Bütün bunlar durup dururken meydana gelmez. Mutlaka kasıtlı olarak, bir plan ve program dahilinde yapılmaktadır.

Sarsıntısını hâlâ atlatamadığımız son büyük iktisadi ve malî kriz de kasıtlı olarak çıkartılmıştı. O hengâmede büyük bir firma bir gecede dört-beş milyar dolar kazanç elde etmişti. Krizler de kazandırır… Ülke kaybeder, halk kaybeder, devlet yara alır ama birtakım adamlar, firmalar, lobiler kazanır, hem de çok kazanır.

Peki bu krizleri çıkartanların gayeleri nedir? Neyi amaçlıyorlar?

– Türkiye’nin zayıf ve güçsüz olmasını istiyorlar.

– Parçalanmasını istiyorlar.

– ABD’nin, İsrail’in, AB’nin hegemonyası altına girmesini, bir tür sömürge olmasını istiyorlar.

Bunları gerçekleştirmek için kriz üzerine kriz çıkartıyorlar.

Büyük dolaplar dönüyor ve büyük medya bunlara yer vermiyor. Mesela son üç sene içinde İstanbul’da bir mafya değişimi yaşandı. Şehirdeki (…) mafyasının hakimiyetine son verildi, onun yerine (….) mafyası getirildi. Bu değişim durup dururken, kendi kendine olacak bir şey değildir. Dıştan ve içten birtakım güçler bunun böyle olmasını istediler ve oldu.

Mafya ne demektir? Büyük rant ve gelir kaynağı demektir. İstanbul mafyası finans açısından milyar dolarla oynar. Mafya kendi başına mı çalışır? Hayır, onun birtakım önemli sektörlerde ortakları, koruyucuları, hizmetkarları vardır. Vatandaş hırsızı yakalatıyor, gidip ifade veriyor. Dönüşünde bir de bakıyor ki, hırsız durakta geziniyor. Allah Allah nasıl oluyor bu iş?

Akşam gazetesi cep telefonu konuşmalarını yayınladı. “Akşama kadar beş bin dolar vermezseniz iş, organize çeteye girer ve bir daha kurtulamazsınız…” diyordu biri karşısındakine. Bu parayı isteyen kimdi? Gidin çarşıya, pazara, sorun dükkancılara esnafa, vatandaşları dinleyin, kapkaççılık konusunda neler diyorlar… “Bunların ortakları, koruyucuları var!…”

Uluslararası çapta uyuşturucu ticareti yapan Baybaşin’ler İngiltere’de polise bir şeyler demişler. Bu ticaretin içinde birtakım Türk (….)ları ve (…)ları da var demişler. Bu korkunç ifşaat büyük bir İngiliz gazetesinde yayınlandı da ne oldu? Hiç bir şey olmadı. Vazifeye ve ticarete devam.

Doğuda PKK savaşının gölgesinde ve perde arkasında büyük kaçakçılıklar yapılıyor, yekun olarak milyarlarca dolarlık işler çevriliyor. Fazla kurcalayanı, gazeteci Uğur Mumcu gibi havaya uçururlar.

Gazeteler daha yeni yazdı. İzmir taraflarında uyuşturucu dağıtımı yapan bir vasıtada bir de hukukçu yakalanmış. O günün hasılatı olan 25 bin dolarla birlikte.

Tıp dilinde adı

septisemi

olan ateşli ve mikroplu bir hastalık vardır. Mikroplar bütün vücuda, bilhassa kana yayılıp karışınca septisemi olur. Bizdeki kokuşma septisemi haline gelmiştir. Total, topyekün genel bir kokuşma. Medyaya aksedenler, kokuşmanın binde biri bile değildir. Hatta onbinde biri bile değil…

Bir kaç sene önce Ankara’da çok önemli bir lağım patlaması vak’ası meydana gelmişti. Medya biraz yazdı, sonra ne oldu? Kaşlar çatıldı ve mesele örtbas edildi.

Gerçek Hayat dergisi, üç dört sene kadar önce

“Eski Mücahidler Müteahhid Oldu”

başlıklı çok önemli bir yazı yayınlamıştı. Dehşetli ithamlar vardı. Ne oldu? Kimse ilgilenmedi bile.

Bu kış Türkiye’nin milyarlarca doları doğalgaza gitti. Ülkemiz bu gazı hayli ucuza alabilirdi ama aksine çok pahalıya aldı. Bazıları bu işten çok büyük paralar vurdu. Ne oldu? Hiiiç…

İstanbul’a ayrıldığı eşinin yanında kalan küçük kızını görmeye gelen baba Galeria’da yakalanıyor. Suçu bir parkta yaşlı bir adamdan tehdit ile beş bin Euro gasb etmektir. Adam “Nasıl olur, diyor, ben o tarihte İstanbul dışındaydım, işte otobüs biletime bakın…” Otobüs biletini elinden alıyorlar ve yırtıyorlar…

Geçen gün kapkaççılar bir polise saldırdılar ve zavallıyı öldürdüler. Polis bu çetelerden kendi canını kurtaramazsa zavallı vatandaşlar ne yapacak?

Okullardaki hadiseleri ve cinayetleri takip ediyor musunuz? En son liseli bir delikanlıyı okul arkadaşı bıçakladı ve çocukcağız öldü. Annesi kim bilir ne kadar çok ağlamış, kendini yerden yere atmıştır. Efendi bana bak

“Ölen çok şükür benim çocuğum değil…”

demeyi bırak da vatandaş olarak vazifeni yap. Bizim halkımız şuurlu, uyanık, hakkını aramasını bilen bir toplum olsa, İstanbul’da (önceden idari makamlardan gerekli izin alınarak) en az bir milyon kişilik bir protesto mitingi veya yürüyüşü yapar, okullardaki cinayetleri, kapkaççılık rezaletlerini, korkunç çaptaki uyuşturucu trafiğini, terörün gölgesinde kazanılan milyarlarca dolarlık haram rantları protesto eder.

Böyle miting ve yürüyüşler bazılarının, birilerinin hoşlarına gitmezmiş. Gitmezse gitmesin. Onların arzuları ve hoşnutluklarını mı düşüneceğiz? Memleket elden gidiyor…

Boğaz’daki bir tepeye süper güç bir devlet şato gibi, kale gibi bir konsoloshane yaptırmış. Binanın etrafında kuş uçurtulmuyormuş. Konsoloshane kalesinin etrafındaki binalar, arsalar, mülkler yabancılar tarafından satın alınıyormuş. Orada oturan halk üzerinde ağır baskı varmış…

Neler oluyor bu Türkiye’de? Aziz dostumuz Hacı Nânehoş bey şimdi diyecek ki:

– Yahu bırak bu iç karartıcı haberleri de, gel seninle yarın yeni açılan Altın Kemik lokantasına gidelim, filan yörenin nefis yemekleri yapılıyormuş. Hayattan kâm alalım, damak zevklerimizi tatmin edelim. Yiyelim içelim… Bu fani dünyanın fitnesi fesadı biter mi hiç. Sen keyfine bak, ye iç…. A Hacı Nânehoş bey!… Güzel söylüyorsun da, bu gidişle ne Altın Kemik lokantası kalacak, ne oradaki nefis yemekler ve ne de sen ve ben…

Herifin biri bunca fitne fesat, nifak şikak, hırsızlık haydutluk, talan ve yağma, soygun ve hortumlama, haram yeme furyası içinde “Geleceğimiz çok parlaktır, nurlu ve pembe ufuklara dört nala koşuyoruz.” edebiyatı yapıyor. Bu herifi araştırdım, son yıllarda epey voli vurmuş. Vaziyet çok iyidir der elbette köftehor!

Hiç kimse inkara yeltenmesin. Memleket batıyor! Yahut daha doğrusu batırılıyor. Bu kadar genel bir kokuşma, bu kadar genel bir bozukluk, bu kadar hıyanet, bu kadar cinayet, bu kadar uyuşturucu trafiği, bu kadar organize çetecilik, bu kadar rezalet, bu kadar haram yiyicilik ile hiçbir mülk ayakta duramaz.

Bu ülkede emanetlere hıyanet edilmektedir.

Bu ülkede korkunç bir gelir adaletsizliği vardır.

Dünyanın en yüksek vergileri Türkiye’dedir.

Devletin, halkın, ülkenin teminatı olan eğitim ve okullar iflas etmiştir.

Üniversiteler bir ideolojinin çiftliği veya kalesi haline getirilmiştir.

Büyük medya tekelleşmiş, kartelleşmiştir.

Millet, tarihte görülmemiş bir beyin yıkama operasyonuna maruzdur.

Geçenlerde eski bir Mason üstad-ı azamı ne dedi?

“Son hadiselerden sonra Masonluk da battı, bitti…” demedi mi?

Ben Müslümanım, elli seneden beri İslâmî faaliyetlerin içindeyim. Bazı İslâmcıların (hepsini kasdetmiyorum) çevirdikleri dolapları, götürdükleri rantları duyuyorum. Bu haşarat ve eşkiya, İslâmî hayatı kirletmiştir.

Samimî, ihlaslı, vatansever ve temiz ülkücüleri, milliyetçileri, Türkçüleri tenzih ederek konuşuyorum; yahu “Ülkücü mafya” olur mu hiç? Maalesef onu da gördük.

Atatürkçü, laik, çağdaş kesimin yiyicileri, rantçıları, götürücüleri yok mu? Olmaz olur mu?

Bir takım Sabataycılar ne yapıyor? Rant yiyor rant yiyor a canım… “Bu kadar da rant yenmez, böylesine hortumculuk olmaz…” diye bağırıp çırpınanların bir kısmı “Biz niçin yiyemiyoruz, biz niçin mahrum bırakılıyoruz” diye saçlarını başlarını yoluyor, kanlı göz yaşları döküyorlar. Ah zavallı Türkiye batıyor ve biz bir şey yapamıyoruz, seyrine bakıyoruz. 01 Nisan 2006