çomak sokmaları gerekiyordu. Sun’î krizler çıkardılar ve ülkemizi, halkımızı tökezlettiler. Bizi perişan hale getirdiler. Borç tuzağına düşen Türk fabrikalarını, bankalarını, müesseselerini yabancı emperyalistler satın alıyor.
-Türk ve Türkiye düşmanları bizim güçlü, zinde, canlı, hamleci olmamızı istemiyor. Onların temin edeceği koltuk değneklerine, tekerlekli mâlül sandalyesine mahkûm olarak bitkisel bir hayat sürmemizi, milletçe zombileşmemizi istiyor. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır.
-Türkiye bütün darbelere rağmen, bütün sabotajlara ve hıyanetlere rağmen hâlâ zeki, kabiliyetli, istidatlı, ehliyetli, çalışkan, başarılı insanlar yetiştirmektedir. Bu yüksek vasıflı beyinler Türkiye dahilinde kalırlarsa ülkelerini, halklarını devletlerini kısa zamanda selâmete çıkartabilir, yüceltebilirler. Böyle bir tehlikeyi önlemek için onlara câzip imkânlar temin ederek, vatanlarından göç etmeleri, kaçmaları yolunu açmaktadırlar. Onlara Türkiye içinde iş verilmemesi, iş bulumaması için var güçleriyle çalışıyorlar. Böylece Türkiye’nin beyin gücü dışarıya kaçmakta, başka ülkelerin, devletlerin, halkların hizmetinde çalışmaktadır.
-Anadolu’daki bin yıllık varlıkları esnasında Türklere en büyük gücü İslâm dini vermiştir. Orta Asya’dan Küçük Asya’ya göç eden küçük bir Oğuz aşireti imanı, ihlâsı, istikameti, Allah’a ve Resûlullaha bağlılığı, Kur’ân prensiplerine itaati, Şeriat-ı Ahmediye’ye sımsıkı sarılması sayesinde biiznillah kısa zamanda büyük bir cihan devleti kurmuştu. Bir daha böyle kâbuslar yaşamamak için Müslüman Türkler dinlerinden uzaklaştırılmalı, dindarlık sıfatlarını kaybetmelidir. En iyi Kızılderili, ölü bir Kızılderili olduğu gibi en iyi Türk de, İslâm’dan uzaklaşmış, sadece sosyolojik bir musallâ Müslümanı olarak kalmış, mânen ölü bir Türktür. Türkler mutlaka sekülerleştirilmelidir. Aksi takdirde Türkiye eski gücüne kavuşabilir ve hedonist ve materyalist Batı medeniyetinin başına belâ olabilir.
-Netice olarak: Türkler ve Türkiye büsbütün ölmesin…Lakin kesinlikle fazla da güçlenmesin. Kör topal, düşe kalka sürünerek yaşasın. Dış yardımlarla ve sadakalarla varlığını zar zor sürdürebilsin. Doğrusu ve iyisi budur. Haçlılara bu hususlarda yardımcı olacaklara elbette gereken bahşişler, yağlı kemikler, rantlar temin edilecektir. Kokuşma ortamı onların en büyük kâr alanıdır. 14 Ekim 2002