Pazartesi

 

Hayret etmek istiyorum ama edemiyorum, çünkü hayret, mezmum (kötülenmiş) huylardandır. Birtakım zamane ilahiyatçıları öyle fikirler, görüşler, re’yler, hükümler ortaya koyuyorlar ki, insanın aklı almıyor.

Bunlardan biri ortaya çıkıyor “Peygamber bir postacı idi. Öldükten sonra işi bitmiştir. İslâm’ın tek kaynağı Kur’an’dır, Sünnet ve hadîsler kaynak değildir, zaten bunların büyük kısmı uydurmadır. Bugünkü ilmihal Müslümanlığı bozuktur, benim anlattığım İslâm doğrudur…” şeklinde konuşuyor. Bu memlekette bir sürü hoca, şeyh, üstad, hazret var, fakat bu zındık ilahiyatçıya doğru dürüst bir cevap veren çıkmadı. Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri Kur’an-ı Kerim’inde “Peygamber’e itaat ediniz… Peygamber’de sizin için güzel bir örnek ve model vardır… O Peygamber size ne getirdiyse alınız…” diyor. Bizim ilahiyatçı ise, “Onun işi bitmiştir” diyerek Peygamber’i devreden çıkartmak istiyor. Peki Müslümanlar Peygamber’i bırakıp da kimin peşinden gidecekler? Hinoğlu hin ilahiyatçı açık konuşmuyor ama “Peygamber’i bırakın, benim peşimden gelin” demek istiyor.

Başka bir ilahiyatçıya bir toplantıda dinleyicilerden biri, “Efendim bu konuda Şeriat’ın hükmü nedir?” diye sormuş. İlahiyatçı öfkeden kıpkırmızı olmuş ve şöyle bağırmış: “Biz Şeriat’ı kaldırmaya çalışıyoruz, siz ise mütemadiyen Şeriat Şeriat deyip duruyorsunuz!..”

İlahiyat fakültelerinde elbette sünnî inançlı, mütedeyyin, geleneksel doğru İslâm’a bağlı profesörler çoğunluktadır. Ancak bunların sesleri fazla çıkmamaktadır. Eli bayraklı birkaç şarlatan zındık ortalığı karıştırıp duruyor.

Bazı ilahiyatçılar da, maddî menfaat ve te’lif ücreti konusunda bir din hizmetkârına yakışmayan tutumlar sergilemektedir. Aylık bir dergiden ilahiyatçı bir zata telefon edilmiş, “Üstad bize bir yazı lütfeder misiniz?” diye sorulmuş. İlahiyatçı hemen sormuş, “Kaç lira te’lif ücreti ödüyorsunuz?” Edeb yahu!

Madem ki, aklın fikrin para ve menfaattir, öyleyse niçin ilahiyatçı oldun? Çok para kazandıracak mesleklerden birini niçin seçmedin?

İlahiyat profesörleri tashih-i itikad konusunda Ümmet-i Muhammed’e örnek ve öncü olmalıdır. Yine namaz ve cemaat hususunda da Müslüman halka ve gençliğe halleri ve uygulamalarıyla yol göstermelidir.

70’li yılların sonlarına doğru bir ilahiyat fakültesinde hizipçilik ve cemaatçilik yüzünden çirkin olaylar olmuş, bazı azgınlar bir profesöre, siyasî tercihini beğenmedikleri için saldırmışlardı. Yine başka bir profesörün de geceleyin evi kurşunlanmıştı. İlahiyatçılar böyle aşırılıklardan şiddetle kaçınmalı, ifrat ve tefritten uzak durmalı, mensubu bulundukları hizip ve fırkaları İslâm ile özdeşleştirmek gibi bir sapıklığa düşmemelidir.

Derin devlete, rejime yaranmak da ilahiyatçılara yakışmaz. Din süflî şeylerin, şeytanî siyasetin üzerinde tutulmalıdır.

Bazı ilahiyatçılar, koyunun olmadığı yerde keçinin Abdurrahman Çelebilik taslaması gibi, mutlak müctehid pozlarına bürünüp kendi heva ve re’yleriyle dine aykırı ictihadlar yapmakta, fetva ve ruhsatlar vermekte, mevrid-i nassa aykırı görüşler ileri sürmektedir. Bunlar bâtıldır.

Bugünkü ilahiyatçıların en vasıflısı ve üstünü bile, İbn Kemâl merhumun tabakat-ı fukaha tasnifinde en son sırayı teşkil eden müftülük selahiyetine ve ehliyetine bile sahip değildir. Herkes haddini bilmelidir.

Bunca ehl-i sünnet büyüğü varken, Müslümanları takiyye yaparak aldatan farmason ve İngiliz ajanı Cemalüddin Afganî’yi, onun mason çömezi Abduh’u, tefsiri hatâlarla dolu olan Menar sahibi Reşid Rıza’yı Müslümanlara önder ve kılavuz olarak göstermek de aklı başında bir ilahiyatçıya yakışmaz.

İslâm dini beşerî bir ideoloji haline getirilemez. O yüce din, bir hümanizma şeklinde de yorumlanamaz. İslâm önce ilahî ve hak dindir. Sonra bir dünya nizamıdır, bir medeniyettir. Arap dünyasında, Pakistan’da bazı aktivist şahsiyetler İslâm’ı bir ideoloji haline düşürmek istemişler ve başarılı olamamışlardır. Başka yerlerde başarılı olmayan doktrin ve metodları Türkiye’de denemek akıl kârı değildir.

Sahih itikadlı, ibadete ve namaza dikkat eden, İslâm ahlâkı ile mütehalli (süslü), ifrat ve terfitten kaçınan, Müslüman halka ve gençliğe iyi bir örnek teşkil eden, toplumu aydınlatan ve ona doğru yolu gösteren ilahiyatçılara hürmetlerimi arzeder; yanlış yolda olan, zındıklık ve Şeriat düşmanlığı yapanlara da Hak’tan hidayetler dilerim.

Onlar

Onların Müslüman olduklarını kabul ediyorum. İçlerinde zâhiren hayli dindar görünenler de vardır. Namaz kılarlar, oruç tutarlar, hacca ve umreye giderler. Ancak bu adamlarda öyle kusurlar, hatâlar, yanlışlıklar vardır ki, asla ve asla İslâm’ın ve Ümmet’in temsilcisi olamazlar. Çünkü:

Bu adamların mecazî mânada dini imanı paradır.

Onların gizli putları vardır: Nefs-i emmâreleri.

Onlar cemaatlerini din ile özdeşleştirirler, hattâ ondan da üstün tutarlar.

Onlar kendi başlarındaki adamları sanki Peygamber’den de üstün görmektedirler. Zira, Peygamber’e dil uzatılınca fazla bir reaksiyon göstermezler ama kendi reislerine, hazretlerine, baronlarına saldırılınca ateş kesilirler.

Onlar, Müslümanların birleşmesi, kaynaşması, tek bir Ümmet olması için çalışmazlar; aksine tefrikaya, hizipçiliğe, iç çekişmeye yol açacak işler yaparlar.

Onlar din rantı yerler, Amerika’ya söğüp saydıkları halde dolara bayılırlar, laf ile düzene karşı gibi görünürler, fakat düzenin haram kemiklerine köpek gibi talip olurlar.

Onlar için din, iman, mukaddesat, Kur’an, Şeriat… velhasıl kutsal olan her şey para ve servet edinmek; riyaset, makam ve mevki kapmak; şöhret ve alkış toplamak, benliklerini tatmin etmek; daha iyi yemek, daha iyi giyinmek, daha lüks evlerde oturmak, daha gösterişli otomobillere binmek için bir vasıta ve âlettir.

Böyle haşaratın, bu türlü nâkıs adamların İslâm temsilcisi kesilmelerinden daha büyük felaket olur mu? 14 Eylül 1999