Cuma

Son zelzeleden alınacak çok ibret dersleri vardır. Vukua gelen bazı şeyleri yazmam mümkün değildir. Yaşlandım, artık sağlığım kaldırmayabilir; üzerime düşmanlık çekmek, mahkemeye verilmek, zindana atılmak istemem. Hem bazı gerçeklerin açıkça yazılması fitneye yol açabilir.

Ateistler ve pozitivistler, “Zelzele Allah’ın bir emridir (işidir), ilahî bir uyarıdır” denilince çok kızıyor, yersiz reaksiyonlar gösteriyor, böyle düşünenlere hakaret ediyor. Onların aklı, fikri, idraki maddî şeylerin ötesindeki sırlara, hikmetlere, tecellilere ermez.

Zelzele iki zümreyi uyarmış olmalıydı. Birinciler azılı, saldırgan, azgın, harbî din düşmanlarıdır. Bu devirde din düşmanlığı insanlığa, medeniliğe, vatandaşlığa sığmaz. İnanmayanlar inananlara düşmanlık etmemelidir. İnançları yoksa inkârlarını içlerinde tutsunlar, bu onların vicdanî bir meselesidir. Milleti dinsiz yapmaya hakları yoktur.

Uyanması gereken ikinci zümre ise, din sömürüsü yapan, Müslümanları soyan, aldatan, uyutan, afyonlayan istismarcı münâfıklardır. Onlar birincilerden daha zararlı ve kötüdür. Bu memlekette islâmî dâva ve hareketi onlar baltalamıştır. Milyonlarca Müslümanı onlar yanlış yollara sokmuştur. İslâm’ın esasları inanç, ibadet, ahlâk, fazilet, edebtir. Bu adamlar kendilerini iyi, olgun, önder Müslüman olarak gösteriyorlar ama gerçekte hiç de öyle değildirler. Müslümanları birbirine düşman edenler islahçı değil, fesatçıdır. Peygamberimiz bize “Birbirinizi sevmedikçe (hakkıyla) Müslüman olmazsınız” buyuruyor. Din sömürücüleri ise iman kardeşi olan Müslümanları birbirine düşman ediyor. Onlar bu kötü düzenin rantlarını yemekten utanmıyor. Onlar din ve mukaddesat rantı ile büyük zenginliklere, imkanlara, servetlere nâil olmuşlardır.

Kur’an-ı Kerim’de, insanların yaratılış sebebinin ve hikmetinin “Allah’a ibadet etmeleri” olduğu sarahaten buyurulmuştur. Birtakım dünyevî işleri ibadetten daha önemli görenler ve gösterenler sapıktır. Müslümanın birinci vazifesi ibadettir. İbadetin başı da beş vakit namazdır. Erkek Müslümanların bu beş vakit namazları camilerde cemaatle kılmaları dinin, fıkhın, Şeriat’ın kesin bir emridir. İbadeti, namazı, cemaati terkeden Müslümanlar, fert ve toplum olarak iflah olmazlar. Rezillik, zillet, zebunluk, esaret, hakaret, zulüm altında yaşarlar.

Ben islâmî kesimdeki birtakım din sömürücüleri hakkında da hayli bilgiye sahip bir kimseyim. Bu konuda, bu yazdıklarımdan daha fazla ve daha açık yazamıyorum. Müslümanları bu kadarcık uyarabiliyorum. Onlara tavsiyem şudur: Bu dine, bu dâvaya ihlasla ve istikametle hizmet eden samimî âlimlerin (icâzeti olması şarttır) ve şeyhlerin eteklerine yapışsınlar, onların nasihatlarını tutsunlar. Şayet kendilerinden para isteyen hoca, şeyh, önder çıkarsa onları terketsinler. Bizim dinimizde para ve mal ile yapılan mâlî ibadetler vardır. Onlar fıkhın, Şeriatın hükümlerine göre eda edilir. Hiçbir hocanın, hocaefendinin, şeyhin, mürşidin, önderin, reisin Müslümanlardan rastgele para toplamaya hakkı yoktur. “Ben hocayım, ben şeyhim, ben kurtarıcıyım, ben büyük mücahidim…” diyerek rastgele para toplayan, bu paraların bir kısmını kendi kaprisleri uğrunda israf eden, bir kısmını zimmetine geçiren adamlardan hayır gelmez.

Bugün öyle zavallı Müslümanlar vardır ki, bin kere dolandırılsalar, binbirinci defa yine para verirler. Çünkü beyinleri yıkanmış, iradeleri törpülenmiştir.

Türkiye’de birşeylerin sonu gelmiştir. Önümüzdeki aylar ve yıllar büyük hâdiselere gebedir. Dinsizlere, ateistlere nasihat etmiyorum. Çünkü onların aklı olsaydı dinsiz olmazlardı, din ile savaşmazlardı. Müslümanlara hitap ediyorum. Kendinizi ve memleketinizi kurtarmak istiyorsanız, var gücünüzle İslâm dininin hükümlerine sarılınız. İşe öncelikle sahih itikaddan ve ibadetlerden başlayınız. Sizin gibi düşünmeyen, sizin tercih ve görüşlerinize katılmayan, meşrebi ve mezhebi başka olan Müslümanları dışlamayınız.

Bilhassa zengin, tahsilli, makam ve mevkili, ünlü, lüks arabalı, güzel giyimli, kesesi ve kasası dolu yüksek tabaka Müslümanlar kendilerine çeki düzen versinler. Böylelerini camilerde vakit namazlarında cemaat arasında göremiyoruz. Bir yerde ziyafet, rant, menfaat, tantana, nefislerine hoş gelen şeyler olduğu vakit koşarak, uçarak giden bu adamlar, hem Müslümanlığı kimseye bırakmıyor, hem de camiye ve cemaate gelmiyor. Olur mu böyle şey? Camiler sadece gariban, fakir, alt tabakadan Müslümanların ibadet yerleri midir?

Bazı İslâmcı köşe yazarları, dindar akademisyenler de camilerde görülmüyor. Onların camilere gelmeleri için namaz başına telif ücreti mi ödenmesi gerekmektedir? Bunlar ne biçim İslâmcıdır, ne biçim Müslümandır?

Zelzele sadece dinsizlere ve fâsıklara değil, Müslümanlara da bir uyarıdır. Müslümanlar emr-i mâruf ve nehy-i münker farîzasını ihmal ve terk etmişlerdir. Bu farîza terk edilince felaket, musibet, bela umumun üzerine gelir, kurunun yanında yaş da yanar, mahvolur.

Yakın tarihimizde öyle beyinsizce hareketler yapılmıştır ki, zerre kadar aklı, vicdanı, iz’an ve irfanı olan kimsenin böyle şeylere tevessül etmesi mümkün değildir. Birtakım tercih ve görüş farklılıklarından dolayı camilerde bazı Müslümanlara hakaret edilmiş, “Sen bizim cemaatimizi tutmuyorsun, o halde niçin camiye geliyorsun, niçin namaz kılıyorsun, senin namazın boştur…” gibisinden hezeyanlar sarfedilmiştir.

Ben, 50’li yılların sonlarına doğru bazı köy ve mahallelerde, particilik yüzünden Müslümanların kahvelerini ayırdıklarını hatırlarım. Bir milletin arasına böyle tefrikalar girince o milletin başına felaket gelmesi beklenir.

İslâm Ümmeti içinde mezhebler, meşrebler, görüşler, farklılıklar, çeşitlilikler olabilir ama bugünkü menfi cemaatleşme gibi tefrikaları dinimiz kabul etmez. Cemaatini, meşrebini dininin üzerinde tutmak veya onu din ile özdeşleştirmek sapıklıktır. 28 Ağustos 1999