Pazartesi

 

Müslüman kesimdeki aşırılıklardan ve bozukluklardan biri de cemaat taassubudur. Dikkat buyurulsun:

  • Bütün Müslümanları suçlamıyorum.
  • Aşırılığa kaçmamak şartıyla cemaatlerin ve tarikatlerin aleyhinde değilim.

    Bu konudaki aşırılıklar ve bozukluklar nelerdir? Madde madde sıralayayım:

    1. Her Müslümanda öncelikle güçlü bir Ümmet şuuru olması lazımdır. Ümmet şuuru, dünya üzerinde ne kadar Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble mü’min varsa bunların hepsi birden tek bir Ümmet teşkil ederler ve hepsi de kardeştir inancıdır. Bu Ümmet’e, bundan önceki asırlarda gelip geçmiş mü’minler ile bundan sonra Kıyamet’e kadar gelecek mü’minler de dahildir. İşte her mü’min ve müslim kişide Ümmet-i Muhammed’e mensubiyetin şuuru bulunacaktır. Zamanımızda öyle Müslümanlar var ki, kendilerinde bu şuur yok; lakin son derece aşırı, son derece ölçüsüz bir cemaat, hizip, fırka, tarikat, gurup asabiyeti var. İşte aşırılık, ölçüsüzlük, bozukluk buradadır. Müslümanda Ümmet şuuru bulunur, onun yanında da o ümmetin bir parçası, bir çeşitliği olmak üzere cemaat bağlılığı ve duygusu da olabilir. Buna bir şey dediğimiz yoktur.

    2. Cemaatçilikte aşırıya giden, taassuba düşen kimseler mü’minleri, Müslümanları ikiye ayırırlar:

    a) Bizden olanlar,

    b) Bizden olmayanlar…

    Takdir buyurulacağı üzere böyle bir ayırım ve sınıflandırma son derece tehlikelidir. Sahibini ölçüsüzlüğe, tarafgirliğe, yanlış fikir ve duygulara götürebilir.

    Müslümanlar arasında sınıflandırmalar, dereceler, rütbeler vardır ama bunlar cemaat ve tarikat mensubiyeti ile ilgili değildir. Müslümanı üstün kılan, onun derecesini Allah katında yükselten ölçü ve değerler şunlardır:

    A) İlim, B) İrfan, C) Takva, Ç) Ahlâk ve fazilet üstünlüğü, D) Hayır hasenat, E) Büyük ve küçük cihad…

    Nakşî tarikatına mensup bir mü’min iyi ve kesin şekilde bilmelidir ki, Kadirî veya Rufâî tarikatına mensup bir kardeşi bu kıstaslarda kendisinden üstün ise, onun rütbesi daha yüksektir. “Ben şu tarikat veya cemaattenim, binaenaleyh otomatik olarak üstünüm…” Akıllı ve firasetli mü’min bu gibi şeytanî kuruntulara kapılmaz.

    3. Cemaatçilikte aşırıya gidenler, gulüvve sapanlar, kendi şeyhlerini, hocalarını, hocaefendilerini, başkanlarını, hazretlerini, liderlerini pratikte Peygamberden üstün görür gibi bir hale düşerler. Gerçi bunu açıkça söylemezler ama yaptıkları budur. İslâm’da bir hiyerarşi vardır: Bunun başında Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimiz gelir. Sonra Ashab-ı Kiram hazeratı (Allah onların hepsinden râzı olsun). Sonra Tâbiîn. Onları tâkiben Tebe-i Tâbiîn. Selef-i Sâlihîn. Her asırda gelip geçmiş büyük Müslümanlar. Eimme-i müctehidîn, yâni mezhep imamları. Peygamberimizin mânevî vekili, vârisi, halifesi durumunda olan hakikî şeyhler ve kâmil mürşidler.

    Mü’min kişi bu hiyerarşiye dikkat etmekle mükelleftir. Sadece “Benim şeyhim, benim
    üstadım, benim hocam, benim hocaefendim…” edebiyatı ile olmaz. Önce Peygamber, sonra sırasıyla bütün büyükler. Dikkat buyurunuz, “Bütün büyükler…”

    Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Hasan eş-Şâzelî, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşıbend, İmam-ı Rabbanî, Mevlânâ Celâlüddin Rumî, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Şaban-ı Velî, Aziz Mahmud Hüdayî ve diğerleri, hepsi bizim büyüklerimizdir. “Ben şu tarikata mensubum, sadece o tarikatın büyüklerini tanırım, ötekilere kulak asmam, ötekilere gereken saygı ve sevgiyi göstermem…” düşüncesi bir aşırılıktır, bir ölçüsüzlüktür, bir taassuptur ve son derece vahimdir, zararlıdır.

    Peygamber ne buyurmuş:

    “Bizim büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat ve merhamet göstermeyen bizden değildir”

    demiş. O halde dikkat edelim, bütün büyüklerimizi sevelim, sayalım.

    4. Cemaatçilikteki aşırılıklardan biri de, cemaat başkanı zatı dünyanın mihveri, insanların en büyüğü sanmaktır.

    Peygamberimiz ne buyuruyorlar?

    “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz…”

    Hakikî şeyhler, kâmil mürşidler, ‘âmil âlimler de böyledir. Hepsi de muhteremdir. Lakin hiçbirisi tek değildir. Tek oluş Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Zamanımızda birtakım cemaatlere mensup olanlar kendi büyükleri için “O zamanın yegânesidir… O kutubtur… O gavstır… Ondan büyük yoktur…” gibi tehlikeli bir edebiyat yapmaktadır. Bu edebiyat kuruntudan ibarettir ve sahibinin başına birtakım dertler ve belâlar getirebilir. Şeyhini, büyüğünü, hocasını sevmek hususunda itidal dâiresinde bulunmalı, orta yoldan ayrılmamalıdır.

    Sev ama putlaştırma.

    5. Vahim bir aşırılık da, cemaat başkanının mâsum görülmesi, yâni günah işlemez, hatâ

    yapmaz sanılmasıdır. Böyle bir inanç son derece tehlikelidir. Yüce İslâm dini, Peygamberler dışında hiç kimsenin ismet sıfatına sahip olmadığını, mâsum olmadığını bildiriyor. Bizim aşırı bağlı gözlerini açmış diyor ki: “Düşünün bir kere, Hocaefendi böyle dedikten sonra hiç itiraz edilir mi, o mutlaka doğru söyler, onun dediği yüzde yüz doğrudur..” Böyle bir inanç Ehl-i Sünnet Müslümanlığında yoktur. Peygamberler dışında herkes hatâ edebilir, yanılabilir. Bir mürid elbette mürşidine itiraz etmez, onu içinden bile tenkid etmez ama bu tarikat ve intisab ile ilgili bir meseledir. Onun bu bağlılığı ve hüsn-i zannı bütün Müslümanları bağlamaz. Zamanımızda birtakım Hocalar, Hocaefendiler, şeyhler hakkındaki ismet, yanılmazlık inancı bir aşırılıktır, mutlak tashihi gerekir. Bu demek değildir ki, önüne gelen her Müslüman birtakım hocaları, hocaefendileri, şeyhleri saygısızca ve uluorta tenkit edecektir. Hayır, bunu istemiyoruz. Ancak, Ümmet’in içinden bazıları edeb ve erkân dairesinde, saygısızlık yapmadan gereken tenkid ve uyarıları yöneltebilmelidir.

    6. Cemaatçılık konusundaki aşırılıklardan biri de, birtakım cemaatlerin kendilerine mahsus gazeteler, dergiler, kitaplar çıkartmaları ve taraftarlarına bunları okutmaları, bunların dışındaki yayınları okutmamalarıdır. Böyle bir tekelciliğin vahim sakıncaları bulunmaktadır.

    a) Ümmetin bütününe, hattâ insanların bütününe hitap eden İslâmî medyayı baltalamakta, okuyucusuz bırakmaktadır.

    b) Kalitesiz, değersiz, sıradan gazetelerin, dergilerin, kitapların büyük miktarda satılmasını temin ederken; birtakım kaliteli ve kıymetli yayınlara karşı ilgisiz kalınmasına yol açmaktadır.

    7. Cemaat konusundaki aşırılıklardan biri de, Şeriat ve fıkıh hükümlerine aykırı olarak zekatların cemaate verilmesidir. Cemaat veya tarikat bir tüzelkişidir ve fıkhen tüzelkişiye zekat verilmez. “Efendim, bizim hocaefendi böyle emr etmiştir. Hocaefendi yanılmayacağına göre onun dediği doğrudur…” Bu mantık yanlıştır. Hiçbir hoca, hocaefendi, şeyh, lider, başkan Şeriatın ve fıkhın kesin bir hükmünü çiğneyemez.

    8. Aşırılıklardan birisi de, kendi cemaatinden olmayan bir imamın arkasında namaza durmamaktır.

    Bu da ehl-i sünnete aykırıdır. Peygamberimiz,

    “Salih olsun, fâcir olsun her imamın arkasında namaz kılınız…”

    buyurmuşlardır. Bizim fıkıh ve akaid kitaplarımızda,

    “Fıskı, fücuru, bid’ati kendisini küfre götürmeyen her imamın arkasında namaz kılınır”

    demektedir. İmamın, namazın sıhhatine mâni bir hali kesin şekilde biliniyorsa elbette onun ardında namaz kılınmaz. Ben geçenlerde bir imamın ayaklarının secdedeki şekline baktım, bu şekil, namazın sıhhatine mâni idi. Artık onun arkasında namaz kılmıyorum. Yahut bir imamın bir sözü veya fiili, imanına gölge düşürecek mahiyette ise, ondan da uzak durulur. Ancak, “Ben sadece kendi cemaatime mensup imamın arkasında namaz kılarım, başka imamın arkasında kılmam…” düşüncesi aşırılıktır, yanlışlıktır, bid’attir.

    9. Cemaat konusundaki aşırılıklardan biri de, cemaatin başındaki hocanın, şeyhin veya hocaefendinin tek başına bütün Müslümanların temsilciliğine soyunması ve bağlıların da bunu tabiî kabul etmesidir.

    Cemaat bir parçadır. Müslümanlar ise bir bütündür. Hiçbir parça kendisini bütünle özdeşleştiremez. Hiçbir parçanın ve cemaatin, bütünün yani Ümmetin zımnî izni ve rızası olmadan bütün Müslümanlar adına temsilcilik yapmaya hakkı yoktur. Böyle bir şey had-nâ-şinaslık olur.

    Bu devirde Müslümanların birliği sarsılmıştır. Bu yüzdendir ki, yukarıda “Zımnî izin ve rıza” dedim. Zamanımızda bazı cemaatler Ümmet’in zımnî izin ve rızası bulunmadığı halde çok tehlikeli, çok nazik, çok mahzurlu birtakım diyaloglara girişmektedir. Tenkit edilince de şiddetli reaksiyon gösteriyor, üzülüyorlar.

    Siz Müslümanların bu konuda icazetine, iznine sahip misiniz? Değilseniz, hangi hakla “Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik” müzakerelerine girişiyorsunuz? Böyle bir şey bizi bağlamaz, sadece sizi bağlar. Biz Hazret-i Muhammed’i yalanlayan, O’nun risâletini kabul etmeyen, Kur’ân’ı inkâr eden, İslâm dininin hak din olduğunu kabul etmeyen, Hazret-i İsa’yı Allah’ın oğlu ve tanrı olarak kabul eden kimselerle nasıl işbirliği ve diyalog yapabiliriz? Böyle bir şey Kur’ân’a, Sünnete, icmaya, akla, mantığa, sağduyuya, hikmete muhaliftir.

    Bu konuda daha yazılacak maddeler var. Bu günlük bu kadar.

    Aşırılıklardan kaçınalım. Orta yolda olalım.

    Bir cemaate, bir tarikata mensup olabiliriz ama cemaatçi olmayalım, tarikatçı olmayalım; cemaatli veya tarikatli olabiliriz…

    27 Temmuz 2004