Bedevî Medenî
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Şubat 2019
Salı
Bedevî: Karnı fazla aç olmasa da yemeği görünce gözleri açılır, ağzı sulanır, kendini kaybeder ve sofrada deli gibi, çılgın gibi, kontrolsuz bir şekilde atıştırmaya, tıkınmaya, çırpınmaya başlar. Lokmalarını çiğnemeden yutar, zaman zaman boğulurcasına sesler çıkartır. Doyduktan sonra da yer. Yer, yer, yer…
Medenî: Son derece aç ve istahlı da olsa, dışarıya renk vermez. Sanki hiç aç değilmiş gibi yavaş yavaş, sakin sakin, ağır ağır yer; lokmalarını güzelce çiğner. Patlayıncaya kadar doldurmaz midesini. Bir kısmını boş bırakır. Yemesinde bir asalet ve sükûnet vardır.
Bedevî: Misafirlere çay ikram ediyorsunuz, daha tamamını dağıtmadan, bedevî o sıcak, kaynar çayın tamamını yuvarlamıştır. Ağzı, yemek borusu teneke kaplıdır sanki… Soğuk bir meşrubat verilirse onu da bir solukta, boğazından acayip sesler çıkartarak bitirir. Öyle yudum yudum, tadını çıkartarak içmeyi bilmez.
Bedevî: Otomobil alırken en pahalısını, en lüksünü, en gösterişlisini alır. Böyle bir otomobilin kendisine bir kıymet, prestij, asalet kazandıracağını sanır. Ucuz, mütevazı, sade bir otomobile binmekten ar eder. Otomobile verdiği değerin binde birini ilme, irfana, edebe, hikmete, sanata, kültüre, kitaba vermez.
Medenî: Ayağa düşmüş, mafya ve eşkiyanın rağbet ettiği bazı lüks markalardan uzak durur. Bugatti’nin dediği gibi “Güzel olmayan bir otomobilin iyi bir otomobil olmayacağını” bilir. Ölçülü davranır. En ucuz otomobil olan Lada’ya binmekten ar etmez, utanmaz.
Bedevî: Lüks semtlerde pahalı, gösterişli dairelerde veya köşklerde oturur. Sermayesinin bir milyon dolarını lüks bir eve vermekten çekinmez. Aklı ve vicdanı, kirada oturup, bir milyon doları işletmenin kendisi ve ülkesi için daha kârlı olduğunu anlamaya ve idrak etmeye yetmez. Evi, bir yuva olarak değil, bir mal olarak mütalaa eder.
Medenî: Evin, içinde yaşanılan ve kullanılan bir mekan olduğunu bilir. Salonunu, sadece misafirler ve gösteriş için dekore etmez. Haftanın her günü salonunda oturur. Evi, mal değil, yuva kabul eder ve onu kendi millî kimliğine, kişiliğine, kültürüne ve sanatına göre döşer.
Bedevî: Kitap almaz, kitap okumaz, kitaba önem vermez. Onun dini imanı paradır. Hayatın gayesi lüks ve konfor içinde ömür sürmektir. Evinde kütüphanesi yoktur. Günlük programında okumak için vakit ayrılmamıştır. Kitapsızdır.
Medenî: Kitaba, kültüre çok önem verir. Evinde şahsî kütüphanesi vardır. Aylık bütçesinin onda biri kitaba, kültüre, sanata ayrılmıştır. Çocuklarına da kitap sevgisini, okuma zevkini ve alışkanlığını aşılar. Değerli, faydalı kitap alır ve devamlı okur.
Bedevî: Tanesi 100 dolara pahalı ve lüks kravatlar alır ve bunların rüzgarla ters dönmesinden çocuklar gibi hoşlanır. Lüks, parlak, pahalı ve gösterişli bir ayakkabıya kültürden ve kitaptan bin kere daha fazla kıymet verir. Bin dolara elbise, iki bin dolara palto alır. Hayatı fiyakadan, gösterişten, magandalıktan, zontalıktan ibarettir. Pahalı olan her şeyin kaliteli ve iyi olduğunu sanır. Alış veriş etmesini bilmez. Marka ve lüks tutkusu yüzünden kaz gibi yolunur. Bununla iftihar eder. Bir çuval para öder ve palyaçoya döner.
Medenî: Yaşına ve beden yapısına göre giyinir. Alışveriş etme sanatı ve tekniğini iyi bilir. Renk kültürüne sahiptir. Kendisine yakışacak şeyleri seçer ve alır. Giyim kuşamıyla caka satmaz. Kürkün bir insana değer kazandırmayacağını bilir.
Bedevî: Lüzumlu lüzumsuz konuşup durur. Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı… Sebepsiz yere güler. Cümlelerinin ne başı vardır, ne sonu. Şizofren hastalar gibi kopuk kopuk telgraf diliyle konuşur. Konuştuğu laflar incir çekirdeğini doldurmaz. Laf salatası yapmaya bayılır. Günde en az birkaç bin kez “ben, “ben… ben… ben…” der.
Medenî: Az ve öz konuşur. Lüzumsuz ve faydasız laf etmez. Düzgün cümleler yapar. Söylediklerinde kalite vardır. Ben demekten çekinir. Cahillerle merhaba ve selamdan başka laf etmez. Tartışmaz. İnsanlara, akıllarının anlayacağı seviyede söz eder.
Bedevî: Seyahatlerde hep yemek içmek, eşya, alım-satım peşinde koşar. Yabancı bir şehirde veya ülkede müzeye gitmeyi, tarihî bir yapıyı veya mahalleyi görmeyi; bir antika eşya, kitap, geleneksel sanat eseri almayı düşünmez… Otellerin en pahalısında yatmak ister. Dört yıldızlı otelde yatmaktan utanır, arlanır. Açık büfelerde tabaklarını tepeleme yemek ve tatlı ile doldurur ve tıka basa yer.
Medenî: Gittiği şehir ve ülkelerde müzeler gezer, taşıyabileceği bir mahallî sanat eseri alır, kalıcı hatıra eşya temin eder. Temiz ve konforlu olmak şartıyla mütevazı bir otelde kalabilir. Açık büfelerden yemek ve tatlı alırken, hem kendi haysiyetini, hem de ülkesinin ve milletinin haysiyetini düşünür ve son derece ölçülü, dikkatli, edebli hareket eder. Yabancı şehir ve ülkelerde “Türkler ne kadar kibar ve medenî” dedirtecek şekilde hareket eder.
Bedevî: Rengarenk manto, pardesü ve eşarplara bürünür. Zevksiz, sanatsız kıyafetlerle gezer. Pahalı ve gösterişli bir tesettür kıyafetinin ideal ve örnek bir tesettür olduğunu sanır. Sadece başını örtmekle tesettür işini yapmış olduğu kanaatindedir. Genellikle gülünç duruma düşer de haberi olmaz.
Medenî: Sade ve zarif giyinir. Frapan (çarpıcı) renklerden, alaca bulacalıktan uzak durur. Başları açık hanım arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde, onun kıyafeti açıklarınkinden daha zarif, daha kibar, daha kaliteli, daha üstün, daha vasıflı görünür. 14 Mayıs 2003