Bu yazı bazı Müslümanlar, bazı grup ve hizipler için yazılmıştır. Müslümanların tamamı, herkes böyle değildir. Lütfen buluttan nem kapmayalım, suçlamaları üzerimize almayalım…

* * *

Allah ve Resûlü

(Salat ve selam olsun ona)

bütün mü’minlerin bir tek Ümmet olduğunu bildirmişler, öyle olmalarını istiyorlar. Bizimkilerde Ümmet şuuru yok, parça asabiyeti var. Müslümanlar bir bedenin organları gibidir. Bunlarda o şuur da yok.

Müslümanlara, işlerini

danışma=istişare

ile halletmeleri emr ve tavsiye edilmiştir; bizimkiler belki kendi aralarında danışırlar ama diğer Müslümanların ehil ve mu’temen olanlarına sorup danışmazlar.

Onlar Müslümanları,

bizden olanlar ve bizden olmayanlar

diye ikiye ayırmışlardır ki, gayet yanlış bir sınıflandırmadır. Onlar emanetleri, işleri, vazifeleri, makam ve mevkileri başka cemaatlere ve meşreplere mensup ehliyetli kimselere vermezler, ehliyetli olmasalar da kendi kardeşlerine verirler.

İslâm Makyavelist metodları kabul etmez

, onlar amaca ulaşmak için her vasıtayı mubah görürler. Kur’ânda, Sünnette, Şeriatta, fıkıhta zekatın kimlere, nasıl verileceği çok açık ve seçik şekilde bildirilmiştir ama onlar zekatı Kur’âna, Sünnete, Şeriata aykırı olarak toplar ve sarf eder.

Onlar ruhbanlarını erbab haline getirmiştir.

Onlar zaruriyat-ı diniyeden tâviz=ödün verirler. Onlar İslâm düşmanı kafirlerle işbirliği yaparlar, onları dost ve veli edinirler.

Onlar kendilerinden olmayan Müslümanlara soğuk davranırlar, bazen düşmanlık bile ederler. Onlar yalan, gerçek dışı övgülere sevinirler, doğru tenkit ve uyarılardan nefret ederler. Onlar, bütün mü’minlerin tek bir Ümmet çatısı altında birleşmeleri ve toplanmaları için çalışmazlar.

Onlar, Ümmetin başına ehliyetli, râşid, dirayetli, kiyasetli, müdebbir bir İmam seçilmesi için çalışmazlar, hattâ çalışmaktan vaz geçtik, böyle bir şeyi istemezler.

Onların gündeminde İmamet, Hilafet maddesi yoktur.

Onlar reislerini veya ruhbanlarını mâsum, günahsız, hatâsız, noksansız kabul ederler. Onlarda Ehl-i Sünnet ve Cemaat hassasiyeti yoktur. Onlar ulvî olan İslâm ile süflî dünya hırslarını ve emellerini birbirine karıştırırlar.

(İkinci yazı) Düzmece Mitolojik Cahiliyet Tarihi

Tarih öylesine eğilir bükülür bir ilim dalıdır ki, ona birbirine zıt her şey, bütün yalanlar söyletilebilir. 1919’da Yunan ordusunun İzmire çıkışı Elenler için ak, bizim için karadır. Balkan savaşında Rumeli-i şahaneyi kayb edişimiz bizim için büyük felaket; Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar için büyük bir zaferdir.

Preveze bizim için zafer, Haçlı Avrupa için kara bir gündür. Tersine İnebahtı

(Lepant)

onların zaferi, bizim hezimetimizdir. 1683 İkinci Viyana kuşatması bozgunu… Madalyonun arka yüzünde onların zaferi…

Tarihin esnekliği eğilip bükülmesi, ters yüz edilmesi en fazla

Millî Mücadele=İstiklal Savaşının anlatımında

görülür.

Doksan yıldan beri resmî tarihçiler, Yunan mitolojisinden daha girift bir mitoloji fabrika etmiştir.

M. Kemal memleketi kurtarmak için çürük çarık bir gemiyi biniyor, İngilizleri atlatıyor, Samsuna çıkıyor, Padişaha kafa tutup ordudan istifa ediyor ve zaferi kazanıyor, Sultanı kovuyor…

İşin doğrusu nedir?

Paşa, Sultan Vahidüddin Hanın yaveridir. Anadoluya, ödenek verilerek onun tarafından gönderilmiştir.

Paşa, Padişahın kızı Sabiha Sultan ile evlenerek Damad-ı Şehriyarî olmak istemiştir ama bunda başarılı olamamıştır.

Paşa iki istifa dilekçesinde Padişaha şöyle hitap etmektedir:

‘Atebe-i ulya-i Hazret-i Hilafetpehaniye…

(Halife hazretlerinin yüce eşiğine…)

Paşa dilekçelerden birinin altına

“Kulunuz M. Kemal”,

ötekisinin altına

“Kulları M. Kemal”

yazmıştır.

Ankarada

23 Nisanda Meclis açılınca M. Kemal Paşa, Meclisin Halifeyi ve vatanı kurtarmakla vazifeli olduğunu

beyan etmiştir. İlk Meclis, açılışından birkaç gün sonra,

Hamdullah Subhi beyin kaleme aldığı bir mektup göndererek Padişaha ve Halifeye bağlılığını

arz etmiştir.

Tarih adına öyle yalanlar uydurmuşlardır ki, hiç utanıp arlanmadan laikliğin 1923’te ilân edildiğini söyleyebilmişlerdir. Doğru tarih şudur: Millî Mücadele bir İslâmî cihad hareketidir.

İlk Cumhuriyet bir İslâm Cumhuriyeti olarak kurulmuştur.

İlk Cumhuriyetin Dolmabahçe sarayında ikamet eden ve her Cuma merasimle selamlığa çıkan

resmî bir Halifesi vardır.


İlk Cumhuriyetin kabinesinde sarıklı, cüppeli, sakallı bir

Şer’iyye vekili

(Şeriat işleri bakanı)

vardır.

Bu gerçek, doğru tarih bir kenara atılmış, onun yerine düzmece ideolojik bir tarih uydurulmuştur.

Kaç neslin beyinlerine bu uyduruk düzmece tarihin yalan bilgeleri, tezleri, zehirleri, uyuşturucuları zerk edilmiştir.

Lisan ve tarih konusunda ne Almanyada Hitler, ne Rusyada Stalin rejimleri bizdeki kadar aşırı bir müdahale ve spekülasyon yapmamıştır…

Halide Edib,

Türkiyede Şark Garp Amerikan Tesirleri

adlı kitabında böyle demektedir.

Türkiyenin Müslüman çoğunluğu gerçek tarihi öğrenip anlayamasın diye alfabe ve lisan değiştirilmiştir.

1923’ten bu yana tam doksan sene geçti.

Asıl tarihi yaşamış olanlar öldü.

Yeni nesillerin büyük kısmı ideolojik vesayet rejiminin yalan tarihini, sahici tarih sanıyor.

Vesayet rejimi Müslümanları cahil bıraktı,

divide et imperia

prensibini uygulayıp bin parçaya ayırdı.

Müslümanlar kültür bakımından o kadar geri bırakıldı ki, şu ana kadar her biri bin sayfalık, yekun on bin sayfa, içi on binlerce resim, belge ihtiva eden

gerçek bir Millî Mücadele ve Cumhuriyet tarihi hazırlayıp yayınlayamadılar.

Bu hizmeti yapmak için

para mı yok, hürriyet mi yok, imkân ve fırsat mı yok?

Artık

hepsi var ama yeterli kültür ve ahlâk yok.

Uzmanlarımız, arşivcilerimiz yok mu? Bol bol var ama bunlar bir araya gelip gerçek tarih külliyatını ortaya koyamıyor.

Bunun için ilmî araştırma, tarih kurumları gerekir.

Türkiye Müslümanları tarih tabularını yıkamadı.

Son 10 kasımdaki manzarayı gördük. Müslümanlar yakın tarihin

cahiliye mitolojisini

berhava edemiyor.

Isıramadığın eli öp felsefesi.

Hahambaşı Haim Nahum doktrini.

Gerçek tarihimizin üzerindeki

Sabatay Sevi gölgesi.

Diyanet Vakfı

otuz küsur ciltlik bir ansiklopedi yayınladı. İstese pek âlâ bu hacimde doğru bir tarih de yazdırıp yayınlayabilirdi.


Tarihini doğru bilmeyen toplumların geleceği karanlıktır.

Vesayetçi egemen azınlıkların, Kriptoların tarihi başkadır, Müslümanlarınki başkadır.

Onların tarihi düzmece ve sahtedir, Müslümanlarınki doğru ve gerçektir.

Sakarya savaşında şehid olan Müslümanlar, İstanbul düşman işgalinden kurtulsun, Ayasofyada çan çalmasın diye can vermişlerdi…

Onlara ileride Hilafet lağv edilecek, Ayasofyada ezan susturulacak, ulu mabed müze yapılacak denseydi savaşırlar mıydı? 20.12.2013