Bedevîlik Medenîlik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Pazar
Bedevî zihniyetli bir toplumun ve ailenin içinden çıkmış; çok zeki, çok kurnaz, çok kabiliyetli olduğu için başarıyla okumuş, yüksek tahsilini bitirdikten sonra burs kazanarak yabancı bir ülkede doktora yapmış ve yurda dönmüş… Bu gencimiz artık medenî olmuş mudur? Belki olmuştur, belki olmamıştır. Bedevîlik ve medenîlik bir zihniyet, kültür, kafa yapısı meselesidir. Kişi zihniyetini, kafa yapısını, kültürünü değiştiremezse Harvard’tan mezun olsa bile yine de bedevî kalabilir.
Adam gurur içinde kasılıp caka satıyor:
-Ben Süper Zenginler Gettosu’nda bir milyon dolarlık bir tripleks meskende oturuyorum. Otomobilim ikiyüz bin dolarlık. Çuvalla kazanıyor ve çuvalla harcıyorum. İyi yiyorum, pahalı, giyiniyorum, golf oynuyorum… Falan filan, cart curt…
Efendi, size bazı sorular yöneltmek isterim izninizle:
-Ayda kaç liralık kitap alıyorsunuz?
-Evinizde doğru düzgün, ipe sapa gelir bir şahsî kütüphaneniz var mıdır?
-Her ay muntazaman sanat ve kültür faaliyetleri için ne kadar harcama yapıyorsunuz?
-Evinizin salonunu, işyerindeki büronuzu gezip görebilir miyim? Bakalım o mekanların dekorasyonu nasıl? Zevkli, sanatlı, millî bir dekorasyon mu, yoksa kabak gibi bir dekorasyon mu?
Birtakım bedevî süper zenginler, “Ben kitaptan, okumaktan hoşlanmıyorum. Bu yüzden de kitap almıyorum, özel kütüphane kurmuyorum…” diyebilirler. Tam bedevîce bir bahane.
Kitap medenî bir insan için ekmek gibi, su gibi, elbise gibi, mesken gibi bir ihtiyaçtır. Hem medenî olacak, hem de kitapla ilgisi bulunmayacak, olur mu böyle şey?
Kağıdın olmadığı zamanlarda eski medenî toplumlar parşömen (deri), papirüs, ateşte pişmiş toprak tabletler üzerine yazarlarmış.
Hangi meslek dalında çalışırsan çalış, uzmanlığın ne olursa olsun; ister veteriner, ister tabib, ister mühendis, ister bilgisayarcı ol, mutlaka ve mutlaka kitap alacaksın, kitap okuyacaksın, şahsî kütüphane sahibi olacaksın.
Müslümanlar! Sizlere hitap ediyorum. Boş işleri, kuruntuları, faydasız koşuşturmaları bırakınız ve kendinizi ilme, irfana, kültüre, sanata, kitaba, okumaya veriniz.
Muhteremler yirmi kişilik bir atölye ile işe başlamışlar. Talihleri yâver gitmiş, iş büyümüş, şehir haricinde bir fabrika kurmuşlar. Üç kardeşler ve şimdi fabrikanın avlusunda en pahalısından, en parlağından, en gösterişlisinden üç lüks cip arabası duruyor. Üç kardeşe üç cip… Arada bir pencereden ciplerine sevgi ve hayranlık dolu nazarlar fırlatıyorlar ve içleri sevinçle doluyor. Fabrika sahibi olmakla, bol para kazanmakla, lüks meskenlerde oturmakla, lüks limuzinlere ve ciplere binmekle kişi fazilet kazanmaz, medenî bir insan, medenî bir vatandaş, medenî bir Müslüman olmaz.
Medenî adam evinin salonundan, işyerindeki bürosundan anlaşılır.
Zenginleştikten, bol paraya sahip olduktan sonra Bağdad caddesine taşınmak, evini lüks ve pahalı mobilya ve eşyayla doldurmak, garaja lüks bir otomobil çekmek, hava parası verip seçkinler kulübüne üye olmak, bir defada 100 dolarlık lüks ve gösterişli yemekler yemek kolaydır ama medenî olmak kolay değildir.
Bilmemek ayıp değildir ama öğrenmemek ayıptır. Bilmiyorsan danışacaksın, bilenlere sorup fikir alacaksın. Bilmeyenlere danışmayacaksın.
Yeni bir ev aldın, salonunu medenîce, zevkli bir şekilde, kendi millî kültür ve kimliğimize uygun olarak döşemek istiyorsun. Bu işi kendi başına yapamazsın. Para benim değil mi, kendi zevkime göre döşerim. Döşeyemezsin. Bedevî kafasını bırak ve medenî insanların yaptığı gibi danış, dışarıdan yardım iste, akıl al; uzmanlardan, bilenlerden yararlan.
Karım evde kitap ve kütüphane istemiyor, toz oluyormuş…Böyle karının başına taş düşsün!
Bir salonun en güzel, göze hoş görünen, ilgi çeken, değerli köşesi kütüphanenin bulunduğu yer olmalıdır. Tabiî ki, oraya çirkin kapaklı, bazısının bağırsakları dışarıya çıkmış, altalta üstüste yerleştirilmiş kitaplar konulmaz. Güzel ciltli, değerli, baskıları temiz kıymetli kitaplar konur. Hafızanı yokla bakalım, sen ömründe hiç kitap ciltlettin mi? Evet, özel bir cilt ustası bulup, sırtı maroken (meşin), yan kağıtları hakikî ebru cilt yaptırdın mı? Salondaki kütüphaneye konulan kitapların bir kısmının bu şekilde ciltlenmiş olması gerekir. İstanbul’da hemen hemen böyle ciltçi kalmadı. Toplum bedevîleşti, varoşlaştı, gecekondu kültürüne saplandı. Bundan sonra ne ciltçi bulunur, ne de lüks cilt yaptırılır. Zenginlerin salonlarında bar olur ama kitaplık olmaz. Tıkınma işlerine su gibi para harcarlar ama kitaba beş kuruş vermezler. Niçin? Çünkü kendileri beş kuruş etmez! Bedevîler…
Ağır mı konuşuyorum? Hayır, hassas bir insanım, ağır yazamıyorum.
Bu memlekette sürülerle aydın bulunduğunu sananlar var. Maalesef birkaç düzine aydın bulunduğunu bile zannetmiyorum. Gerçek aydın engin bir sosyal kültüre sahip olur ve mutlaka muhalefet yapar. Türkiye gibi gırtlağına kadar pisliğe, kokuşmaya batmış, son derece bozulmuş bir yerde yapıcı ve müsbet olmak şartıyla muhalefet yapmayan kişi aydın olamaz.
Kendine aydın mı diyorsun? Estağfirullah! Bendeniz muhalefet yapan okur yazar bir vatandaşım. Hem mensubu bulunduğum Müslüman kesimdeki noksanları, yanlışları, bozuklukları tenkit ediyorum, hem de Türkiye’nin geneliyle ilgili eleştiriler yapıyorum.
Yağcılar, muvafıklar, şakşakçılar, yalakalar, “Aman ne güzel yaptınız, aman ne isabetli konuştunuz…” diyen pohpohçular alçak insanlardır. Türkiye idarecilerinin ve idare edilenlerinin uyarıya, nasihate, yapıcı olmak şartıyla ağır tenkitlere ihtiyacı vardır.
Ülke kültür, zihniyet, kafa yapısı itibarıyla her geçen gün bedevîleşiyor. Bu konunun düşünürler, sosyologlar, antropologlar (bizde var mı?), sorumlular, akademisyenler tarafından müzakere ve münakaşa edilmesi gerekir. Bedevîlikten medenîliğe geçebilmek için çareler ve çözümler bulunması gerekir. Şu büyük medyamızın haline bakınız. Bunca paraya, tesise, maddî imkanlara rağmen bu medya medenî bir medya mıdır, yoksa bedevî bir medya mı? Bizde niçin Le Monde, The Times, New York Times, Frankfurter Illustrierte Zeitung gibi ciddî renksiz gazeteler yoktur? Farz edelim, Türkiye’de Le Monde gibi bir gazete çıkartıldı; tutunur mu, okunur mu? Hiç sanmam. Bedevî bir toplumun böyle bir gazeteye ihtiyacı yoktur, rağbet görmez.18 Ağustos 2003