Bedenine Tapanlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
Mevlana Celalüddin Rumî (kaddesallahü sirrehüssami) efendimiz Müslümanların velinimetlerinden büyük bir sultandır. Mâneviyat sultanı… Onu yanlış tanıtmak isteyen kötü niyetliler ve zındıklar çoktur ama o kendisini şöyle târif etmektedir:
“Bende bu can bulundukça ben Kur’an’ın bendesiyim. Muhammedü’l-Muhtar’ın ayağının tozuyum. Eğer biri benden bu sözüme aykırı bir şey naklederse, ben o kişiden de, onun sözünden de berîyim.” (Men bende-i Kur’anem eğer can dârem… mısraıyla başlayan kıt’ası.)
Merhum Tâhirü’l-mevlevî, “Mesnevî Dersleri” adlı Mesnevî şerhinde şöyle diyor:
“Hal böyle iken bazı Bektaşî meşreb Mevleviler, ‘Mevlevilik, Veledîlik ve Şemsîlik nâmıyla iki koldur. Veledîler zühdü, Şemsîler aşkı ihtiyar etmişlerdir’ derler.
Bu söz hezeyan-ı mahzdır (hezeyanın ta kendisidir). Söyleyenlerin maksadı, ef’al-i seyyielerini (kötü fiillerini) ve Mevlana meslekiyle te’lifi kabil olmayan hareketlerini örtmek içindir. Bilinmelidir ki, Mevleviliğin kolu, şûbesi yoktur.” (Cilt 1, 1949 baskısı, s. 139)
Mevlana hazretleri Mesnevî’nin 2296’ncı beytinde şöyle buyurmaktadır:
“Tatlılık, yâni refah içinde yaşayan kimsenin ölümü acı olur. Çünkü alışılmış şeyden ayrılması güçtür. Bedenine tapan, yâni nefsinin her arzusunu yerine getiren, canını kurtaramaz.”
Onu takib eden beyitte de diyor ki:
“Kırda otlayan koyunların içinden hangisi daha semizse onu çekerler ve keserler.”
Resûl-i Kibriya efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) varisleri, vekilleri, halifeleri olan bütün büyükler, Müslümanları lükse, israfa, rahata, konfora, aşırı tüketime karşı uyarmışlardır. İslâmî hikmette sadeliğin, kanaatin, az yemenin, az uyumanın, lüks ve israftan kaçınmanın büyük yeri vardır.
Hazret-i Mevlana nefsinin her arzusunu yerine getirenler için “Bedenine tapan” diyor. Bu, gizli bir şirk değil midir?
Sadece Müslümanlıkta değil, Musevilikte, Hıristiyanlıkta, Hinduizmde, Budizmde de lüksten, israftan, aşırı tüketimden, nefs ve ten zevklerinde azgınlıktan men’ eden hükümler vardır.
Bu devir Müslümanları, yeterli sayıda ve kalitede âlim, ârif, mürşid, rehber bulunmadığı için nasihatsiz kalmışlardır. Toplumu korkunç, dehşet verici bir para ve mal hırsı, zenginleşme hevesi sarmıştır. Hedonizm (haz ve zevk felsefesi) yaygınlaşmıştır.
Kendilerini sofu, takvalı, zâhid zanneden öyle kişiler görüyoruz ki, lüks meskenlerde oturuyor, lüks dabbelere biniyor, Firavun ve Nemrud’un sofrasından daha zengin ve çeşitli yemekler yiyor. Böyle takva, böyle zühd, böyle dervişlik olur mu? Bunlar kimi kandırdıklarını sanıyorlar?
Müslümanların varı yoğu lüks ve konforlu meskenlere, lüks ve pahalı otomobillere, aşırı tıkınmaya, lüks giyinmeye, gereksiz tüketime, israfa gidiyor. Eline para ve imkân geçiren eski evini, eski otomobilini, bazen eski karısını değiştirmeye kalkıyor. Orta halliyken Fatih’te oturanlar, zenginleşince Bağdad caddesine taşınıyor.
Ben öyle varlıklı, zengin kimseler bilirim ve görmüşümdür ki, zenginleştikten sonra sığır gibi yemeye başlamışlar ve hem sağlıklarından, hem de endamlarından olmuşlardır.
İnsanın sağlığı, varlığı, zenginliği, vakti öncelikle ibadet etmesi içindir. Ense kalınlaştırması, göbek bağlaması, zevk ü sefa sürmesi için değildir.
Akıllı ve disiplinli milletler israfa kaçmazlar, haddinden fazla yiyip içmezler. Beş sene Almanya’da bulundum. Öyle zengin iş adamları gördüm ki, sabahın yedisinde işine, atölyesine gider, beyaz bir iş gömleği giyer ve herkes gibi çalışır. Seksen yaşında ihtiyarlar vardı ki, tığ gibi endama sahiptiler. Çünkü yeme içme hususunda dikkatli davranıyorlardı. Bizdeki türedi, sonradan görme, ne oldum delisi kimselere bakınız. Lüks restoranlara giderler ve en pahalı yemekleri bir buçuk porsiyon isterler. Eskiden böyleleri için, “Boşan da semerini ye emi!” denilirdi.
Müslümanlara örnek olması gereken reislerin, hacı hocaların, şeyh ve mürşidlerin, âlim kişilerin hayat tarzı, yeme içme, giyim kuşam, tüketim hususunda Kur’anî, Nebevî, Şer’î ahkama riayet etmeleri, topluma iyi bir model teşkil etmeleri gerekir. Benim şu görüşüme kim itiraz edebilir?
Sağlıklarını korumak isteyenler mümkün olduğu kadar ucuz, basit, yavan yemelidir. Bir eli yağda, bir eli balda; pirzola, şiş kebap, döner kebab, iskender kebab; üzeri kaymaklı ayva tatlısı; kuzu dolması, kaburga dolması, mayonezli levrek balığı… Behey adamlar! Neron musunuz nesiniz?
Yeni yetme bir taife şişmanlamamak için ekmek yemiyor. Bende Almanca bir kitap var, ismi “Ekmekle diyet”. Zayıflamak isteyen, endamını korumak isteyen, sağlıklı yaşamak isteyen bol bol ekmek yemelidir. Tabiî iki şart ile: Birincisi kepekli komple buğday ekmeği yemek. Bugünkü beyaz şehir ekmekleri sağlığı bozmak, marazlanmak için bire birdir. İkincisi de, bol ekmek yerken onun yanında az katık yemektir.
Ekmek yemiyor, en zengin ve kalorili katıkları atıştırıp duruyor. Buna perhiz yapmak denir mi? Diyen kendini kandırmış olur.
Giyim kuşam hususunda da ölçülü ve alçakgönüllü olmak gerekir. Öyle zengin ve yüksek Müslümanlar var ki, bir çift ayakkabıya yüz milyon (160 dolar) veriyor. Elbiseler İtalya’da yapılıyor, bir kostüm iki bin dolar. Palto derseniz o da iki üç bin dolar. Gömlekler, kravatlar, yelekler hepsi astronomik fiyatlara alınıyor. Sonra da bu zevat Muhammed aleyhissalatü vesselamın getirdiği din üzerine oldukları iddiasını göğüslerini gere gere ilan ediyorlar. Hazret-i Peygamber bize böyle mi gösterdi?
Biz elbette Peygamberler, Ashab, Havariler gibi hareket edemeyiz. Onların derece ve rütbeleri yüksek, bizimki alçaktır. Lakin yine de kendimize bir çeki düzen vermemiz, haddi aşmamamız gerekir.
Hedonist ahlâk ve felsefeye bağlı olmak bir Müslümana yakışmaz. İslâm ile hedonizm bir arada olmaz.
Âmil ve rabbanî din alimleri, kâmil mürşidler ve hakikî şeyhler, gerçek mücahidler parayı sevmemişler, mütevazı yaşamışlardır. Onların eserlerini, menkabelerini okuyalım, öğütlerinden ders alalım.
En karanlık devirlerde imana, İslâm’a, Kur’an’a, Şeriat’a büyük hizmetler etmiş, ihlas ve istikametten asla ayrılmamış, her eza ve cefaya göğüs germiş, her çileye sabırla katlanmış Bediüzzaman Said Nursî hazretlerine bakalım. Ne kadar kanaatkâr, mütevazı, iktisatlı yaşamıştır. Öldüğünde eski eşyalarını, bütün malını sattılar, 150 lira kadar bir para tuttu. 28 Mayıs 2000