Cumartesi

 

Bazı günlük gazeteler maliyetlerinin çok altında fiyatlara satılıyor. Bunların bir kısmının sahipleri Karun gibi zengindir, bankaları, holdingleri, doların milyarıyla sermayeleri vardır. Bir kısmı ise yardım ve destek görerek ucuza, zararına satılmaktadır. Peki bu yardımlar ve destekler niçin yapılmaktadır, kimler tarafından yapılmaktadır? Halkın, okuyucuların bu sorunun cevabını açık ve seçik olarak bilmesi gerekmez mi?

Bazı gazeteler ve gazeteciler son aylarda dehşetli ABD taraftarı kesildi. Türkiye Irak’a asker göndermelidir diye yoğun propaganda yapıyorlar. Amerika’nın içinde bile Başkan Bush’un istilacı ve emperyalist siyasetine karşı şiddetli bir muhalefet yapılırken bazı Türk gazetecileri niçin kraldan daha kralcı kesilerek ABD’ye destek veriyor? Bunun hikmeti nedir?

Bizde büyük medya devlet içinde devlet haline gelmiştir. Siyaset, kültür, iktisat alanında ülkenin bir numaralı gücü olmuştur. Medenî, demokrat, dengeli ülkelerde medya birinci değil, dördüncü güçtür. Türkiye huzur ve selamet bulmak istiyorsa basını ve televizyonu birincilikten, dördüncülüğe indirmelidir. Aksi takdirde krizler, bozukluklar, ârızalar sürüp gidecektir.

Bazı şarkıcıların, futbolcuların her yıl trilyonlar kazandıklarını duyuyoruz. Bazı medya prenslerinin de akıl almaz gelirler elde ettiği söyleniyor. Son yıllarda ünlü bir televizyoncu ve gazetecinin ayda yüz elli bin dolar maaş aldığı ifşa edildi. Bu ne korkunç rakamdır. Birtakım gazetecilerin, sunucuların ayda on bin, yirmi beş bin, elli bin, yetmiş beş bin dolar maaş aldıkları söylenip duruyor.

Serbest bir ekonomi sisteminde istisnaî de olsa bazı gazeteci ve televizyoncuların böyle çok yüksek maaşlar alması tabiî karşılanabilir ama bunların vergilendirilmesi gerekmez mi? Okuyucuların, seyircilerin bu konuda bilgi sahibi olmaları demokrasiye uygun düşmez mi?

Türkiye bir tezatlar ülkesi haline gelmiştir. Bir kısım bürokratların da akıl almaz gelirleri ve servetleri olduğu söyleniyor. Adamın aylık maaşı bir milyar iki yüz milyondur ama onun aylık bütçesi on milyardan aşağı değildir. Peki bu su nereden gelmektedir?

Bazı politikacılar da yakın tarihimizde işe sıfırdan başlayıp, kısa zamanda yüz milyonlarca, hattâ birkaçı milyarlarca dolarlık efsanevî servetlere sahip olmuştur. Demokratik bir düzende bu akıl almaz servetlerin kaynağının araştırılması gerekmez mi?

Maalesef yakın tarihimizdeki çeşitli siyasî, sosyal, kültürel ârızalar yüzünden bizde hem idareciler, hem de idare edilenler hayli bozulup, kirlenmiştir. Benim şahsî kanaat ve tahminime göre Türkiye halkının yüzde doksanı kirlenmiştir. Yetmiş küsur yıl Sovyet işgalinde kalan, daha önce Çarlık zulmü altında inleyen Özbekistan bile bizim kadar bozulmamış, kirlenmemiştir. Yine şahsî tahminime göre Özbekistan’da kirlilik, bozulma nisbeti yüzde ondur, yani halkın yüzde doksanı oldukça temiz kalmıştır.

Türkiye hakkındaki tahminim gerçeğe uygunsa, bizde hâlâ yedi milyon temiz vatandaş bulunmaktadır. Bu az bir rakam değildir. Keşke bu yedi milyon birlikte hareket etse, tepki verse, cesur olsa, ne yapacağını bilse.

Türkiye’nin temiz havaya kavuşması, halkın gerçekleri çıplak olarak görmesi için mutlaka bambaşka, yepyeni bir günlük gazeteye lüzum ve ihtiyaç vardır. Böyle bir gazetenin özellikleri ve şartları nelerdir?

Birincisi:Muhalefet yapmaktır.Bunca kötülüğün, pisliğin, kirliliğin, bozulmanın olduğu bir ülkede, bunlara karşı muhalefet yapmak zarurî bir vazifedir.

İkincisi: Böyle bir gazete şu veya bu kesimin, kliğin, baskı grubunun, partinin, ideolojinin gazetesi olmayacak; bütün Türkiye’nin, bütün halkın gazetesi ve sesi olacaktır.

Üçüncüsü: Başkaları çalar, soyar, talan eder, hortumlarsa büyük gürültü, yaygara, şamata… Bizimkiler soyarsa tıs yok. Benim hırsızım en iyi hırsızdır felsefesi… Böyle bir gazete bu gibi dengesizliklerden uzak duracaktır. Bu ülke ve bu halk Müslüman olduğuna göre, bir İslâmcı şahıs veya klik hırsızlık ve yolsuzluk yapınca en büyük tepkiyi gösterecek, Müslüman hırsızlara dinsiz hırsızlara gösterdiği tepkiden fazla tepki gösterecektir.

Dördüncüsü: Hiçbir gazete ve televizyon hem savcılık, hem hâkimlik, hem de cellâtlık yapamaz. Yapamaz ama medya bir nevi savcılık yapabilir. Bir kötülük, yolsuzluk, kanunsuzluk ile ilgili bilgi, delil, şahit bulursa bunları kamuoyuna sunar, adlî ve idarî mercilerin harekete geçmesini sağlar. Türkiye’nin beklediği, muhtaç olduğu gazete bu işi yapacaktır. Bu hususta da ikili davranmayacak, çifte standarta sahip olmayacaktır. Sağcı solcu, laik dinci, şucu bucu, bizden olan bizden olmayan ayırımı yapmayacak, bilgi sahibi olduğu her kötülüğün ve suçun üzerine aynı hassasiyet ve şiddetle gidecektir.

Böyle bir gazete bozukların, yamukların, Türkiye’nin rantını yiyenlerin hoşuna gitmez. Onu susturmak için her şeytanlığı yaparlar.

Onlar elbette “Rantımıza kesat geldi” diye bağıracak değiller. “Laiklik elden gidiyor, Atatürkçülük tehlikede, irtica devleti tehdit ediyor” diye bağıracaklardır.

İyi, güçlü, vatansever, mücadeleci bir gazetenin fazla hacimli olması gerekmez. 1950’li yıllarda hükümet bir kararname çıkartmış ve gazetelerin altı sayfadan fazla basılmasını engellemişti. Sayfa azlığı onların tesirini azaltmış mıydı? Hayır. O altı sayfanın içine haberler, yorumlar, başmakale, fıkralar (köşeyazıları), tefrikalar, spor, magazin, ilanlar pekala sığıyordu. Bugün de, sekiz veya on iki sayfalık bir gazete pekâlâ büyük gazete olabilir. Ancak ciddî bir gazetenin saçmasapan magazin, televole, ıvır zıvır, fuhşiyat haberlerine yer vermesi düşünülemez.

1951’de merhum üstad Necip Fazıl, Büyük Doğu’yu günlük olarak yayınlıyordu. O tarihte lisede yatılı okuyordum. Sabahları yatakten kalkma zili saat altı buçukta çalardı. Normal zamanlarda uyanıp doğrulmakta güçlük çekerdim. Ancak Büyük Doğu’nun çıktığı zaman süresi içinde zilden yarım saat önce uyanır, yüzümü yıkar, giyinir ve aşağıya inerek gazetemi alır ve heyecanla okumaya başlardım.

Vatansever, mücadeleci, iyiliği destekleyen, kötülüğü köstekleyen Türkiye’nin selameti ve kurtuluşu için yayın yapan prensipli bir gazete kısa zamanda milyonlarca vatandaşın ağzı, kulağı, gözü olacaktır. Benim vaktiyle Büyük Doğu’yu heyecanla okuduğum gibi okunacak, sevilecek, benimsenecektir.

Türkiye’de çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar böyle bir gazete çıkartabilirler mi? Çok zor… Ancak imkânsız değil… Büyük bir yüzölçüme sahip Türkiye’de, ülkenin her yerine dağıtılabilecek bir gazete için milyonlarca dolarlık bir sermaye gerekmektedir. Müslüman kesimde bu para var ama böyle bir gazete çıkartmak niyeti yoktur.

Şu husus da unutulmamalı, bir an bile hatırdan çıkartılmamalıdır. Müslümanlar elbette gazete çıkartabilirler ama kesinlikle “Müslüman gazetesi” çıkartmamalıdırlar. Gazete bir hizmet kurumudur, vasıtasıdır. Bütün ülkenin, bütün halkın gazetesi olmalıdır. Sen “Müslüman gazetesi” çıkartırsan, senin karşındakiler de “Küfür gazetesi” çıkartır, sana ve dinine saldırır. Onlara bu imkanı tanımamalısın.

Bir Ermeni veya Süryanî vatandaşa bir haksızlık mı yapıldı, o mazlum ve mağduru en fazla Müslümanların sahiplenmesi, koruması, müdafaa etmesi gerekir.

Bizden biri zulme, haksızlığa, işkenceye uğrayınca feryat etmek, ağlayıp sızlamak; bizden olmayan, bize karşıt olan biri haksızlığa uğrayınca teneke çalıp sevinç gösterileri yapmak, “Oh olsun!..” demek. Artık bu ilkel ve câhilî kafayı bırakmalıyız.

Biz Türkiye’nin ezici çoğunluğunu, hâkim unsurunu teşkil eden Müslümanlarız. Yazık ki, dertlerimize çare ve çözüm bulmak konusunda hiç de başarılı değiliz. 21 Eylül 2003