Batışın Bazı Sebepleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
PazartesiYanlış bir dünya görüşü, hatâlı bir hayat felsefesi, çok kötü idare Türkiye’yi bugünkü acınacak, feci duruma getirmiştir. Bu görüş, bu felsefe, bu idare değişmedikçe ülkenin kurtulması mümkün değildir. Yanlışları, hatâları, sapıklıkları, kötülükleri maddeler halinde sıralayayım:
(1) İktisat, ticaret, kalkınma para ile olur. Bu paranın iktisadî ve ticarî işlerde sermaye olarak kullanılması gerekir. Bizde ise, para kazananlar lüks meskenlere, lüks otomobillere, lüks ve masraflı bir hayata, lüks eşyalara, yazlıklara, tıkınmaya ve sefahate yönelmiş; para ve sermayelerinin büyük kısmını verimsiz sahaya yatırmıştır. Japonlar küçük, basit, sade meskenlerde oturuyor, yer yataklarında yatıyor, yer sofralarında yemek yiyor. Bizde ise tam tersinedir.
(2) Faizcilik ekonominin belini kırmıştır. Sanayicinin, esnafın, üreticinin beli yüksek faizlerle bükülmüş ve sonunda kırılmıştır. Bizdeki aşırı faizler çok iğrenç, çok vahşi, çok merhametsiz bir köleliğin sembolüdür. Ülkemiz bir faiz sömürgesidir. Bir tarafta ezilen, inleyen, perişan olan büyük, ezici çoğunluk; öte tarafta para-babası zalim bir azınlık.
(3) 1985’te resmen teşvik edilen hayalî ihracatla başlayan iktisadî eşkıyalık ve mafyacılık sonunda siyaseti ele geçirmiş, iktidarları pençesinin içine almıştır. Devletin ve mahallî idarelerin bütçeleri hayâsızca çılgınca, domuzca hortumlanmaya başlamıştır. Ankara’da katrilyonlarla oynayan bir kuruluşta bütün işler yüzde on komisyonla verilmektedir. İstanbul’da da, yine katrilyonları olan bir müessesede peşinen yüzde on alınmaktadır. Yekûn olarak yüz trilyonlar, katrilyonlar; dolarla söylenecek olursa milyarlarca dolar kravatlı eşkıyanın, namussuzların, şerefsizlerin, vatan hainlerinin ceplerine gitmektedir. Bu yiyici, tokatlayıcı, devşirici eşkıyaya, değil Türkiye bütçesi, ABD bütçesi verilse yine doymazlar.
(4) Ülke siyaseti ve idaresi; işlerin, vazifelerin, makamların ehil ve layık kişilere verilmesi esası üzerine kurulmamıştır. Bizi ehliyetsizlik batırmıştır. Ehliyetsiz idareciler başta Lâleli piyasası olmak üzere bavul ticaretini öldürmüşler, batırmışlardır. Biz, her yıl ülkemize on milyar dolar kazandıran bu piyasanın gırtlağını sıkarken, önüne bin türlü engel çıkartırken, sanki batması için çalışırken; Körfez emirliklerinden Dubai Kazakistan’a uçaklar göndermiş, oradaki tâcirleri ülkesine bedava getirmiş, üç gün bedava misafir etmiş, sonra yine bedava Kazakistan’a götürmüştür. Niçin? Bavul ticareti gelişsin diye. Bizdeki kafa ile ülke elbette batacaktı ve nitekim battı.
(5) Alçak, şerefsiz, namussuz, beyinsiz, vicdansız, iz’ansız birtakım adamlar, ihtiyacın dört misli memur almışlardır. Bütçe bu kadar maaşı ödeyebilir mi?
(6) Borç almanın da bir etiği, ahlâkı, kuralı vardır. Hiçbir siyasî iktidarın, kendisinden sonra gelecek yedi kuşağı gırtlağına kadar borç batağına sokmaya hakkı yoktur. Alınan bunca iç ve dış kredi ile ne yapılmıştır? Bu paraların büyük miktarı çarçur edilmiş, yenilmiş, batırılmış, kapanın elinde kalmıştır. Şimdi iş o raddeye geldi ki, devlet korkunç faizler ödeyerek eski borçların faizlerini ödemeye çalışıyor. Durum gerçekten korkunçtur.
(7) Faizcilik, tefecilik, soygunculuk, asalaklık, avantacılık; emeksiz, zahmetsiz, risksiz kazanç alabildiğine teşvik edilirken helâl kazanç, üretim, ziraat baltalanıp durmuştur.
(8) Gazeteler, televizyonlar, resmî eğitim israfı (savurganlığı), içkiyi, yabancı sigarayı, fuhşu, sefahati (ahlâksızlık, beyinsizlik), hedonizmi (azamî zevk ve haz peşinde koşma felsefesi) teşvik etmiş; toplumu ayakta tutan bütün ahlâkî değerleri yıkmıştır. Bu değerleri kaybeden bir toplum millet olmaktan çıkar, sürü haline gelir. Böyle bir toplumda insanlar birbirlerinin melekleri değil, kurtları olurlar, canavarlaşırlar.
(9) Bizim milletimiz bin yıl boyunca dinî bir hava içinde, din ahlâkı ile, islâmî kurallarla yaşamış, varolmuştur. Bizi ayakta tutan değerler bunlardı. Maalesef yakın tarihimizde İslâm’a, Müslümanlara, dinî değerlere, dine dayalı ahlâka sanki savaş açılmıştır. Bu savaşın sonunda da sosyal yapı temellerine kadar çatlamıştır. İslâm’dan başka hiçbir güç bu toplumu ayakta tutamaz. Tutar diyenleri gördük. Sekülarizm ülkemiz ve halkımız için en büyük tehlikedir.
(10) Dinî değerlerin zayıflamasında, ülkenin alternatifi olan islâmî çözümün dejenere edilip kirletilmesinde din sömürücüsü, mukaddesat bezirgânı, dini imanı para olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan, kendilerinde münafıklığın bütün alâmetleri bulunan, karpuz gibi dışları yeşil, içleri kızıl olan, zâhirde Müslüman gibi görünen bazı İslâmcıların mazarratı din militan din düşmanlarından daha fazla olmuştur. Birtakım alçak, habîs, rezil, utanmaz, Allah’tan korkmaz herifler din sömürüsü ile milyarlarca dolar devşirmişlerdir.
(11) Hakikî milliyetçileri ve Türkçüleri tenzih ederim ama o cephede de birtakım sahtekârlar türemiş ve mafyacılık yoluyla milyarlarca dolar devşirmişlerdir.
(12) Ülkedeki yıkımın baş mimarları yanlış eğitim sistemi ile yine ideoloji kölesi bağımlı üniversitelerdir. Eğitim sisteminin ülkeye bilgili, ahlâklı, yüksek karakterli kadrolar yetiştirmesi; üniversitelerin ise halka, idarecilere, aydınlara, gençliğe ışık tutması, yol göstermesi gerekir. Birinci maddesi başörtüsü ile savaş olan bir üniversiteden ne hayır gelir? Hepsini bir kefeye koysanız, Batı dünyasının veya Japonya’nın bir üniversitesi kadar ağırlığı olmayan üniversitelerimizden kaç profesör ülkenin, dünü, bugünü, geleceği hakkında ciddî, ilmî, yüksek seviyeli kitaplar yazmıştır? Çare ve çözüm getiren kaç eser yayınlamıştır bunca üniversitemiz?
(13) Kötü ideoloji, kötü eğitim, kötü üniversiteler, kötü medya, kötü hayat felsefesi, kötü dünya görüşü sonunda şu büyük ülke, şu yetmiş milyonluk millet, şu bir zamanlar dünyaya hükmeden devlet ne hallere düştü? Düştü de ne oldu? Aydınlar, idareciler, tepedekiler, seçkinler ayılıp kendilerine geldiler mi? Maalesef, hâlâ eski teraneler, eski ucuz formüller, defalarca denenmiş reçeteler. IMF altı milyar dolar verirse, ABD başkanı telefonunu açık tutarsa, biraz kemerimizi sıkarsak kurtulurmuşuz. Ne boş hayaller bunlar. Din-devlet kavgası bitmedikçe, millî kimlik ve kültür üzerindeki yasaklar ve baskılar kalkmadıkça, eşkıyalık yok edilmedikçe kurtuluş ve selâmet olmaz. 27 Şubat 2001