Çarşamba

 

Anlatacağım hadiseyi üniversite hocası bir dostumdan dinledim. Ona bir noter söylemiş. Noter de, birinci ağız olan bir öğretmenden dinlemiş.

Semtin ismini de vereyim, Seyrantepe… Oradaki ilköğretim okullarından birindeki bir öğrenci fenalık geçirmiş, bayılmış. Arkadaşları koşuşmuşlar, öğretmenler gelmiş. Bir yere yatırmışlar, su içirmişler, kolonya koklatmışlar, doktor çağırmışlar…Çocuk kendine gelince bayılıp yere yığılmasının sebebi anlaşılmış. Herhangi bir hastalıktan değil, açlıktan bayılmış çocukcağız. Tam iki gündür ağzına lokma girmemiş…

Bu vak’a 2005 yılında bizim ülkemizde oluyor.

Şimdi bazı sahte yufka yürekliler, “Aman o çocuğun adresini veriniz. Yardım edelim, erzak paketi gönderelim falan…” diyeceklerdir. Be adamlar açlıktan bayılan bu çocuk bir değil, iki değil ki, bir torba erzakla meseleyi halletmiş olasınız.

Memlekette milyonlarca vatandaş o çocuk gibi sefalet ve açlık çekmektedir.

On milyonlarca vatandaş yarı aç yarı tok yaşamaktadır.

Türkiye nasıl bir Müslüman ülkedir ki, bu derece korkunç sefalet ve yoksulluk içinde küçük bir azınlık Nemrudlar gibi, Firavunlar gibi, Neronlar gibi lüks, israf, sefahat, sorumsuzluk içinde yaşayabilmektedir.

Birtakım sahte İslamcılar, yalancı Müslümanlar bunca sefalet ve yoksulluğun olduğu bir ülkede keyiflerince bol bol harcayarak yaşamaktadır.

Son yirmi sene içinde İslâmî kesimin içkisiz lüks restoranları pıtırak gibi çoğaldı. Milyonlarca din kardeşleri açlık içinde kıvranırken oralarda birtakım Hacı Beyler, Umreci Beyler sığırlar gibi yiyor.

Sonra birtakım edebiyatçılar, Peygamberimizin “Din kardeşi, komşusu açken, tok geceleyen bizden değildir” hadîsini okuyor.

İslâm nazariye (teori), edebiyat, lâf değildir. İslâm aksiyon, hareket, iş, uygulama, eylem demektir.

1970’li yıllarda bir ara Hazret-i Ömer edebiyatı yapılıyordu. Hazret-i Ömer, devlet işini görürken devletin mumunu yakıyormuş, resmî işi bitince onu söndürüyor, kendi şahsî mumunu yakıyormuş. Bu edebiyatı yapan birtakım adamlar şimdi, o eski mücahitliği bıraktılar, müteahhitliğe başladılar, malı götürüyorlar, ihalelere fesat karıştırmak, işlerden komisyon almak, saçı bitmedik yetimlerin hakkını yemek…

Ey haram yiyici uğursuzlar! Malı götürüyorsunuz, haram ve kara para zengini oluyorsunuz ama iyi bilin ki, servetlerinizde, iki gündür bir şey yiyemediği için okulda açlıktan bayılan o fakir çocuğun hakkı vardır. Saçı bitmedik yetimlerin hakkı vardır. İşsiz ve aşsız milyonların hakkı vardır.

Ve siz ey sorumsuz Müslüman zenginler: Halkın bir kısmı açlık ve sefalet içinde kıvranırken sizler israf, sefahat, sorumsuzluk, vicdansızlık içindesiniz.

Saray yavrusu konaklar, meskenler, köşkler, yalılar… Saray yavrusu yazlıklar… Lüks ve pahalı binitler… Gardroplarınızda en pahalı markalardan bir sürü elbise… Sofralarınızda bir kuş sütü eksik…

Gençliğinde 75 kilo olan nice dindar zengin şimdi 100 kilo, hattâ daha şişman. Nasıl bu kadar kilo almış? Okulda açlıktan bayılan fakir çocuğun hakkını yiyerek.

Biri anlattı. Umreye gitmiş.Orada bir grup Türk görmüş, onlar da mukaddes umre ziyareti yapıyormuş. Onları nasıl görmüş? Televizyonun karşısına geçmişler, maç seyrediyorlarmış. Heyecanlanınca acayip sesler, uğultular, böğürtüler çıkartıyorlarmış. Ah Hacı beyler, vah Umreci beyler!.. Bir yanda gerçekten aç, gerçekten yoksul ve sefil vatandaşlar; bir yanda da bu sefaleti istismar ederek merhametli kimselerden para sızdırmaya kalkışan hinoğluhinler.

“Ben açım, ben sefilim, hem kendi çocuklarıma hem de vefat eden kardeşimin yetimlerine bakıyorum…” şeklinde edebiyat yapanlara sakın kolaycacık kanmayın. Onlara şöyle deyin:

“Gerçekten muhtaç olduğunuza dair muhtarlıktan ve belediyeden resmî belge getirirseniz, size yardım edebilirim…”

Biz yine sorumsuz, vicdansız, merhametsiz Müslüman zenginlere, varlıklılara dönelim. Onların mutlaka uyarılması gereklidir.

Birtakım İslâmî cemaatler, “Rabbena Rabbena hep bana hep bana…” zihniyetiyle hareket ediyor ve memleketteki genel ve yaygın sefalete sırt çeviriyor. Onların küçük bir dünyaları vardır. O dünyanın dışına çıkmazlar.

Büyük dinî bir cemaat, zekât paralarını kendi hizmetleri, kendi programı için topluyormuş.Bu, son derece yanlış bir iştir. Hiçbir tüzel kişilik (hükmî şahsiyet), yâni dernek, kurum, vakıf, tarikat, cemaat, fırka, hizip zekât toplayamaz. Zekât ancak hakikî şahıslara verilir. Zekâtı öncelikle hakkedenler, açlıktan bayılan çocuk gibi, hiçbir şeyi olmayan miskinlerdir. Sonra fakirler gelir.

Otomobili olana zekât verilmez. Cep telefonu ile caka satana zekât verilmez. Bütün Müslümanları kasd etmiyorum ama bir kısım varlıklı Müslümanlar gerçekten çok vicdansızdır.

Onların mutlaka uyarılması gerekiyor. Bu uyarı işini kim yapacaktır? “Fakirlerin yardımına koşalım” demekle iş bitmiyor. Mutlaka çok ciddi bir teşkilat kurulmalıdır.

Bu memlekette bin türlü ahlâksızlık vardır. Fakirlere yardım için toplanan paraları yemek için bir sürü haydut, haşarat, it, kopuk seferber olacaktır. Bu köpeklere bir kuruş bile hayır ve yardım parası kaptırılmamalıdır.

Müslüman zenginler lüks ve israfa son vermelidir.

İsraf yüce dinimize göre adam öldürmek, zina yapmak, zulm etmek gibi büyük bir günahtır.

Namaz kıldığı, sofu geçindiği halde israf yapanlar kendilerini sakın dindar sanmasınlar. Onlar fâsıktır, fâcirdir.

Herife rakı iç desen, küplere biner, “Rakı haramdır, sen bana nasıl böyle bir teklifte bulunuyorsun?” diye bağırır. Ama israfa, lükse, saçıp savurmaya, gösterişe gelince canının istediğini yapar. Böyle Müslümana moloz Müslüman derler.

Müslümanlar zekatlarını, Şeriatın ve fıkhın öngördüğü şekilde hakkedenlere verseler memlekette sefalet falan kalmaz.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, zelzelede can verenlerin parmaklarındaki yüzükleri, kollarındaki bilezikleri almak için ölülerin parmak ve bileklerini kesen canavarlar çıkmıştır bu toplum içinden. İleride büyük bir zelzele olduğunda en fazla korkulan husus birtakım yağmacıların harekete geçmesidir.

Yirminci asrın başındaki San Francisco büyük zelzelesinde halk mahkemeleri kurulmuştu ve yağmacılık yaparken yakalananlar hemen ayak üstü yargılanıyor ve en yakın elektrik veya telgraf direğine asılarak idam ediliyordu.

Halkının milyonlarcası sefalet çekerken, aç bir okul çocuğu düşüp bayılırken, sorumsuz ve vicdansız zenginlerin tıka basa yedikleri, keyiflerince lüks bir hayat sürdükleri bir İslâm memleketi hasta demektir.

Kimse bana ne demesin. Açlıktan bayılan bir tek çocuğun ahı bile bizim hepimizi yakmaya yeter de artar! 02 Haziran 2005